34,2452$% 0.28
37,6376€% -0.37
45,0841£% 0
2.921,73%0,22
2.653,23%-0,08
9.109,34%2,37
Kaan İnce 1970 yılında Ankara’da doğdu. Doksanların hemen başında, dershane yıllarında tanıştığı öğretmeni Nizamettin Uğur’un etrafında şekillenen mütevazı bir edebiyat topluluğunun parçası oldu. O, Nizamettin Hoca, Gökhan Tok, Ayda Erbal, Ülkü Çadırcı (Doğanay). Ankara-Sakarya’da bulunan Balkan Kıraathanesi’nde her Perşembe günü buluşup, yazdıklarını birbirlerine okumaya ve değerlendirmeye başladılar. En önemli kuralları şuydu: Boş gelmek yok!
91 yılının Ocak ayında Milliyet Sanat dergisinin Genç Şairler köşesinde ilk şiiri yayınlandı. İntiharıyla ilk şiirinin arasında geçen o kısacık zamanda; Çağdaş Türk Dili, Yazılı Günler, Damar, Promete, Karşı ve Varlık dergilerinde şiirleri yayınlandı. Peşisıra Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde “dikkate değer” bir şair olarak mansiyon ödülü kazandı.
Gizdüşüm isimli şiir dosyasını o yıl tamamladı ve Ankara’da bir yayınevine götürdü. Reddedildi. Reddedilmesinin ardından birgün bembeyaz kıyafetler içinde İstanbul yoluna düştü… 1992 Yılının Ağustos ayıydı… Kaan İnce, esmer, Ankaralı ve şairdi. Ağustos ayının ilk haftasında dosyasını yayınevine teslim etti. Ve Ümit Otel’in penceresinden bir süre Kadıköy’ü seyretti…
Ta ki 11 Ağustos sabahı saat beşte kendisini otelin dördüncü katından sırtüstü ve mümkün olduğunca uzağa fırlatana kadar.. Yayınevinde beklemekte olan “Gizdüşüm: Gece, Ölüm, Hüzün ve Sevda Şiirleri” isimli bir şiir dosyası vardı. Bir de ardında bıraktığı şiir defterleri…
İntihar ettiği yıl kitabı basıldı. Balkan Kıraathanesi’ndeki dostları onun ölümünün ardından hep hayalini kurduğu edebiyat dergisini çıkardı ve adını İzlek koydu. Ailesinin öncülüğünde adını yaşatmak için Kaan İnce Kültür ve Sanat Vakfı kuruldu. Ama her iki girişim de Kaan gibi uzun ömürlü olmadı.
Belki tam da istediği gibi geriye sadece şiirleri kaldı…
...Mermer bir kayıkla geri döndük
diğer yarısına acının,
usulca çekildi deniz,
son bulduk, yenildik.
Artık yataksız bir liman yüreğim, soğuk ve loş.
Kırık düşlerim. Serçelerde gözlerimin buğusu. Buruk içim
Böylesi bir yenilgiyi beklemediğim için
sabahın en serin ucunda bağıran ben
intihar edecekmiş gibi sıkıyorum
düşük boynuma asılı sonbaharı...
Sen bana dokundukça gözlerinden çekili bir hüzün, puslu ve gri, kimliğime yapışır, zehirler akşamın huysuz çocuğunu, sihirli oyunlarla. Kalbimin vuruşunda karmaşa. Derinlik yaratan renkler unutulur yalan dünyamda. Sesini duydum, bütün seslerden daha ılık, daha bi sevecen, özlemiştim aslında.
Yıldızların öldüğü iskeleden şimdi, senin o dolambaçlı düşlerin gözyaşıma kanıyor, avuç içi çizgilerindeki fallarla. Dudakların gümüş bir uçurtma geceye teğet. Fırtına.
Sen bana dokundukça eşyalarım dillenir, bir kadın uyanır, kırmızı gülüşü ve gözlerindeki ışıltılar bir şarkıyla kürdili hicazkâr.
Gözyaşıyım biten, işte sonunda. O en güzel yerinden yırtılışı göğün... Üzgün bir yıldızım, yazılmamış sevgilerde. Dünyaya düşen son ışık silindi gözlerine gelmeden. Esen imbat, düşdelen.
Uğruna savaşmadığımız aşk bırakmadık, ki batık gemilerimiz. Ama hangi sızıya baksan ordayız. Ölü bir tayfayım, mezarım seren. Sönmüyor ateşler mercan yarığında... Ve sen...
Şimdi incir açsak, traşı uzayan denizciler gibi, gülümser mi dalgalar?...
Geç geçebilirsen çamuru, yüreğinle; kopar ömrünü zamandan ve git. Kendi alınyazınız mahkûm etti sizi. İçinizde iğne deliğine sığmaz bir akşam. Gözleriniz kılıç. Gece kalkan.
Çınar altından geçen su: Hayat. Biz. Ve bat karanlık; çat kaşlarını, boğulan seslere. Nabzımız acının öteki saati; yedek. Bir başka yerde yoksulluğumuz, alınterimiz. Gurbetteyiz. Sevgiyi paylaştığımız dostlar, ölümü yüzlerine maske yapar; muska diye taşır yüreğini kavgasında gençliğimiz.
Kucak açmışım gecene, gel. Sırtımı dönemem, yıkılası sessizliğine geçmişken hasret. Şavkında ayın ağlamışım. Sıyrılıp düşene dek yüzümde kurumuşsun unutulan kelebek, sevdası pir ve özlem ateşleriyle yanan. Gel.
Uyduruk sözlerinden betona yapışan ayrılık, boşluklarına zamanın dolunca gir doğandan yarı güzel rüyama. Gel de gitme uykularıma dokun.
Gözlerinin bütün açılımlarını çözecek gözbebeklerim. Her yabancının kaybolduğu gibi büyük kentte, gezeceğim öylece teninde.
Açelya bırakıp yatağının ucuna, herkese beslenmekten kurtulunca, ne kalırsa bu yapıdan bana, onun haritasına katlanacak dünyam, unutma.
Gelişin bekleyişimin görünmez gecesinde, ölüm sapmaz yollarına.
Söndüreceğim yangınları, ömrümü kundaklayan. Hüznümü bağışlatan gözlerimin ılıklığıdır, ölümümü de bağışla bitanem, ağlarsam kanar gözbebeklerim, kanayan gözlerle sana bakamam.
Dokunuşlarımın vücudunda kuşattığı rüyalar, elbet bir gün dudaklarında toplanıp beni bulacak, dudaklarımı. Bir başka gece durulacak üşümelerim, bir başka öpücükle sınanacak, kavrulacak uykularım.
Katıksız bir seyir yansıyacak köpüklerine zamanın, sen çocuk gibi yaramaz ve zeki, bozacaksın oyunlarımı kavgalarla, önce’leri ayıracağım kaybolduğum sokaklara, sonra’ları eskiciye vereceğim, kırağılı saçlar giremez çakal sevdana.
yüzün yakamozlanır akşam saatlerinde
kime çıkmaz piyangosu hüznün
belki de sombalığa en son
ve demir kırı bir taya
ertesi yasaktı, es vardı
bir tek uzun gecelerde
çıkrığında intihar edeceğim kuyu
zaman kuyusu, soluksuz ve ıssız
inip çıkar ölüm, durana dek yüzümdeki
sevişen kederlerle gülün gümü
adımdan çıkardım bir a
gözlerimde gezer geriye kalan
beni yüreğiyle emziren annem’e
acı çekirdeğini attıktı yaşamın
göğün eridiği zamanı öğrendikti ve susmayı
hüzün diye çizdiğimiz yüzümüze masmavi yorgunluktu
güldüm işte, toz duman kapladı her yanı
ve tatlı menevişleri
ışık cümbüşüydü sisler içinde çocukların gülüşü
gittiler işte
sıcaklığın serpili hâlâ geceye
ama sızılar duyulur kalbimde, imansız
ne zaman yaslanırım kimbilir
dertsiz ve kasvetsiz
suyun içtiğim yatağına karlı dere
güldüm işte, kırgın ve haylaz gözlerinde
akşamın çiy serpintisi
çoğalırdı aşkın rengi
göğe dağılan düşlerinle
gittin işte
Işığın böldüğü geceler, dolu
Savunmasız
Masum sessizlik tanecikleriyle
Çarmıhta rüzgar
Vurur şafak yıldızına gözlerin
Bu kalp çöker ıssızlığa
Kalır kıpkızıl geride
Bütün aşklarıyla sevdalar
Uykusuz gecelerde
Gönüldeş iki saklı kente
Gider gelir yüreğim
Elimde kalan son gülü de kurt kapar
Ve senin gülüşünde kan
Piyangotepe’de gün nasıl doğarsa öyle var
Dağılacağız yıldızlara bir bir
Sarı ışıkları evlere bırakıp
Sen ve ben
Ardımıza bakmadan artık
Kanserli bölgeyi alacak çünkü
Yaşamımızdan bir el
Serum şişeden akarken
Hızlanan bir ivmeyle
Yerçekimini tersine döndürmek
Geçiyor içimden
Serum şişesine işemek
Damarlarımdan
Gözlerinin içine bakarak
Tükürerek suratına ölümün
Mümkünü yok
Ben bozulmuş insan eti
Sen gecesin bayat
Başat ölüm
Çekinik hayat
Dövüşürüz sövüşürüz
Sabreden sarılık
Karaciğerimde patlar
İçimde mayın tarlası var
Korkunun elleri yüzümü kapatsa da
Biliyorum korkumun yarısı ecel yarısı umut
Bu sevda benim bu ölüm de
Karışmayın sakın ha hiçbiriniz
Bu ince sızılı yaşam benim
...Değişmem ağustosböceği adlı rıhtımda, serpilen sıcacık ben, ister dolsun ay ışığı içime, sen gibi, ister yıldızlar gözlerinle.
Deyin ki “sevişip öldüler” ve “yalın hallerine döndüler"...
...Her seferinde de aynı intihar tutar bizi
Sapkın bir gece böğürtleni yüreğin.
Sus...
Tembellik Hakkı’mız elimizden alınamaz!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.