DOLAR

32,2884$% 0.04

EURO

35,0408% -0.14

STERLİN

40,8805£% -0.13

GRAM ALTIN

2.473,28%0,30

ONS

2.382,58%0,27

BİST100

10.508,75%1,83

Öğle Vakti a 13:05
İstanbul PARÇALI AZ BULUTLU 17°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Ahmet Arpad

Ahmet Arpad

19 Mayıs 2021 Çarşamba

Kaleminin gücüyle ayakta kalan babam: Burhan Arpad

Kaleminin gücüyle ayakta kalan babam: Burhan Arpad
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bugün 19 Mayıs. Bundan tam 111 yıl önce doğmuş, babam gazeteci, yazar, çevirmen Burhan Arpad. Yaşasaydı, düşünceleri, köşe yazıları ve varlığıyla bugün tam 111 yaşında bir delikanlı olacaktı aramızda. Takvimlerin 4 Ocak 2018'i gösterdiği gün, İstanbul'daki Türkiye Gazeteciler Cemiyeti babam Burhan Arpad'ı anmak amacıyla bir toplantı düzenlemişti. O'nu anlatma görevi de bana düşmüştü. Babamın yaşamını tek sözcükle anlatmam istense, sanırım söyleyeceğim tek söz, "yazmak" olurdu. Çünkü kaleminin gücüyle ayakta kalmasını başaran bir insandı O. İşte üç yıl önce İstanbul'daki anma toplantısında yaptığım konuşma:

***

İstanbul Beyoğlu'ndaki Melek Sineması'nda 1934 yılında gösterilen "Kadınlara İnanmam" adlı film babam Burhan Arpad'ın yaşamında çok önemli bir rol oynamıştır. Dönemin ünlü tenorlarından Viyanalı Richard Tauber'in başrolünü oynadığı filmi seyreden Burhan Arpad Almanca öğrenmeye karar verir. Hemen Alman Lisesi'ndeki kurslara yazılır. Bu çabasını aralıksız beş yıla yakın sürdürür. Aynı zamanda Tünel meydanındaki Aşkenaz Yahudisi İzidor Karon'un 1923'de açtığı Alman Kitabevi'nin sürekli müşterisi olur. Buradan aldığı Almanca dergi ve ilerde de kitaplarla, birkaç yıl içinde Almancasını ilerletir. Cibali Tütün Fabrikası'ndaki muhasebe memurluğu görevini bırakıp Tekel Genel Müdürlüğü'nün mutemeti olarak yaşamını sürdürür. Bu görevinin yanısıra Vakit Gazetesi'nde gazeteciliğe ilk adımlarını atar.

1938 yılının Nisan ayında komşu kızı Semiha Güzelhisar'la evlenir ve o güne kadar yaşadığı Vefa mahallesinden ayrılıp Osmanbey Şair Nigar Sokağı'ndaki modern bir apartman katına yerleşir. Ancak aradan daha 2 yıl geçmeden bir gün eve gelen Burhan Arpad eşine: "Semiha gelecek ay Taksim'e taşınıyoruz", der. "Talimhane'de 5 odalı bir kat tuttum…" Eşinin itirazları bir sonuç vermez. Talimhane'nin yeni apartmanlarından birine taşınırlar. Burhan Arpad'ın buraya gelmesinin tek nedeni 'kentin sanat yaşamına yakın olmak isteği'dir. Beyoğlu sinemaları, tiyatro ve konser salonları, sanat galerileri, şık mağazaları ve o günlerin aydınlarının sık sık bir araya geldiği pastaneleriyle onu bekliyordur. Beyoğlu'ndaki Nisuaz Pastanesi, 1930-1950′ler boyunca edebiyatçıların uğrak yeriydi.

Nisuaz'ın müdavimleri Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Kudret Aksal, Asaf Hâlet Çelebi, Abidin Dino, Arif Dino, Orhon Murat Arıburnu ve Sabahattin Ali gibi şairler, yazarlardı. Çaylarını yudumlarken birbirlerine yazdıklarını okuyan edebiyatçılar, pek çok derginin yayın toplantısını da Nisuaz'da yapardı. Hilmi Ziya'nın "İnsan" ve Burhan Arpad'ın "İnanç" dergilerinin temelleri burada atılmıştı. 

Amacı hümanist görüşler yaymaktı

1940-1941 yıllarında Hulusi Dosdoğru'yla ortak yayımladığı ve sadece 20 sayı basan aylık 'İnanç' dergisi için ilerde anılarında şöyle der: "Bu dergiyi hümanist görüşleri yaymak amacıyla çıkarıyorduk…" Daha sonraki yıllarda 'Yurt' ve 'Dünya', 'Adımlar', 'Yığın' dergilerine öyküler ve eleştiri türünde yazılar verir. 1943 yılı Burhan Arpad'ın çevirmenliğinin başladığı yıldır.

Çeviri dünyasına ilk adımlarını Stefan Zweig'ın Yıldızın Parladığı Anlar ve Joseph Roth'un Eyyub yapıtlarını Türkçe'ye kazandırarak atar. Onları sayısız Remarque ve Zweig yapıtı takip eder. "Sevdiğim, topluma yararlı olacağına inandığım kitapları çevirdim", diyen Burhan Arpad'ın, dilimize kazandırdığı kırka yakın roman ve öykü kitabının yazarlarının ortak yanı insancıl, antifaşist, antimilitarist ve barışsever olmalarıdır. 40 yıl boyunca aralıksız yaptığı çeviriler ona Almanya'dan, Bulgaristan'dan ve Avusturya'dan değerli ödüller ve madalyalar getirmiştir.

1940'lı yıllar Türkiye ve Türk düşünürü için önemli yıllardır. Sosyal gerçekçi akımın peşinden giden ve yürüdükleri yolda engellerle karşılaşan aydınlar arasında direnebilenler arkalarında, günümüzde de sevilerek okunan başarılı yapıtlar bırakmıştır. Bu çevrenin içine giren Burhan Arpad'ın o yıllardaki en önemli dostlarından biri sosyal gerçekçi akımın öncü yazarlarından kabul edilen Samim Kocagöz'dür. Aynı süreçte Sabahattin Ali ve Sait Faik Abasıyanık da yakın dostları arasındadır. Behice Boran, eşi Nevzat Hatko ve çevrelerindeki aydınlarla sık sık Taksim Talimhane'deki katında ve Küçüksu'nun yamaçlarındaki yazlığında buluşup görüşürler. İlerde bu dostlar çevresine, hapisten yeni çıkmış Ruhi Su da katılır. Dönemin aydın çevresi, kimi eleştirilere ve yaşadıkları sorunlara karşın birbirinden kopmaz, değerli dostluklar onlarca yıl sürer gider. İhsan Devrim ve Salâh Birsel'le 1943'de ortak kurdukları ABC Kitabevi 4 Aralık 1945'de Tan Gazetesi saldırısından nasibini alır, tahrip edilir.

Büyük kentin toplumsal olaylarını ele aldığı "Şehir – 9 Tablo" ve "Dolayısıyla" bu dönemde yazdığı ve defalarca baskı yapan önemli yapıtlarıdır. Oktay Akbal ilerde Vatan gazetesinde şunları yazar: "Arpad'ın insanları küçük serüvenler, küçük düşler besler. Geçinmek ve yaşamak başlıca kaygılarıdır." Burhan Arpad aynı süreçte Hasan Âli Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde başlattığı dünya klasikleri dizisine de çevirileriyle katılmıştır.

Festivallere davetler

1940'lı yıllar Arpad'ın gazetecilikte önemli adımlar attığı yıllardır. Almanca'nın yanısıra Fransızca da bilen Arpad 1948 yılında ilk kez yurtdışına çıkar. Amacı davetli olduğu Salzburg Festivali'ne katılmaktır. Patronu Sedat Simavi'den zar zor izin alıp gemiyle İtalya'ya varır, gecesi bir kutu Bafra sigarasına pansiyonlarda konaklar, oradan trenle Salzburg'a geçer. Haftalar geçirdiği Salzburg'a ilerki yıllarda sık sık uğrar. Burhan Arpad'ın İstanbul'dan sonra en çok sevdiği kent ise Viyana'dır. Bu Tuna kentini yaşamı boyunca sayısız kez ziyaret eder, Spiegel Sokağı'ndaki "Pension Alt Wien"de kalır, bakanlıklarda dostlar edinir, Stefan Zweig Cemiyeti'nin onur üyesi olur, tiyatro, opera ve operetlerden çıkmaz. 1970'li yılların sonunda "Pension Alt Wien"i işleten yaşlı kızkardeşler binayı bir İranlı halı tüccarına satınca az ötede, Graben'deki "Pension Nossek"e yerleşir.

1952'de Hürriyet'ten ayrılıp Ahmet Emin Yalman'ın Vatan Gazetesi'ne geçen Burhan Arpad, o yıllarda sürekli yaptığı Avrupa yolcuklarından izlenimlerini değişik kitaplarda toplar.

Gazeteciliğini ilerlettiği Vatan'da köşe yazılarının ("Günü Gününe") ötesinde okurun çok ilgisini çeken sinema ve tiyatro eleştirileri de kaleme alır. O dönemde Arpad'ın yaşamındaki en önemli olaylardan biri de 1952 yılında Lütfü Akad, Aydın Arakon, Orhan Arıburnu, Hüsamettin Bozok, Hıfzı Topuz ile birlikte kurduğu "Türk Film Dostları Derneği"dir. Bu yürekli insanların yaşama geçirdiği TFDD sinemamızın sorunları üzerine çalışmalar yapar, raporlar hazırlar ve 1953–1955 yılları arasında üç "Türk Film Festivali" düzenler.

Avrupa‘ya atılan adımlar

Avrupa'daki iki politik olayın Arpad'ın gazeteciliğinde önemli rolleri vardır. 18 Haziran 1953 günü Salzburg Festivali'nden Berlin Festivali'ne gitmek için Münih‘ten bindiği PAN AM uçağında, Nazilerden kaçıp yaşamının 11 yılını Türkiye'de geçirmiş olan ünlü bilim adamı Ernst Reuter'le yanyana oturur. Ankara'dan tanıdığı Reuter 1946'da Türkiye'den Almanya'ya döndükten sonra Batı Berlin Belediye Başkanlığı'na seçilmiştir. Bir gün önce, 17 Haziran 1953'de, savaş sonrası kurulan yeni Almanya'nın tarihinde önemli iz bırakacak bir olay yaşanmıştır. Berlin'de bir milyonun üzerinde insanın katıldığı özgürlük ve demokrasi nümayişi kısa sürede bir ayaklanmaya dönüşmüş ve Sovyet tankları tarafından bastırılmıştır. En az 50 insanın öldürüldüğü olayların yaşandığı 17 Haziran günü Berlin'de olmayan Reuter ertesi gün uçaktan inerken arkasında Burhan Arpad durmaktadır. "Merdivenin ucunda yaklaşık 200 gazeteci bekliyordu", diye anlatmıştı ilerde. Ernst Reuter onu ertesi gün makamına davet eder. Bir gün sonra da Vatan Gazetesi tüm birinci sayfasını Arpad'ın röportajına ayırır. 

1956 Macar Devrimi'nden kısa süre sonra Arpad yine Viyana'dadır. Sovyetler’in ülkelerinden çekilmesini talep eden yüzbinlerin ayaklanmasını bastırmak isteyen Sovyet ordusu üç bine yakın insanın ölümüne neden olmuştur. Komşu ülke Avusturya'ya sığınanlarla sınırdaki kamplarda yaptığı röportajlar gazetesi Vatan'da günlerce yayınlanır. 1950'li yılların Avrupası için çok önemli kabul edilen bu iki olayı o günlerde okurlarına kapsamlı duyuran tek gazete, Vatan olmuştur. 

Türk tiyatro tarihine ışık tutan yapıtlar

1950-1960 arası yılları Burhan Arpad için çok verimli geçer. Gazete yazılarının, sayısız yurtdışı yolculuklarının, tiyatro ve sinema eleştirilerinin, çevirilerin yanısıra Türk tiyatro tarihine ışık tutan yapıtlar da kaleme almıştır. 1920'li yıllardan başlayarak birebir içinde yaşamış olduğu İstanbul'un tiyatro yaşamını 'Perde Arkası', 'Operet – 8 Tablo', 'Oyun – 6 Tablo' ve 'Son Perde – Komik Naşit Beyin Hikayesi' adlı kitaplarında toplamıştır. Bu yapıtlarında Arpad on yaşından başlayarak yakından tanıdığı Direklerarası'nı, Darülbedayi-i Osmani'yi, Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları Topluluğu'nu, Cemal Sahir Opereti'ni, Muhlis Sabahattin'i, Şehir Tiyatrosu'nu, İstanbul Opereti'ni, İstanbul Tiyatrosu'nu, Karaca Tiyatrosu'nu röportaj-öykü diyebileceğimiz bir anlatımla okurlara sunar.

Uzun yıllar dostluklar kurduğu sanatçılar arasında Naşit, Hasan Efendi, Behzat Butak, Bedia Muvahhit, Vasfi Rıza Zobu, Raşit Rıza, Hazım Körmükçü, Rey kardeşler, Cahide Sonku, Toto Karaca, Ali Sururi, Muammer Karaca gibi Türk tiyatrosuna büyük emekler vermiş ünlü isimler 2001 yılında az önce sözünü ettiğim kitaplardan derlediğim ve 'Perde Arkası' adını verdiğim eserde yer almaktadır.

Burhan Arpad'ın 1950'li yıllardaki sayısız önemli girişimlerinden biri de, kurucu üyesi olduğu yapı kooperatifinin uzun çabalar sonucu -dönemin ünlü vali ve belediye başkanı Fahrettin Kerim Gökay'ın da desteğiyle- gerçekleştirdiği Esentepe Gazeteciler Mahallesi olmuştur. Babıali'nin en ünlülerinin 1958 yılında yerleştiği 220 hanelik mahalleyle Arpad ve meslekdaşları Türkiye'de bir ilke imza atmışlardı.

1960'lı yıllar sadece Türkiye politikasına yenilikler getirmemiş, toplum yaşamı da 27 Mayıs'la başlayan değişimlerle büyük bir sınavdan geçmiştir. Demokat Parti yönetiminin neden olduğu köyden kente akımın olumsuz sonuçları o yıllarda görülmeye başlamıştır. Burhan Arpad çalıştığı Vatan Gazetesi'nin 1961 yılında kapanmasıyla gazeteciliğe bir süre ara verir. Gelecek yıllardaki çalışmalarının odak noktasını yine Alman dili edebiyatından yaptığı çeviriler oluşturur. İşte o yıllarda Ahmet Cemal'le beni çeviriye özendiren babam olmuştur. Burhan Arpad 1950'den başlayarak her yıl sürekli katıldığı Berlin Film Festivali'nde 1961 ve 1964 yıllarında jüri üyeliği de yapmıştı. 

'Alnımdaki Bıçak Yarası'

O dönemde edebiyat dergilerinde çok sık yazıları çıkar. Yaşamı boyunca toplumcu ve gerçekçi akımdan hiç şaşmayan Arpad'ın 1968'de kaleme aldığı, İstanbul'un kenar mahallerinde yaşayan küçük insanların sorunlar dolu dünyasını sanki aralarında yaşarmış gibi anlattığı 'Alnımdaki Bıçak Yarası' adlı romanı bugüne dek güncelliğini hiç yitirmemiş, iki kez filme de çekilmiş, hep canlı kalmış bir yapıttır. "Taşı Toprağı Altın" adlı kitapta topladığı İstanbul öykülerinde büyük kentin küçük insanlarının yaşamını anlatırken, toplumcu gerçekçi akımdan yine sapmaz. Aynı başarıya 1979-1991 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesi'ndeki "Hesaplaşma" sütununda da ulaşmıştır.

Arpad'ın İstanbul üzerine çeşitli yıllarda kaleme aldığı ve değişik kitaplarda çıkmış olan yazıları 2000 yılında "Bir İstanbul Var İdi" başlıklı kitapta derlenmiştir. Burhan Arpad 1976'da yazdığı 'Hesaplaşma' anılar kitabına şöyle başlıyor: "Zaman geçiyor. Kişiler ve kişilerin ölümlü yanlarıyla… Arkada bırakılmış yılları arada bir düşündükçe, hüzünle sevinç karışımı bir şeyler hatırlabiliyor muyuz?"

Edebiyatçı, yayınevi sahibi Fahir Onger’in 1960’lı yılların sonundaki şu görüşü ilginçtir: "Burhan Arpad edebiyatımızın ‘kızgın adam‘larından biri sayılır. Bunun nedeni, sosyal gerçekçi akımı besleyen 1940 ortamının şimdilerde var olmayışıdır. Bu ortamı yaratan toplulukların nasıl dağıtıldığını biliyoruz, ancak 27 Mayıs’ın ardından bu koşullar değişmiş, sosyal gerçekçi akımı güçlendirmeye elverişli bir ortam hazırlanmıştı. Bireysel başkaldırı, ya da romantik devrimcilik doğrultusunda bir başka kıpırdanış genç yazarları kendi çevresinde toplamıştı. Yeni anayasanın getirdiklerinden bu çevre yararlanmıştı, ancak sosyal gerçekçi akımı edebiyat alanına yanaştırmayanlar basın-yayın araç ve örgütlerine egemen olmuştur. Ve 1940 kuşağından hayatta kalanlar da teker teker ”kızgın adam” haline gelmiştir…“ 

Oğlu olarak sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum: "Çok yönlüydü, ilkelerinden ödün vermedi, çıkarları uğruna hiç kimseye sokulmadı, her dönemde sadece kaleminin gücüyle ayakta kalmasını başardı. Babamla gurur duyuyorum!" 

Ne güzel bir duygu Burhan Arpad’ın oğlu olmak!

(19.05.2021, Almanya Toplum Gazetesi) 

Devamını Oku

Stefan Zweig ve Viyana

Stefan Zweig ve Viyana
0

BEĞENDİM

ABONE OL
23 Şubat 1942’de bu dünyaya veda etmiş olan değerli yazar Stefan Zweig bir Viyanalı’ydı. Ölümünün ardından 79 yıl geçti. Günümüzde Türkiye’de de çok sevilerek okunan değerli yazar 38 yaşında ününün doruğuna ulaşacağı Salzburg’a yerleşse de hep içten bir Viyana’lı kalmıştı…

Stefan Zweig 28 Kasım 1881 günü Viyana’nın varlıklı bir ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Yahudi asıllı bir kumaş tüccarıdır. Annesi İda zengin bir İtalyan tüccarının kızıdır. Ondan iki yaş büyük ağabeyi Alfred aile şirketinde görev yaparken Stefan lisenin ardından kendini yüksek öğrenime verir. 1900 yılında Viyana Üniversitesi’nde felsefe ve edebiyat tarihi öğrenimine başlar. Üniversiteye yazılır yazılmaz öğrenci yurdunda kendine bir oda kiralar. Zweig üniversitedeki derslere pek katılmaz, günlerini daha çok Viyana’nın kahvehanelerinde, konser salonlarında ve tiyatrolarında geçirir. O yıllarda genç Zweig’ın ilgisini Rainer Maria Rilke ve Hugo von Hofmannsthal’ın yapıtları çeker. Lise öğrencisiyken yazdığı şiirler Viyana’nın edebiyat dergilerinde yayınlanır. 1901 yılında “Gümüş Teller” adıyla kitaplaştırılan şiirler Zweig’ın ilk yapıtıdır. Yine aynı yıllarda Wiener Zeitung genç edebiyatçının kültür makalelerini basmaya başlar. Theodor Herzl’in redaktörlüğünü yaptığı Neue Freie Presse de Stefan Zweig’ın kültür makalelerini yayınlamaktadır. Kısa süre sonra Viyana kültür dünyası genç üniversite öğrencisine geleceğin önemli edebiyatçılarından biri gözüyle bakmaya başlar. Mart 1903‘de Hermann Hesse’ye yazdığı bir mektupta Zweig şöyle der: “Yurtdışında çok kişi Viyana’da edebiyatı sadece bir kahvehanede toplanan edebiyatçıların gerçekleşirdiğini sanıyor.” Genç edebiyatçı Viyana kahvehanelerine sık sık uğrasa da hiçbir zaman oraların devamlı müşterisi olmaz. İlk başarıları genç Stefan’ın gözünü kamaştırmaz, Berlin’e yerleşmeye karar verir, çünkü o Almanya’nın başkentinde kendisini bambaşka bir sanat ve kültür geleceğinin beklediğine inanmaktadır. Felsefe öğrenimini Berlin Üniversitesi’nde sürdürür, ancak birkaç yıl sonra doğduğu kente döner ve yüksek öğrenimini 1904 yılında Viyana Üniversitesi’nde tamamlar. Aynı yıl Zweig’ın ikinci yapıtı olan “Erika Ewald’ın Aşkı” yayınlanır.

Viyana’da kalburüstü ve varlıklı insanların yaşadığı Schottenring bulvarında 14 numaradaki gösterişli binada dünyaya gelen Stefan Zweig daha sonra ailesiyle Concordia Alanı 1 ve Rathaus Caddesi 17 adreslerindeki apartmanlarda yaşar. Üniversite yıllarında yavaş yavaş ünlenmeye başlayan genç yazar ve ve şair 1907’de ailesinin yanından ayrılır, Kochgasse 8 numarada kendine bir kat tutar. Aynı günlerde Emil Verhaeren’i okumaya başlayan Zweig Belçikalı edebiyatçının yapıtlarını Almanca’ya çevirmeye, onu Avusturya’da tanıtmaya karar verir. Verhaeren’in romanlarını basacak Viyanalı yayıncılar ve oyunlarını sahneleyecek tiyatrolar arar. 1910 yılında bir Emil Verhaeren monografisi kalem alır. Stefan Zweig o günlerde Fransız yazar Romain Rolland’la da dostluk kurar. Genç Viyanalı pasifist Rolland’ın görüşlerine hayrandır. Bu dostlukları otuz yıla yakın sürer, birbirlerine karşılıklı sekiz yüzün üzerinde mektup yazarlar. Rolland’la yazışmalarında veya sohbetlerinde konularının ağırlığı Avrupa kültürü, edebiyatı ve politikasıdır. Genç Zweig kendisinden on beş yaş büyük Fransız yazarın etkisinde kalmaya başlar.

1912 yılında tanıştığı evli, iki çocuklu Friderike Maria Winternitz’le sık sık Kochgasse’deki evinde buluşurlar. Ancak bu birliktelik Zweig’ın 1913’de Paris’te genç Marcelle’i tanımasıyla sarsıntı geçirir. Zweig bir ara kendinden bir yaş küçük bu kızdan çocuk sahibi olmayı düşünse de çabucak bu düşüncesinden vazgeçer. Baba olmak sorumluluğunu taşımak istemez.İlişkilerinin sürebilmesi için Friderike’den kocasından boşanmasını talep eder. İki çocuklu Friderike boşanma davası açar, Zweig da Parisli genç aşkından ayrılır. O günlerde başlayan Birinci Dünya Savaşı nedeniyle resmi boşanma ancak 1920 yılında gerçekleşir. Stefan Zweig 12 Kasım 1914 günü Savaş Bakanlığı’nın arşivinde göreve yollanır. İlk günlerin vatanseverliği çabucak savaş karşıtlığına döner. İşte o yıllardır Zweig’ı ‘barışsever, hümanist ve Avrupa aşığı’ bir yazar yapan! 

Viyanalının tiyatroya bağlılığı olağanüstüydü

Viyana, Stefan Zweig’ın gençliğini ve yazarlığının başlangıç yıllarını geçirdiği, deneyim kazandığı kenttir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun başkentinde insanlar aşırı bir istekle kültüre düşkündü. Haydn, Mozart, Gluck, Beethoven, Schubert, Brahms ve Johann Strauss gibi olağanüstü sanatçıların bu Tuna kentinin çocukları olması boşuna değildir! Onlar Viyana’dan dünyaya ışımışlardı. Avrupa kültürünün bütün sanat akımları bu kentte birleşmişti. 

Stefan Zweig Viyana insanını şöyle anlatır: “Bu kentin insanları ağzının tadını bilir, şarabın iyisine, biranın lezizine, değişik hamur tatlılarına ve pastalara çok ilgi duyar.” Onun yetiştiği ortamda Viyanalı sabah gazeteyi eline alınca politika ve dünya olaylarından önce tiyatrolarda neler oynandığına bakardı, çünkü tiyatro kentlinin yaşamında çok önemli bir yer tutardı. Zweig anılarında şöyle devam ediyor: “Başbakan veya zengin bir soylu Viyana sokaklarından geçerken kimsenin gözüne çarpmayabilirdi, ancak bir aktör, bir tenor veya soprano her satıcı kız veya faytoncunun hemen dikkatini çekerdi. Bizim çocukluğumuzda onlardan birine rastlamak övünerek anlatılacak bir olaydı!”

Zweig’ın yetiştiği yıllarda sahne oyuncuları Adolf von Sonnenthal’ın berberini veya Josef Kainz’ın faytoncusunu çoğu Viyanalı tanırdı. Büyük bir tiyatro adamının jübilesi veya gömü töreni günlük politikayı gölgelerdi. Stefan Zweig anılarında ilginç bir şeyden söz eder: “Bizim aşçı kadın bir gün koşarak odaya girmiş ve Burg Tiyatrosu’nun en ünlü kadın sanatçısı Charlotte Wolter’in ölüm haberini ağlaya ağlaya anlatmıştı. Yaşlı ve okuması yazması kıt aşçı kadın yaşamında Charlotte Wolter’i ne sahnede, ne de sokakta bir kez olsun görmüştü…” 1900’lu yılların başında Viyanalı‘nın sanata, hele tiyatro sanatına bağlılığı olağanüstüydü. 

Viyana’da yaşayan müzik ve sahne sanatçıları da kent insanlarına ne kadar önemli olduklarını bilincindeydi, çünkü izleyicileri ve sevenleri karşısında hep başarılı olamazsa sönüp giderdi. Stefan Zweig’ın gençlik yıllarını geçirdiği dönemde Viyana’da kültürü destekleme görevini Yahudi burjuvazisi üstlenmiş sayılıyordu. Sinema, konser, opera ve operet salonlarının baş ziyaretçisi onlardı. Yahudi aileler kitaplar ve tablolar satın alıyorlar, sanat sergilerinden çıkmıyorlardı. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, yirminci yüzyılın başlarında hemen hemen bütün sanat koleksiyonlarını onlar yapmış, bütün sanat denemeleri onlar sayesinde gerçekleşmişti.

Hugo von Hoffmanstahl, Arthur Schnitzler, Peter Altenberg Zweig’ın Viyana’da yaşadığı yıllarda Avusturya edebiyat kültürünü etkilemiş olan yazarlardır. Bilgin, usta müzik yorumcuları, ressam, mimar ve gazeteci Yahudiler Viyana’nın düşünce ve sanat yaşamında çok üst düzeyde rol oynamıştı. 

Viyana’nın tasasız yaşamı

Stefan Zweig’ın gençliğini geçirdiği yılların Viyana’sında kolay ve tasasız yaşanırdı. Yoksulla zengin, Çek’le Alman, Yahudi’yle Hıristiyan arasında hep rahat ve barış dolu bir hava eserdi. Kent insanı keyif içinde rahat bir yaşam sürdürürdü. Zweig o günlerden şöyle söz eder: “Babamların ve büyükbabamların kuşağı sessiz, dosdoğru ve kara bulutsuz bir yaşam sürdürdü… Onları kıskansam mı diye düşündüğüm günler olmuyor değil!” Gerçekten de genç yazar Birinci Dünya Savaşı öncesinde geçirdiği Viyana yıllarında heyecanlanmalar, taşkınlıklar, nedir bilmemişti, çünkü iyimser bir liberalizmin içindeydi. “Bizler o yıllarda yaşamın akıntısına kapılmış sürükleniyorduk”, der Stefan Zweig. “Bütün bağlılıklarımız kökünden sökülmüştü. Sona sürüklenen bizler mistik güçlerin kurbanı, gönüllü uşağı olmuştuk. Kutuplar arasındaki gerginliği ve ürpertisini bedenlerimizin tüm dokularında hissetmiştik…” 

Viyana doğumlu Zweig içten bir Viyanalıdır, ancak kentini eleştirmeden de edemez. İçine girmiş olduğu aydınlar ortamını aldatıcı, pervasız bulduğu anlar olmuştur. Kiminin kahvelenelerde zaman harcadığı görüşündedir. O yıllardan kalan bazı fotoğraflarda düşünceli, temkinli, hatta hüzünlü bir Zweig görürüz. İlgisiz ve dalgındır, sanki bir başka dönemin insanıdır. 1904 ile 1914 yılları arasında sık sık yurtdışına gitmeye başlar. 1910 Hindistan ve 1912 Amerika yolculukları onu çok etkiler. Zweig’ın gittikçe sık Viyana’dan uzaklaşmasının nedenlerinden biri de kenti zamanla aşırı melankolik bulmaya başlamasıdır. Diğer nedeni ise ufkunu genişletmek istemesidir. Genç Viyanalılar grubundan tanıdığı, ilerde Salzburg yıllarında da sık sık görüşeceği Hermann Bahr da onun değişik ülkeler ve insanlar görüp tanıma isteğini destekler. İşte Zweig bu süreçte defalarca Londra, Paris, Brüksel ve Berlin’i ziyaret eder, kendine yeni dostlar edinir. Bunlardan biri de ünlü edebiyatçı en son yapıtını Almanca’ya çevirdiği Emile Verhaeren’dir. 

Avrupalı ruhuyla yetişmişti

Yaşamının son döneminde kaleme aldığı “Dünün Dünyası”nda doğup büyümüş olduğu, bir süre uzak kaldığı Viyana için “dünya kentleri içinde en kıdemlisi” der. Çünkü insan kişiliğini, özgürlüğünü yitirmeden her yöne açık bu kente kolayca uyum sağlayabiliyor. Onun yetiştiği yıllarda sayısız ulustan insanın yaşamış olduğu Viyana üzerine Zweig şöyle konuşur: “Avusturya sarayında iki yüz yıl boyunca Almanca’dan çok İspanyolca, İtalyanca ve Fransızca konuşulmuştu.” Avrupalı ruhuyla yetişmiş olan genç yazar kendini Viyana dışında Paris veya Londra’da da mutlu hisserdi. Yaşamı boyunca onu hep canlı tutacak görüşlere açıktı.

Gençliğinde, üniversite yıllarında tiyatrolar, opera, kahvehaneler, lokantalar hoşuna giderdi, ancak zamanla doğduğu kente olan yakınlığını yavaş yavaş yitiremeye başlar. “Viyana insanı o kadar etkiliyor ki, gün oluyor kişisel özgürlüğünü elinden alıyor”, der Zweig o günlerde Friderike’ye yazdığı mektupların birinde. Savaşın ardından Viyanalı sanki hafifliğini, rahatlığını, uçarılığını yitirmiş gibidir. Zweig’ın kendini yorgun hissettiği anlar olur, hatta kimi günler savaştan yenik çıkmış Avusturya’nın başkentinin çürümeye, çökmeye başladığını görür gibi olur. Yakın tanışı Hermann Bahr’ın bir zamanlar dediği: “Viyana’nın kent huzuru dünyaca ünlüdür“, sözü artık geçerli değildir.

Evet, Stefan Zweig Birinci Dünya Savaşı’ndan ağır yaralı çıkmış olan Avusturya İmparatorluğu başkenti Viyana’dan uzaklaşmaya başlamıştır. 1919’da Friderike’yle, iki yıl önce Salzach ırmağı kıyısındaki şirin kent Salzburg’un Kapuzinerberg tepesinde satın almış olduğu, küçük bir sarayı andıran tarihi Paschinger villasına taşınır.

* * *

Savaş karşıtıydı Stefan Zweig. İnsan ve yazar olarak özgürlüğüne düşkündü. "Savaşlardan nefret ederim" derdi. “Savaşlar yüz binlerce çocuğu öksüz bırakır. Kaba kuvvet insanların iç dünyasına hiçbir zaman huzur getirmez…” Dünyaca ünlü bu aydın hümanistin Hitler rejiminin dayanılmaz baskıları altında ruhsal çöküntüye uğraması çok trajiktir. Stefan Zweig, üzerindeki bütün baskılara karşın yine de yazdı durdu, ancak Nazi faşizminin özgür düşünceyi yok etme girişimleri onu ve ikinci eşi Lotte’yi sonunda ölüme sürükledi. “Yıldızın Parladığı Anlar“ın yazarı Stefan Zweig, bu dürüst ve iyi yürekli aydın yazar, ölümünden şimdiye hiç yitirmedi güncelliğini. O, bir huzursuzluğun diğerini takip ettiği günümüzde düşünceleriyle insanlığa her zamankinden daha çok gerekli.

Devamını Oku

“Hep zayıfların yanında yer aldım”

“Hep zayıfların yanında yer aldım”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Geçen yüzyıl Alman epik tiyatrosunun en önemli ismi kabul edilen Bertolt Brecht 10 Şubat 1898’de Augsburg’da doğmuştu. Yarattıkları ölümünden 65 yıl sonra da severek okunuyor.

1920’li yıllarda: “Büyük ve ünlü şiirler kanımca insanlık için birer belgedir”, diyen Brecht bu görüşüyle şiire ne kadar çok değer verdiğini, onun etkisini ne kadar çok önemsediğini belirtmek istemiştir. Tiyatro yazarlığı ve rejisörlüğün yanı sıra şairliğe ve şiire de ağırlık vermesinin nedeni budur. Brecht’in şiirleri onun anlık duygularını veya L’art-pour-l’art şairlerinin duygularını yansıtmaz. O sokağı anlatır, mahalle meyhanelerinde konuşulanları ve kabare konularını şiirlerine alır. Kimi edebiyat tarihçileri Brecht’in François Villon, Arthur Rimbaud ve Frank Wedekind’den etkilendiğine inanır. O şiirlerini edebiyat çevrelerinin okuma akşamlarında sunmasını sevmezdi. Brecht gitarı eşliğinde şiirlerini, koşuklarını ve şarkılarını küçük kent lokanta ve meyhanelerinde küçük insanlara sunmasını yeğlerdi. O burjuva karşıtıydı.

İleride o günlerden şöyle söz etmiştir: “Ben varlıklı bir ailede büyüdüm. Çocukluğum boyunca çevremde hep hizmetçiler vardı. Okula giderken bir yakalık takmak zorundaydım. Öğretmenlerimden emirler almaya alıştırılmıştım. Ancak büyüyüp biraz özgürleşince içinde yaşadığım sınıf hoşuma gitmemeye başlamıştı. Ne emirler işitmek istiyordum, ne de başkalarının bana hizmet etmesini. İşte o günden sonra sınıfımı terkettim ve hep zayıfların yanında yer aldım…”

İnsanlığın 20. yüzyılda yaşadığı iki dünya savaşı Bertolt Brecht‘in yaşamını çok etkilemiştir. Bunu sadece tiyatro eserlerinde değil, şiirlerinde de görmek mümkündür. Sorunlar içindeki topluma seslenirken çok inandığı akılcılığı elden bırakmaz. 

Nazi Almanyası’nda Hitler ve çevresinin Almanya’yı ele geçirmeye başladığını sezen tiyotro adamı 1933 yılında ülkesini terk eder. O günlerde Berlin’de büyük tiyatro adamı Max Reinhardt’ın yanında oyun yazarı olarak ünlenmeye başlamıştı. Almanya’yı terk etmesinin ardından yıllarını Avusturya, Fransa, İsviçre, Danimarka, İsveç ve Finlandiya’da geçirir. Savaş yıllarında, 1941’de Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşmeye karar verir. 1947’ye kadar bu ülkede kalan Bertolt Brecht en önemli yapıtlarını ‘sürgün’de gerçekleştirir. Savaş bitiminde İsviçre üzerinden 1948’de tekrar Almanya’ya döner. İki yıl sonra da tiyatro oyuncusu ve yöneticisi eşi Helene Weigel’le Berlin’de ünlü “Berliner Ensemble”yi kurar. Bu yıllarda Bertolt Brecht dünyaca ününe kavuşur.

Zeki, etkileyici, yerine göre de tartışmaktan kaçınmayan biri olduğunu anekdotlardan oluşan “Gerçeği Söylemenin Tehlikesi” kitabında görüyoruz. Brecht’in tiyatro, bilim, basın, otomobiller, aristokrat komünistler üzerine gülümseten ve düşündüren görüşleri anekdotlarında yaşanıyor. Brecht’ten öğretici, eğlendirici bu kısa öykücükler anlamlarını ve önemlerini hiçbir zaman yitirmeyecek yapıtlar.

Büyük nasyonalist parti Almanya’da otoriteyi ele geçirdikten kısa süre sonra Bay B.’nin üzerlerine gazyağı dökülen kitapları alanlarda yakıldı. Bay B. az önce bavullarını toplayıp yurtdışına kaçmıştı. Eşiyle Avusturya başkentine geldiğinde ahlak filozofu Karl K. şöyle konuşmuştu: “Fareler batmakta olan gemiye bindi.” 

20. yüzyıl Alman tiyatrosunun en önemli ve etkileyici tiyatro adamı ve lirik şairinin daha okul yıllarında yazılı çalışmalarında Goethe’den alıntılar yaptığı bilinir. Öğretmenlerinin bütün Goethe sözlerini tanımadığına inandığı için de kimi çalışmasında kendi görüşlerini kullanırdı. Gerçekten de öğretmenleri bunu fark etmez, öğrenci Bertolt’un Goethe’den alıntı yaptığına inanırdı.

Bir toplantıda tartışılıyordu: Son yıllarda filme ve tiyatroya olan ilgi sürekli artmaktaydı. Bu görevin altından kalkabilecek yetenekte yeterli rejisör var mıydı? Bunlar kimler olabilirdi? Bay B. bir an düşündükten sonra şöyle konuştu: “Dünyada bunu başarabilecek iki rejisör vardır. Bunlardan biri Chaplin’dir.” 

Geçen yüzyıl Alman epik tiyatrosunun en önemli ismi kabul edilen, yarattıkları ölümünden 65 yıl sonra da severek okunan Bertolt Brecht 48 tiyatro eseri, 2300 şiir ve 200 öyküyle peşinde, uzun yıllar yitirilmeyecek izler bırakmıştır. Zamanın ruhuna karşı eserleriyle küçük insanı her dönemde, her ülkede hep kendine bağlamasını bilmiştir. Bertolt Brecht’in şu sözü ilginçtir: “Başkalarını aydınlatmak dünyanın en eski ‘meslekleri’nden biridir. Mesleğim beni avucunun içine aldı!”

14 Ağustos 1956’da Doğu Berlin’de gözlerini bu dünyaya kapattığında 58 yaşındaydı. Ölümünden kısa süre önce yanına çağırdığı papaz ve yazar Karl Kleinschmidt’e şunları söyler: “Arkamdan yazın, Brecht rahatsız edici biriydi! Bu, ölümümden sonra da değişmeyecek!” Sosyalist-devrimci tiyatro adamı haklı çıktı.

Devamını Oku