34,7555$% 0.05
36,4930€% -0.15
44,0833£% 0.11
2.960,19%0,33
2.650,98%0,35
9.932,24%1,07
Ne zamandır okumak istediğim ancak hem kalınlığından, hem de konu itibariyle gözümü korkutup bugüne kadar ertelediğim “Gülün Adı”nı okudum geçen haftalarda. Kitap 686 sayfa ancak yazar Umberto Eco’nun, Alfabeta dergisinin Haziran 1983 tarihli sayısında Gülün Adı’nın yazılış sürecini anlattığı metni de eklenmiş sonuna… O ekle birlikte 733 sayfaydı.
Gülün Adı’nın sinema filmini yıllar önce televizyonda izlemiştim. Ama aklımda tek kalan Sean Connery’nin kahverengi keşiş kıyafetleri içindeki hali… Çömezi Adso’yu kimin canlandırdığını bile google’a bakarak öğrendim. Hiçbir şey hatırlamıyordum konusuna dair.
1980 yılında yayımlanan Gülün Adı, çok katmanlı bir roman. 1327 yılında, İtalya’daki bir manastırda geçen bir cinayet soruşturması anlatılıyor ön planda. Ama arka planda Ortaçağ Hıristiyanlığını, tarikatların gerçek yüzünü görüyoruz.
BİR ELYAZMASI BULUNUR VE…
Olaylar, 1980’de bulunan bir elyazması üzerinden anlatılıyor. Melk’li Adso’nun kaleme aldığı bu elyazması Benedikten tarikatının tarihine ışık tutarken cinayet soruşturması da romanın merak dozunun hiç düşmemesini sağlıyor.
Fraticelli tarikatı, İsa’nın yoksul olduğunu öne sürüyor ve hiç kimsenin mal varlığı olmaması gerektiğini savunuyor. Oysa İmparator’la ilişkileri yürüten Papa, İsa’nın yoksul olduğu düşüncesini ‘sapıkça’ buluyor. Ve İsa’nın yoksul olduğunu savunan tüm tarikat üyelerini öldürtüyor. “İsa’nın yoksul olduğunu öne sürmek, bir yerde Kilise’nin de yoksul olduğunu öne sürmek anlamına geliyordu ve yoksul bir Kilise İmparator’a karşı zayıflık demekti” diye anlatıyor Melk’li Adso bu konudaki düşüncelerini…
Kitapta altını çizdiğim çok bölüm var. “Güzellik” kavramıyla ilgili bölüm mesela: “… güzelliği yaratan, üç şeyin uyumudur: her şeyden önce, bütünlük ya da yetkinlik – bu yüzden yetkin olmayan şeylere çirkin deriz – sonra gerekli orantı ya da uyum; son olarak da aydınlık ve ışık; gerçekten de rengi açık seçik olan nesnelere güzel deriz…”
Bir de bilimle ilgili bölümün altını çizdim: “Çünkü bilim, yalnızca insanın yapması gerekeni ya da yapabileceğini bilmesinden ibaret değildir; yapabileceğini, ama belki de yapmaması gerekenin bilinmesini de içerir…”
YAZARLIK DERSİ
Kitabın sonuna eklenen Umberto Eco’nun metni ise adeta yazar olmak isteyenlere ders niteliğinde… Oradan birkaç satır eklemeden edemeyeceğim:
•Kitaplar her zaman başka kitaplardan söz ederler ve her öykü daha önce anlatılmış bir öyküyü anlatır…
•Bir roman yazmak için, her şeyden önce, insanın kendine en ince ayrıntılara varıncaya dek olabildiğince döşenmiş bir dünya kurması gerekir.
•Sorun, dünyayı kurmaktır; sözcükler neredeyse kendiliğinden gelir.
•Gerçek şu ki, roman kişileri içinde yaşadıkları dünyanın yasalarına göre davranmak zorundadırlar.
•Bir romanın içine girmek, dağda bir gezinti yapmak gibidir; belli bir soluğu öğrenmek, belli bir yürüyüş adımı edinmek gerekir, yoksa insan hemen duruverir.
•Romanda soluk, tümcelere değil, daha geniş makro durumlara, makro önermelere, olayların bölünmesine bırakılır. Bazı romanlar vardır, ceylanlar gibi soluk alırlar, bazıları da balina ya da filler gibi.
•Büyük bir roman, yazarının her zaman, sürekli bir temel ritmin çerçevesi içinde hangi noktada hızlanacağını ya da frene basacağını ve bu pedala basışların dozlarını nasıl ayarlayacağını her zaman bildiği bir romandır.
NEDEN GÜLÜN ADI?
Tarihçi, filozof, Ortaçağ uzmanı ve James Joyce üstüne derin araştırmalar yapmış çok yönlü bir bilimadamı olan Eco, kitabın adını neden Gülün Adı koyduğu sorusunu da şu şekilde yanıtlıyor: “… çünkü gül öylesine anlam yüklü, simgesel bir nesnedir ki, neredeyse artık hiçbir anlamı yoktur… Bir kitabın adı fikirleri karıştırmamalı, onları bir araya toplayıp düzene sokmamalıdır.”
Yan etki
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.