34,7270$% 0.02
36,5028€% -0.03
44,0066£% 0.07
2.943,77%0,02
2.638,84%0,07
9.681,11%0,30
Stefan Zweig 28 Kasım 1881 günü Viyana’nın varlıklı bir ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Yahudi asıllı bir kumaş tüccarıdır. Annesi İda zengin bir İtalyan tüccarının kızıdır. Ondan iki yaş büyük ağabeyi Alfred aile şirketinde görev yaparken Stefan lisenin ardından kendini yüksek öğrenime verir. 1900 yılında Viyana Üniversitesi’nde felsefe ve edebiyat tarihi öğrenimine başlar. Üniversiteye yazılır yazılmaz öğrenci yurdunda kendine bir oda kiralar. Zweig üniversitedeki derslere pek katılmaz, günlerini daha çok Viyana’nın kahvehanelerinde, konser salonlarında ve tiyatrolarında geçirir. O yıllarda genç Zweig’ın ilgisini Rainer Maria Rilke ve Hugo von Hofmannsthal’ın yapıtları çeker. Lise öğrencisiyken yazdığı şiirler Viyana’nın edebiyat dergilerinde yayınlanır. 1901 yılında “Gümüş Teller” adıyla kitaplaştırılan şiirler Zweig’ın ilk yapıtıdır. Yine aynı yıllarda Wiener Zeitung genç edebiyatçının kültür makalelerini basmaya başlar. Theodor Herzl’in redaktörlüğünü yaptığı Neue Freie Presse de Stefan Zweig’ın kültür makalelerini yayınlamaktadır. Kısa süre sonra Viyana kültür dünyası genç üniversite öğrencisine geleceğin önemli edebiyatçılarından biri gözüyle bakmaya başlar. Mart 1903‘de Hermann Hesse’ye yazdığı bir mektupta Zweig şöyle der: “Yurtdışında çok kişi Viyana’da edebiyatı sadece bir kahvehanede toplanan edebiyatçıların gerçekleşirdiğini sanıyor.” Genç edebiyatçı Viyana kahvehanelerine sık sık uğrasa da hiçbir zaman oraların devamlı müşterisi olmaz. İlk başarıları genç Stefan’ın gözünü kamaştırmaz, Berlin’e yerleşmeye karar verir, çünkü o Almanya’nın başkentinde kendisini bambaşka bir sanat ve kültür geleceğinin beklediğine inanmaktadır. Felsefe öğrenimini Berlin Üniversitesi’nde sürdürür, ancak birkaç yıl sonra doğduğu kente döner ve yüksek öğrenimini 1904 yılında Viyana Üniversitesi’nde tamamlar. Aynı yıl Zweig’ın ikinci yapıtı olan “Erika Ewald’ın Aşkı” yayınlanır.
Viyana’da kalburüstü ve varlıklı insanların yaşadığı Schottenring bulvarında 14 numaradaki gösterişli binada dünyaya gelen Stefan Zweig daha sonra ailesiyle Concordia Alanı 1 ve Rathaus Caddesi 17 adreslerindeki apartmanlarda yaşar. Üniversite yıllarında yavaş yavaş ünlenmeye başlayan genç yazar ve ve şair 1907’de ailesinin yanından ayrılır, Kochgasse 8 numarada kendine bir kat tutar. Aynı günlerde Emil Verhaeren’i okumaya başlayan Zweig Belçikalı edebiyatçının yapıtlarını Almanca’ya çevirmeye, onu Avusturya’da tanıtmaya karar verir. Verhaeren’in romanlarını basacak Viyanalı yayıncılar ve oyunlarını sahneleyecek tiyatrolar arar. 1910 yılında bir Emil Verhaeren monografisi kalem alır. Stefan Zweig o günlerde Fransız yazar Romain Rolland’la da dostluk kurar. Genç Viyanalı pasifist Rolland’ın görüşlerine hayrandır. Bu dostlukları otuz yıla yakın sürer, birbirlerine karşılıklı sekiz yüzün üzerinde mektup yazarlar. Rolland’la yazışmalarında veya sohbetlerinde konularının ağırlığı Avrupa kültürü, edebiyatı ve politikasıdır. Genç Zweig kendisinden on beş yaş büyük Fransız yazarın etkisinde kalmaya başlar.
1912 yılında tanıştığı evli, iki çocuklu Friderike Maria Winternitz’le sık sık Kochgasse’deki evinde buluşurlar. Ancak bu birliktelik Zweig’ın 1913’de Paris’te genç Marcelle’i tanımasıyla sarsıntı geçirir. Zweig bir ara kendinden bir yaş küçük bu kızdan çocuk sahibi olmayı düşünse de çabucak bu düşüncesinden vazgeçer. Baba olmak sorumluluğunu taşımak istemez.İlişkilerinin sürebilmesi için Friderike’den kocasından boşanmasını talep eder. İki çocuklu Friderike boşanma davası açar, Zweig da Parisli genç aşkından ayrılır. O günlerde başlayan Birinci Dünya Savaşı nedeniyle resmi boşanma ancak 1920 yılında gerçekleşir. Stefan Zweig 12 Kasım 1914 günü Savaş Bakanlığı’nın arşivinde göreve yollanır. İlk günlerin vatanseverliği çabucak savaş karşıtlığına döner. İşte o yıllardır Zweig’ı ‘barışsever, hümanist ve Avrupa aşığı’ bir yazar yapan!
Viyana, Stefan Zweig’ın gençliğini ve yazarlığının başlangıç yıllarını geçirdiği, deneyim kazandığı kenttir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun başkentinde insanlar aşırı bir istekle kültüre düşkündü. Haydn, Mozart, Gluck, Beethoven, Schubert, Brahms ve Johann Strauss gibi olağanüstü sanatçıların bu Tuna kentinin çocukları olması boşuna değildir! Onlar Viyana’dan dünyaya ışımışlardı. Avrupa kültürünün bütün sanat akımları bu kentte birleşmişti.
Stefan Zweig Viyana insanını şöyle anlatır: “Bu kentin insanları ağzının tadını bilir, şarabın iyisine, biranın lezizine, değişik hamur tatlılarına ve pastalara çok ilgi duyar.” Onun yetiştiği ortamda Viyanalı sabah gazeteyi eline alınca politika ve dünya olaylarından önce tiyatrolarda neler oynandığına bakardı, çünkü tiyatro kentlinin yaşamında çok önemli bir yer tutardı. Zweig anılarında şöyle devam ediyor: “Başbakan veya zengin bir soylu Viyana sokaklarından geçerken kimsenin gözüne çarpmayabilirdi, ancak bir aktör, bir tenor veya soprano her satıcı kız veya faytoncunun hemen dikkatini çekerdi. Bizim çocukluğumuzda onlardan birine rastlamak övünerek anlatılacak bir olaydı!”
Zweig’ın yetiştiği yıllarda sahne oyuncuları Adolf von Sonnenthal’ın berberini veya Josef Kainz’ın faytoncusunu çoğu Viyanalı tanırdı. Büyük bir tiyatro adamının jübilesi veya gömü töreni günlük politikayı gölgelerdi. Stefan Zweig anılarında ilginç bir şeyden söz eder: “Bizim aşçı kadın bir gün koşarak odaya girmiş ve Burg Tiyatrosu’nun en ünlü kadın sanatçısı Charlotte Wolter’in ölüm haberini ağlaya ağlaya anlatmıştı. Yaşlı ve okuması yazması kıt aşçı kadın yaşamında Charlotte Wolter’i ne sahnede, ne de sokakta bir kez olsun görmüştü…” 1900’lu yılların başında Viyanalı‘nın sanata, hele tiyatro sanatına bağlılığı olağanüstüydü.
Viyana’da yaşayan müzik ve sahne sanatçıları da kent insanlarına ne kadar önemli olduklarını bilincindeydi, çünkü izleyicileri ve sevenleri karşısında hep başarılı olamazsa sönüp giderdi. Stefan Zweig’ın gençlik yıllarını geçirdiği dönemde Viyana’da kültürü destekleme görevini Yahudi burjuvazisi üstlenmiş sayılıyordu. Sinema, konser, opera ve operet salonlarının baş ziyaretçisi onlardı. Yahudi aileler kitaplar ve tablolar satın alıyorlar, sanat sergilerinden çıkmıyorlardı. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, yirminci yüzyılın başlarında hemen hemen bütün sanat koleksiyonlarını onlar yapmış, bütün sanat denemeleri onlar sayesinde gerçekleşmişti.
Hugo von Hoffmanstahl, Arthur Schnitzler, Peter Altenberg Zweig’ın Viyana’da yaşadığı yıllarda Avusturya edebiyat kültürünü etkilemiş olan yazarlardır. Bilgin, usta müzik yorumcuları, ressam, mimar ve gazeteci Yahudiler Viyana’nın düşünce ve sanat yaşamında çok üst düzeyde rol oynamıştı.
Stefan Zweig’ın gençliğini geçirdiği yılların Viyana’sında kolay ve tasasız yaşanırdı. Yoksulla zengin, Çek’le Alman, Yahudi’yle Hıristiyan arasında hep rahat ve barış dolu bir hava eserdi. Kent insanı keyif içinde rahat bir yaşam sürdürürdü. Zweig o günlerden şöyle söz eder: “Babamların ve büyükbabamların kuşağı sessiz, dosdoğru ve kara bulutsuz bir yaşam sürdürdü… Onları kıskansam mı diye düşündüğüm günler olmuyor değil!” Gerçekten de genç yazar Birinci Dünya Savaşı öncesinde geçirdiği Viyana yıllarında heyecanlanmalar, taşkınlıklar, nedir bilmemişti, çünkü iyimser bir liberalizmin içindeydi. “Bizler o yıllarda yaşamın akıntısına kapılmış sürükleniyorduk”, der Stefan Zweig. “Bütün bağlılıklarımız kökünden sökülmüştü. Sona sürüklenen bizler mistik güçlerin kurbanı, gönüllü uşağı olmuştuk. Kutuplar arasındaki gerginliği ve ürpertisini bedenlerimizin tüm dokularında hissetmiştik…”
Viyana doğumlu Zweig içten bir Viyanalıdır, ancak kentini eleştirmeden de edemez. İçine girmiş olduğu aydınlar ortamını aldatıcı, pervasız bulduğu anlar olmuştur. Kiminin kahvelenelerde zaman harcadığı görüşündedir. O yıllardan kalan bazı fotoğraflarda düşünceli, temkinli, hatta hüzünlü bir Zweig görürüz. İlgisiz ve dalgındır, sanki bir başka dönemin insanıdır. 1904 ile 1914 yılları arasında sık sık yurtdışına gitmeye başlar. 1910 Hindistan ve 1912 Amerika yolculukları onu çok etkiler. Zweig’ın gittikçe sık Viyana’dan uzaklaşmasının nedenlerinden biri de kenti zamanla aşırı melankolik bulmaya başlamasıdır. Diğer nedeni ise ufkunu genişletmek istemesidir. Genç Viyanalılar grubundan tanıdığı, ilerde Salzburg yıllarında da sık sık görüşeceği Hermann Bahr da onun değişik ülkeler ve insanlar görüp tanıma isteğini destekler. İşte Zweig bu süreçte defalarca Londra, Paris, Brüksel ve Berlin’i ziyaret eder, kendine yeni dostlar edinir. Bunlardan biri de ünlü edebiyatçı en son yapıtını Almanca’ya çevirdiği Emile Verhaeren’dir.
Yaşamının son döneminde kaleme aldığı “Dünün Dünyası”nda doğup büyümüş olduğu, bir süre uzak kaldığı Viyana için “dünya kentleri içinde en kıdemlisi” der. Çünkü insan kişiliğini, özgürlüğünü yitirmeden her yöne açık bu kente kolayca uyum sağlayabiliyor. Onun yetiştiği yıllarda sayısız ulustan insanın yaşamış olduğu Viyana üzerine Zweig şöyle konuşur: “Avusturya sarayında iki yüz yıl boyunca Almanca’dan çok İspanyolca, İtalyanca ve Fransızca konuşulmuştu.” Avrupalı ruhuyla yetişmiş olan genç yazar kendini Viyana dışında Paris veya Londra’da da mutlu hisserdi. Yaşamı boyunca onu hep canlı tutacak görüşlere açıktı.
Gençliğinde, üniversite yıllarında tiyatrolar, opera, kahvehaneler, lokantalar hoşuna giderdi, ancak zamanla doğduğu kente olan yakınlığını yavaş yavaş yitiremeye başlar. “Viyana insanı o kadar etkiliyor ki, gün oluyor kişisel özgürlüğünü elinden alıyor”, der Zweig o günlerde Friderike’ye yazdığı mektupların birinde. Savaşın ardından Viyanalı sanki hafifliğini, rahatlığını, uçarılığını yitirmiş gibidir. Zweig’ın kendini yorgun hissettiği anlar olur, hatta kimi günler savaştan yenik çıkmış Avusturya’nın başkentinin çürümeye, çökmeye başladığını görür gibi olur. Yakın tanışı Hermann Bahr’ın bir zamanlar dediği: “Viyana’nın kent huzuru dünyaca ünlüdür“, sözü artık geçerli değildir.
Evet, Stefan Zweig Birinci Dünya Savaşı’ndan ağır yaralı çıkmış olan Avusturya İmparatorluğu başkenti Viyana’dan uzaklaşmaya başlamıştır. 1919’da Friderike’yle, iki yıl önce Salzach ırmağı kıyısındaki şirin kent Salzburg’un Kapuzinerberg tepesinde satın almış olduğu, küçük bir sarayı andıran tarihi Paschinger villasına taşınır.
* * *
Savaş karşıtıydı Stefan Zweig. İnsan ve yazar olarak özgürlüğüne düşkündü. "Savaşlardan nefret ederim" derdi. “Savaşlar yüz binlerce çocuğu öksüz bırakır. Kaba kuvvet insanların iç dünyasına hiçbir zaman huzur getirmez…” Dünyaca ünlü bu aydın hümanistin Hitler rejiminin dayanılmaz baskıları altında ruhsal çöküntüye uğraması çok trajiktir. Stefan Zweig, üzerindeki bütün baskılara karşın yine de yazdı durdu, ancak Nazi faşizminin özgür düşünceyi yok etme girişimleri onu ve ikinci eşi Lotte’yi sonunda ölüme sürükledi. “Yıldızın Parladığı Anlar“ın yazarı Stefan Zweig, bu dürüst ve iyi yürekli aydın yazar, ölümünden şimdiye hiç yitirmedi güncelliğini. O, bir huzursuzluğun diğerini takip ettiği günümüzde düşünceleriyle insanlığa her zamankinden daha çok gerekli.
Kişisel gelişim kitaplarındaki klişelerin heyecan verici bilimsel açıklaması
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.