34,9515$% 0.16
36,6973€% 0.2
44,1392£% -0.26
2.986,24%-0,66
2.658,49%-0,78
10.125,46%0,66
17 Nisan 2021 Cumartesi
Kar, kış, kıyamet: Abdülkadir Tamer'den bir öykü
Kaleminin gücüyle ayakta kalan babam: Burhan Arpad
... Ve Zonguldak
Yer altında Romanlar ve Gebenler
"Göğü kucaklayıp getirdim sana, kokla açılırsın"
İçimdeki cinayet (Altıncı Bölüm-FİNAL)
Ekrem eve döndüğünde Pınar çoktan uyanmıştı. Uzun bir süre ağladığı gözünün kızarıklığından belli oluyordu. Ekrem soğukkanlılığını koruyarak yanına oturdu. Pınar’ın elinde disketteki ve ölen adamın evinin duvarındaki ile aynı olan fotoğraf duruyordu. Ekrem önce Pınar’ın elindeki fotoğrafa baktı, sonra yavaşça elinden aldı, kenara bırakıp Pınar’ın ellerini tuttu. Bir süre sessizce ne diyeceğini düşündükten sonra Ekrem gerildiğini hissetti. Pınar’ın rahatça anlatabilmesi için ona sarılarak sordu:
-Her şeyi açığa kavuşturacak sır sendeymiş gibi hissediyorum. Sonu ne olursa olsun ben hep senden yanayım. Her ne olduysa bilmek istiyorum. Bilemediğim zaman ihtimalleri düşünmekten aklımı kaybetmenin eşiğinde sürünüp duruyorum. Ne olur beni de rahatlat, anlatıp sen de rahatla.
Pınar elinin tersi ile göz yaşlarını sildikten sonra Ekrem’e doğru iyice sokularak titrek sesi ile anlatmaya başladı:
-Ev sahibini ben öldürdüm. Diğerini zaten biliyorsun. İkisi de babamın eski arkadaşları. Ben ilkokuldayken bu şerefsizlerin ikisi de beni taciz etmişti. Detayını anlatmaya dilim varmıyor. Babamın olan bitenden haberi yoktu. Ne zaman bize gelecek olsalar korkudan titrer, odama saklanırdım. Korktum, ne anneme ne de babama söyleyemedim. Yıllardır bu acı beni yaktı kavurdu. Unuturum sandım, alışırım sandım. Öyle olmuyormuş. Zaman her şeyin ilacıdır dedim, zaman geçtikçe daha da derinleşti yaralarım. Zaman çürüttü beni. Zaman beni değiştirdi. Zaman beni defalarda öldürdü. Çok kez canıma kıymayı düşündüm. Annemin öldüğümü öğreneceği zaman yaşayacağı ıstırap gözümün önüne geldi. Yapamadım. Kendime kıyardım, ona kıyamadım. Normal davranarak herkes gibi yaşamaya çalıştım. Sanırım bunu başardım da. Dışarıdan bakınca herkes gibi hayatımı sürdürdüm. Ama içimdeki yarayı benden başka kimse bilmedi. Sebebini bilmiyorum, babam bunlarla görüşmeyi kesti. Uzun süredir ne cehennemde olduklarını bilmiyordum. Aşağıdaki zilin üstünde yazan isimden ev sahibinin o şerefsiz olduğunu fark ettim. Emin olmak için görmeyi bekledim. Onu gördüğümde içimi hırs kapladı. Hala nefes alıyor oluşu kanıma dokundu. Öldürmeliydim onu. Senin anahtarını aldım bir gün. Ev sahibin beni tanımadı, yeni kiracınızın kardeşiyim dedim, balkondaki kombide sorun olduğunu, gelip bakmasını istediğimi söyledim. Orada bayıltıp elini ayağını bağladım. Uyanmasını bekledim. Yarı baygın, sersem gibiydi. Bacağını deşerken acı çekiyordu ama tepki veremiyordu. Kanı boşalırken, canı çıkarken onu izledim. Balkona bıraktığım disket ve not polisler bulduğunda sebebini anlasın diyeydi. Ama daha sonra senin de başını yakmaktan korktum. Geri geldim. Geldiğimde sen cesedi bulmuştun. Karşı balkondaki adamı görünce diğer tacizciye benzettim. Bu kadar tesadüf olmasına çok şaşırdım. Gidip öğrenmek için, onu da yok etmek için can atıyordum. Bilinçsizce evine gittim. Adı yazmıyordu zilde. Kapıyı çaldım. Adını sordum. Sandığım şerefsizdi o. Onu da geberttim. Rahatladın mı dersen içimdeki yarada hiçbir değişiklik olmadı. Ama artık o ikisinin benim yaşadığım dünyada bulunmayışı hoşuma gitti. Benim işlediğim bu iki cinayet, içimdeki cinayetlerin bir bedeliydi. Birkaç gündür sana muhtemelen hiç yaşamayacağın şeyler yaşattım. Çok üzgünüm. Karşıdaki adamı öldürdüğüm gece sen uyuduktan sonra balkondaki cesedi de temizledim. Sen bu gerilimi yaşamayı hak etmedin. Sana başıma gelenleri anlatmayı denedim, yapamadım. Seni kaybetmekten korktum. Bana kötü bakmandan korktum. Tabi sen öyle bir insan değilsin, bunu biliyorum, içini biliyorum. Ama kendimde o cesareti bulamadım. Özür dilerim.
-Pınar, ne yaşarsan yaşa, senin gönlümdeki yerin hiç değişmeyecek. Keşke daha önce söyleseydin bana, rahatlasaydın. Senden önce ben gebertirdim bunları. Eskiden olduğu gibi ne olursa olsun yanındayım. Bende sana karşı en ufak bir değişiklik yok, olamaz da. Sen benim her şeyimsin.
Daha sıkı sarıldıkları anda kapı çaldı. Bu kez irkilmediler. İkinci kez çalana kadar sımsıkı sarıldılar. Ekrem kapıya bakmak için kalktı. Pınar kendini daha iyi hissettiğini fark etti. Kapıya gelen ev sahibinin oğluydu. Ekrem derin bir nefes alıp kapıyı açtı.
-Merhaba, babam birkaç gündür kayıp, acaba sizin bilginiz var mı, gördünüz mi hiç?
-Merhaba, çok üzüldüm. Geçenlerde balkonda otururken görmüştüm ama ondan sonra görmedim bir daha. Sizin balkonda.
Ev sahibinin oğlu ‘anladım’ der gibi başını salladı, sessizce merdivenlerden çıkarak gözden kayboldu. Kapıyı kapattı, çocuğa üzülmüştü, yeniden Pınar’ın yanına gitti. Ekrem’in odaya girmesi ile aynı anda Pınar’ın telefonuna bir bildirim geldi. “Kadıköy’de esrarengiz cinayet.” Bildirime dokunarak haberi açtı. Birlikte habere göz gezdirdiler:
“KADIKÖY’DE ESRARENGİZ CİNAYET
Kadıköy’de çöp toplama kamyonunda battaniyeye sarılı bir erkek cesedi bulundu. Polis ekipleri cesedin kimliğinin tespiti ve cinayet şüphelilerinin yakalanması için geniş çaplı çalışma başlattı. Caferağa Mahallesindeki çöpleri toplayan kamyonun çöpleri çöp aktarma istasyonunda boşalttığı esnada ceset olduğunu fark eden belediye temizlik görevlileri, durumu polise bildirdi. Belediye görevlileri aktarmayı durdururken, ihbar üzerine bölgeye polis ekipleri sevk edildi. Polis ekiplerinin incelemesinde, elleri ve ayakları bağlı bir erkeğe ait olduğu belirlenen ceset, otopsi için adli tıp morguna kaldırıldı. Cesedin kimliğinin tespiti için çalışmalar sürerken, Asayiş Şube Müdürlüğü ekipleri olayla ilgili şüpheli ya da şüphelileri yakalamak için çalışma başlattı. Ekipler, Caferağa Mahallesinde tüm işyeri ve binalara ait güvenlik kameralarını da incelemeye aldı. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.”
-Kızım adamı öylece çöpe mi attın?
-Ne yapsaydım? Tören düzenleyip toprağa mı verseydim? Öylece atmadım ayrıca, battaniyeye sardım. Aşağı nasıl indirdim haberin var mı? Belim koptu.
-Merdivende gören olsaydı?
-Olmadı.
Karşılıklı tebessüm ettiler. İkisinin de içinde gereksiz bir rahatlık vardı. Belki de olması gereken rahatlık buydu. Özel eşyalarını toplayıp kaçmaya karar verdiler. İki valiz çıkarıp değerli gördükleri eşyaları toplamaya başladılar. Aslında birbirlerinden daha değerli bir şey olmadığını fark ettiler. Valizleri bırakıp küçük bir sırt çantasına sığan eşyaları ile sakin ve rahat bir halde yola koyuldular. Havalimanına giderken yolda vizesiz gidebilecekleri bir ülke seçip ilk uçağa bilet aldılar. Yeni bir hayat kurmak için kaybedecek bir şeyi olmayan ikili, görevini layıkıyla tamamlayıp huzurla emekli olan bir çalışan gibi şendi. Bir daha dönmemek üzere ayrıldıklarının farkındaydılar. Birbirinin gözlerine baktıklarında memleketleri, aileleri, arkadaşları, mazileri ve ölümü hak etmiş iki cesedi gördüler. Artık her şey gözlerinin içinde saklıydı. Arkada bıraktıkları herhangi bir şeyi özlediklerinde birbirinin gözlerine sımsıcak bakmaları yetecekti.
Karanlığı aydınlatmak karanlığın
kendisine düşer. Işığı emen karanlıkları
aydınlatmaya hiçbir ışığın gücü yetmez.
Kararan hayatların hatırasına dokunmaya
ise hiç kimsenin ışığı yetmez.
Mutfak fayansının serinliği hoş gelmişti. Zeminde uzunca bir süre hayatları hakkında konuşmuşlardı. Ekrem “Her şey güzel olacak derken gelen yeni felaketler bu dünyada sanki zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak şekilde yorulalım diye yaratılmış sistemin bir oyunu gibi her yeni gün yeni bir sürpriz doğuruyor. Bazen abartıp ikiz, üçüz sürprizlere gebe kalıyor. Hayatımızın böylesine derin felaketlerle süslenmesine sebep olacak bu gebelikler kesin bizim etken veya edilgen olarak bir boklar yememiz sonucunda ortaya çıkıyor.” dedi. Pınar araya girdi: “Etken veya edilgen olmak mı? Masum bir çocuk ne yapmış olabilir de başına kötü bir şey gelmiş olabilir Ekrem?” dedi ve sert bir şekilde ayağa kalktı. Gereksiz ciddiyet ortamı germişti. Balkon camına yansıyan mavi ve kırmızı renkli ışıklar sırayla kendini gösteriyor, sanki yarış yapar gibi aceleyle yanıp sönüyordu. Ortama hâkim olan gereksiz ciddiyet, yerini gerekli bir gerginliğe bırakmıştı. Duymayı umdukları siren sesini duymadılar. Pencereden aşağı baktıklarında apartmanın önüne park edilmiş polis aracının tepesindeki ışıkla göz göze geldiler. Aracın yanında kimse yoktu. Kapı zilinin çalması surun üflenmesine benzer bir korku yarattı. Pınar derin bir nefes aldı, bluzunun alt kenarını elleriyle düzelterek kapıya doğru ilerledi. Ekrem pencereden aşağı baktı. Atlanamayacak kadar yüksekte olduklarını düşündüğü sırada kapının açılma sesi ile bakışlarını koridora yönelterek dinlemeye koyuldu. Kapıda polis memuruyla konuşan Pınar bir süre sonra mutfağa geldi. “Balkondan düşen amcayla ilgili ifademi alacaklarmış. Karakola gitmem gerekiyormuş.” Ekrem dili tutulmuş gibi bakakaldı. Pınar’ın gözlerine bakıyordu ama bu esnada fazla panik yaptığını düşünüyordu. “Ulan nasıl panik yapmayayım, evde adam ölmüş, sevgilim başka bir adamı öldürmüş, evdeki cesedi biri götürmüş, eve polis gelmiş, nasıl panik yapmayım. Ben yapmayayım da kim yapsın.” diye içinden kendi kendine konuşurken Pınar’ın gittiğini fark etmemişti. Psikolojisinin berbat bir halde olduğunun bilincindeydi ama kontrol edecek gücü yoktu. Pınar karakola yalnız başına gitti diye düşündü, ben niye gitmedim ki? Keşke ben de gitseydim. Lan niye evde kaldım ben?
Mutfakta ne yapacağını bilmez bir halde volta atarken tezgâhın üstündeki disketi gördü. Disketin içine henüz bakmadıklarını fark etti. Bunu nasıl unutabilirler? Üzerini değiştirip disket sürücüsü olan bir bilgisayar bulmak için evden çıktı. Yakınlarda bulunan bir tekel bayiine gitti.
– Selamün aleyküm abi.
– Oooo günaydın Ekrem, yerleşebildin mi eve?
– Eh işte abi, ne var ne yok iyisin?
– Aynı be Ekrem’im ne olsun. Bekliyoruz işte.
– Abi ben sana bir şey soracağım. Bende bir disket var, ilkokuldan kalma, hatırası var bunun, bugün boş bulundum aklıma geldi, dedim bir açıp bakayım. Disketi çalıştıracak bilgisayar lazım bana. Var mıdır sende eski makinelerden?
– Yok be abim kaldı mı onlardan. Şu geçen balkondan düşen Ekrem dayı vardı duydun mu, olsa olsa onda olur öyle eski şeyler. Daktiloyla falan mektup yazdığını duymuştum rahmetlinin. Evi de çöplük gibiymiş laf aramızda. Eski püskü işe yaramaz ne varsa doldurmuş.
– Ekrem dayı mı? Adı Ekrem miymiş onun?
– Adaşsınız.
Esnaf gülüyordu, Ekrem kan ağlıyordu. Sevgilisi bir Ekrem öldürmüştü. Bir Ekrem de kendisiydi. Acaba sevgilisi ikinci Ekrem’i de öldürmek ister miydi? Düşünceleri bulanıklaşmaya başlarken teşekkür ederek dükkândan çıktı. Birkaç esnafa daha sordu. Biri hariç hepsinden rahmetli Ekrem dayıda olabileceği cevabını almıştı. Aslında internetten bulabileceğini düşünse de en kısa zamanda disketin içindekileri görme arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Ölen iki kişiyi geri diriltecek bir bilgi olmadığı kesindi. Ekrem eve dönerken uzaktan gelen Pınar’ı gördü. Hızlı adımlarla Pınar’a doğru yürümeye başladı. Pınar Ekrem’e telefondan mesaj gönderdi.
"Gelme, eve geç".
Ekrem mesajı görünce durdu. Eliyle ‘neden’ diye işaret etti uzaktan. Pınar sakinliğini korumaya çabalarken bir yandan da ne olacaksa olsun diyerek olay çıkarmaya çalışan duygularını zapt etmekle meşguldü. Telefonunu cebine koyup yürümeye devam etti. Ekrem’in yanına geldiğinde beraber konuşmadan eve çıktılar.
– Mesaj atıyorum el kol yapıyorsun, eve gitsene, neden geliyorsun bana doğru? Adam öldürmüşüz boka batmışız sokağın ortasında panikleyerek bana doğru geliyorsun. Bir de bağırsaydın keşke oradan, ne yaptın, inandı mı polisler falan deseydin.
– İnandı mı polisler?
– Tövbe ya rabbim sen bana sabır ver. Adam öldürdüm lan ben adam. Senin kadar paniklemiyorum kendine gel artık.
Ekrem adeta “mala bağlamış” tabirinin ete kemiğe bürünmüş halini oynuyordu. Böyle bir deyiş bulunmadan önce Ekrem’in bu halini kim görse “mala bağlamış” derdi. Pınar biraz sakinleşince prosedür gereği alınan basit bir ifade olduğunu, sorun olmadığını anlatarak Ekrem’in içini rahatlatmıştı. Ekrem de disketi Pınar’a hatırlatmıştı. Pınar, o nazik kız disketi görünce “hassiktir” demişti. Ağzına hiç yakışmıyordu ama bu kelimeyi bugün kullanmayacak da ne zaman kullanacaktı. Hayatında bundan daha kötü bir gün yaşayabilir miydi?
Havanın kararmasını bekleyip balkondan düşen adamın evine girip orada disketi çalıştıracak bir bilgisayar bulma fikrini ortaya attı Ekrem. Pınar bu fikre sıcak bakmadı. Ekrem onu ikna etmek için diretmedi. Ne de olsa kendilerini kurtarmak için bir adamı öldürmüş, büyük bir cesaret göstermişti. Ekrem düşündükçe utandı. Bir şeyler yapmak, ona olan borcunu ödemek için tek başına gitmeye karar verdi. Pınar uyuyunca sessizce evden çıkıp karşı apartmana gitti. Hafif bir zorlama ile rahmetli Ekrem dayının kapısını açtı. Cep telefonunun ışığıyla etrafı kontrol etti. Eski monitörler, nokta vuruşlu yazıcılar, daktilolar ve çeşitli eski elektronik parçaların gelişigüzel dağıtıldığını gördü. Çalışabileceğine inandığı temiz görünümlü, disket sürücülü bir bilgisayar buldu. Hiçbir aletin kablosu yoktu. Çekmeceleri, dolapları karıştırarak bilgisayarı çalıştırabilecek kabloları bir araya getirip taktı. Bilgisayarı sonunda açabildi. Heyecandan kalbi küt küt atıyordu. Uzunca bir süre bilgisayarın açılmasını ve kendine gelmesini bekledikten sonra disketi özenle yerleştirdi. Nazikçe disket simgesine çift tıkladı. Bir fotoğraf ve bir metin dosyası olduğunu gördü. Önce fotoğrafa tıkladı. Açılması biraz uzun sürdü. Fotoğraf nihayet açıldı. Ayasofya müzesinin arka fonunu oluşturduğu fotoğrafta ölen ev sahibinin gençliği ile dizinde oturan küçük bir kız çocuğunu gördü. Detay aradı, fark edemediği bir şeyler olduğunu düşündü. Ama sıradan, hatıra için çekilmiş bir fotoğraf gibiydi. Disketin içindeki metin dosyasını da açtı. İçinde sadece bir şiir vardı.
“Nerede hatırlasam seni, içimde bir intihar süsü gerginliği,
Seni bir akşam üstü alıkoysalar, derin kuyulara atılsan,
Faili meçhul bir cinayete kurban gitmesen, beni beklesen,
Bileğindeki o ince damardan aksa kanın, izlesem, izlesem, gülsem,
İntihar süsü vermesem sana, içimde büyüyen, kendime sakladığım.”
Bu şiiri her kim yazdıysa ev sahibini öldüren de odur diye düşündü Ekrem. Ancak fotoğrafa bir anlam veremedi. Evde daha fazla durmak istemedi. Cep telefonuyla disketteki fotoğrafın ve şiirin fotoğraflarını çekti. Bilgisayarı eski haline getirip parmak izlerini acemice sildikten sonra karanlıkta çıkışa doğru ilerledi. Yolunu görmek için tuttuğu ışık duvardaki dev tabloyu aydınlattı. Ekrem donakaldı. Yavaşça tabloya yaklaştı. Işığı tablonun üstünde gezdirerek inceledi. Disketteki fotoğrafın aynısının ölen karşı komşusunun evinin duvarında olmasına bir anlam veremedi.
Ekrem hızla kapıyı açarak Pınar'ın kolundan tutup içeri çekti. Sormaya korksa da bir açıklama bekliyordu. Mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Ya da bunların hepsi saçma bir rüya olmalıydı. Bir süre sessizce bakıştıktan sonra Pınar konuşmadan banyoya gitti. Aynanın karşısında solgun yüzünü izleyerek yavaş hareketlerle kıyafetlerini çıkarıp yere attı. Duşa girip suyun altında öylece bekleyen Pınar'ı izleyen Ekrem açık kalan duşun kapısını çekerek kapattı. İkisinin de çok yıpranmıştı. Mantıklı olan hamlenin ne olduğunu düşünecek halleri kalmamıştı. Bir süre klozette oturan Ekrem de soyunup Pınar'ın yanına duşa girdi. Uzunca bir süre suyun altında gevşedikten sonra hiçbir şey olmamış gibi çıkıp kurulandılar, pijamalarını giyerek televizyonu açtılar. Birbirlerine sarılarak açılan ilk kanalı gece yarısına kadar sessizce izlediler. Televizyonun karşısında derin ve güzel bir uyku çektiler. Ertesi gün öğle saatlerine kadar deliksiz uyudular.
Ekrem uyandığında kendisini beklediği her halinden belli olan Pınar'ı gördü. Yavaşça doğruldu ve yatağın içinde karşılıklı oturdular. Ekrem daha bir şey diyemeden Pınar ruhsuz sesiyle konuşmaya başladı:
"Dün karşı apartmanda bizi izleyen adamın evine gittim. Kapıyı çaldım. İçeri girip adamı balkona götürdüm. Balkon penceresi açıktı. Aşağı itip düşürdüm. Sonra aşağı inip yanına gittim. Zar zor nefes alıyordu. Şüphe çekmemek için 112'yi arayıp yardım istedim. İlk yardım yapıyor gibi başında dururken ağzını ve burnunu kapatıp öldüğünden emin olmak istedim. Çırpınacak dermanı bile yoktu. Gözümün içine bakarak öldü. Ambulans gelince adamı yerde yatarken görüp yanına geldiğimi, ilk yardım yaptığımı ama adamın ölmesini engelleyemediğimi söyledim. Bizi balkondaki cesetle gören tanığımız artık yok. Bence rahatlayabiliriz, değil mi?"
Ekrem'in yüzünde olması gerektiği gibi bir şaşkınlıktan ziyade gizli bir sevinç ifadesi vardı.
Ekrem "Arkanda iz bırakmadıysan rahatladık sayılır. Ama adam öldürdün Pınar bunu nasıl yaptın?"
Bir süre sessizce bakıştılar. İkisinin de aklından mantıklı açıklamalar süratle akıyordu. Evde çıt çıkmıyor, sanki bakışarak düşüncelerini okuyor gibi öylece duruyorlardı. Yıllarca rutin bir hayat yaşamış insanların bir anda nasıl bir duruma düştüğünü düşündüler. Doğru düzgün bir şeyler yeme arzusunu bu durumda bile bastıramadılar ve kahvaltı hazırlamaya karar verdiler. "Önce kahvaltı, sonra plan. Bu adrenalin dolu yaşamı bir süreliğine de olsa unutalım" dedi ve zoraki bir gülümsemeyi yüzüne kondurdu Ekrem. O mutfağa doğru giderken Pınar da kendine direnen bacaklarını yatağın dışına itmeye zorluyordu. "Pınar" diye bağırarak mutfağı inletti Ekrem. Pınar yavaş hareketlerle yataktan çıkıp doğruldu, mutfakta yeni bir şoka girmiş olan Ekrem'in yanına doğru ağır adımlarla ilerledi. Bir seri katilin dakikadaki nabız sayısını damarlarında canlandırıyordu. Bu sakinliğine kendi de şaşırdı. Mutfağa gittiğinde Ekrem onu pek de sakin olmayan tavrıyla karşıladı. "Pınar ceset yok, kan yok! Ya çıldıracağım ne oluyor burada, delirdim mi, rüya mı gördüm, söyle neler oluyor bana bir şey söyle gerçeklikten uzaklaşıyorum!" Pınar Ekrem’e sarıldı. Pınar’ın saçlarının arasından duvar kenarındaki belli belirsiz kan lekelerini gören Ekrem, Pınar'ın kollarından sıyrılarak izleri takip etti. Giriş kapısına doğru uzanan aralıklı kan lekelerinden cesedin evden sürüklenerek götürüldüğünü anladı. Kapıyı açarak merdiven boşluğuna doğru baktı. Dışarısı güzel temizlenmiş ya da ceset bir şeyin içine konularak götürülmüş olmalı diye düşündü, kan lekeleri sadece evin içinde vardı. Banyoya yönelip birkaç malzeme ile kalan kanları hızlıca temizlediler. Temizlik bitince koridorda yere oturdular. Giriş kapısının yakınına çökerek duvara yaslandılar. Ekrem eliyle balkonu işaret ederek kısık bir sesle "bu gavatı benim evime kim getirdi, kim götürdü? Niye getirdi, niye götürdü?" dedi. Pınar gözlerini Ekrem'in gözlerinden omzuna kaydırdı, kolunu takip ederek işaret parmağına kadar takip etti. İşaret parmağının ucundan yere atlayan bir böceği takip eder gibi bakışı yere doğru yavaşça indi. Ardından gözlerini kapattı. "Küfürlü konuşma Ekrem" dedi. "Sana hiç yakışmıyor. Okumuş adamsın, kendine gel." diyerek gülme krizine girdi. Serin mutfak fayansının üzerine yatarak yorulana kadar güldü. Ekrem'in eli hala balkonu işaret ediyordu. Bir eline baktı, bir yerdeki sevgilisine baktı. Elini indirerek sırtını duvara yasladı. Pınar ne kadar da güzel gülüyordu. Onu izlerken hafifçe tebessüm ettiğini fark etti. Düşünemeyecek kadar yorgundu. Aklına bir şey gelmiyordu. Belki de böylesi daha iyiydi.
Hayat insanı bazı zamanlarda insanı üst üste aksiliklerle sınamakla meşgul olur. Bundan ayrı bir zevk duyar. İnsan problemler arasında kıvranırken yepyeni bir sorun daha doğurtuverir ellerine. Bakacak gücü olmayan bir babanın kazayla dünyaya getirdiği çocuğu kucağına almasındaki çaresizlik gibi köşeye sıkıştırıverir aciz insanı. Ancak o babanın içinde çaresizliğe karşı büyük bir umudu da vardır. Bebeğin yüzüne baktıkça, pamuk tenine dokunmaya kıyamayıp uzaktan sevdikçe enerjisi birikir yıpranmış yüreğine. Ekrem’in ise böyle bir avantajı yoktu. Yanında destekçi olarak gördüğü ancak bir yandan da başını belaya sokmak istemediği Pınar’dan başka ne ortağı ne yardımcısı yoktu.
Kaldırımın ortasında girdikleri şoku yoldan hızlıca geçen bir aracın abartılı egzoz sesi bölerek düşünce dünyasından çıkarmıştı. Pınar Ekrem’in koluna girdi ve ortamın sakinliğine güvenerek eve doğru yürüdüler. Polis ekiplerinin civarda olmayışı onları rahatlatıyordu. Sessiz kalmaya devam ettiler. Apartmana girdikten sonra sanki dairenin önünde onları bir sürpriz bekliyormuş gibi yukarıyı dinleyerek merdivenleri yavaş yavaş çıktılar. Daire kapısının önü bıraktıkları gibi bomboştu. Ne orada bekleyen bir polis memuru ne de kapıyı çapraz olarak kapatan “olay yeri girilmez” şeridini göremediler. Çekinerek eve girdiler. Ne yapmaları gerektiğini bilmeyen, bu durum hakkında tecrübe sahibi olmayan sıradan iki insan gibi sadece bir sonraki hamleyi düşünebiliyorlardı. Sırada balkondaki pencereyi herhangi bir şeyle kapatmak vardı. Çekmeceleri, dolapları karıştırdılar ve balkondaki sürgülü pencerelere yapıştıracak işe yarar bir şeyler bulmayı başardılar. Koli bandını ve buldukları renkli plastik torbaları bir silah gibi beline yerleştiren Ekrem balkon kapısını yavaşça açtı. “Ceset hala yerinde duruyor” dedi kısık sesle. Pınar gülmeye başladı. Gittikçe yükselen bir sesle gülmeye devam ediyordu. Ekrem şaşkınlıkla Pınar’a bakarken sinirlerinin bozulduğunu fark etti. İkisi de yıpranmıştı. Ekrem balkon kapısını kapatıp içeri girdi. “Başlarım lan böyle işe! Ne yapıyoruz kızım biz, neyi kimden saklıyoruz, neden saklıyoruz!” diye bağırdı. Belindekileri çıkarıp bağırarak duvara fırlattı. Derin derin nefes almaya başladı. Nefes almakta zorlanıyordu. Üniversitedeyken anskiyete bozukluğu nedeniyle gördüğü tedavi aklına geldi. Psikoloğunun tavsiyelerini düşündü. Göğsünü dikleştirdi, mutfak lavabosunda yüzünü yıkadı, derin nefesler aldı ama işe yaramıyordu. Lavabonun içine önceki akşam bıraktığı çay bardağına uzun uzun baktı. Cesedi görene kadar normal bir hayat yaşadığını düşündü. O çay bardağını lavaboya bıraktığı gecedeki gibi rutin yaşamından dolayı sıkılmış olarak yatağına girebilmeyi arzuladı. Bunun artık uzunca bir süre hayal olduğunu biliyordu. Kontrolünü yeniden ele almak için cesaretini toplamaya çalıştı. Kendini seri katil olarak hayal etmeyi denedi. Her zaman yaptığım iş bu, öldürürüm ve cesetten kurtulurum diye geçirdi içinden. Pınar’a dönerek “Dexter’ı izledin mi?” diye sordu. Pınar kımıldamadan pencereden dışarı bakıyordu. “Yine ne oldu ya?” diye seslenerek yanına geldi. Pınar’ın yüzü dehşet içindeydi. Başka bir ceset mi vardı? Daha kötü ne olabilirdi? Ekrem Pınar’ın gözlerinin donakaldığı istikamete bakmaya hazır değildi. İhtimalleri Pınar’ın yüzünden okumaya çalışıyordu. Yeni bir sorun daha istemese de hayat onların üstüne gitmeye kararlıydı. Kendini hazır hissettiğinde yavaşça bir adım atarak Pınar’ın yanına geçti. Bakışları hala onun yüzündeydi. Pınar’ın gözlerinin baktığı yönü sanki lazer ışığını takip eder gibi yavaşça takip etti. Pınar ile Ekrem artık aynı noktaya bakarak dehşete kapılan aynı yüz ifadesini taşıyordu. Kalplerinin ritmi, kanlarındaki adrenalin miktarı, vücutlarının terlediği bölgeleri gibi düşüncelerinin bulanıklığı da aynıydı. Ekrem’in evinde bulunan üç insandan ikisi tamamen aynı duygular içindeydi. Evdeki en rahat insan ise balkondaki cesetten başkası değildi.
Ekrem ve Pınar’ın baktığı karşı apartmanın balkonundaki adam sigarasının külünü aşağıya doğru düşürdü. Sigarayı yeniden ağzına aldı ve orada bıraktı. Dişleriyle izmariti ısırarak yüzünün bir tarafıyla soğukkanlı bir şekilde güldü. Son nefesini çektikten sonra sigarasını söndürdü. Koltuğunun arkasına dayadığı bastonu aldı. Destek alarak yerinden kalkarken küllüğünü yere düşürdü. Sinirli bakışlarını önce küllüğe sonra cesetli balkonun mutfağında dikilen çifte yöneltti. Onları görünce yeniden bir sapık gibi güldü ve arkasını dönerek yavaş adımlarla evine girdi. Ekrem yerden az önce fırlattığı malzemeleri alarak ruhsuzca balkona gitti. Çıplak ayaklarıyla kan dolu balkonun pencerelerine renkli torbaları yapıştırmaya başladı. Cesedin baş tarafındaki son pencereyi de bantladıktan sonra balkon kapısına yöneldi. Balkon kapısının dış tarafına yapıştırılmış gri renkli bir zarf gördü. Hissizleşmeye başladığını fark etmesi sevinmesine neden oldu. Pınar havlu getirip balkon kapısının önüne serdi. Yavaş yavaş mantıklı düşünmeye başlamışlardı. Ekrem kapıya yapıştırılan zarfı yerinden çıkarmadan açık olan ağzından içeri elini daldırdı. Bir kâğıt bulmayı umuyordu ama içinde bir disket vardı. Disketi alarak içeri girdi. Kanlı ayaklarıyla havluya bastı. Pınar’ın yüzüne baktı. İkisinin de aklından aynı düşünce geçiyordu. Evlenmiş olmalıydılar. Ekrem şu anda banyodan çıkıyor olmalıydı. Banyodaki ayak havlusuna basmalıydı. Islak birkaç öpücüğün ardından şakalaşarak banyondan çıkmalıydılar. Bir süre bakıştıktan sonra Pınar Ekrem’in eline bakarak “onda ne var?” dedi. Ekrem “3,5 inç disket” dedi, “Bak şurasında yazma koruma için bir çentik oluyordu normalde. Bunda yok. İlkokulda kullanırdık bunlardan hatırlıyor musun?” disketin bir önüne bir arkasına bakarak konuşmaya devam etti “1.44 MB. Vay be.” Yüzünde gereksiz bir gülümseme vardı. Sanki az önce kendilerini gören bir tanık yokmuş gibi, balkonda bir ceset yokmuş gibi, elinde belki de hayatını kurtaracak bir delil tuttuğunun farkında değilmiş gibi. Disketi mutfak tezgahına yavaşça koydu ve yan taraftaki duvara sırtını dayadı. Yavaşça yere doğru çökerken ağlamaya başladı. Elleri ile başının iki yanındaki saçlarını sıkarak yerde uzunca bir süre ağlamaya devam etti. Bir yandan ayağından yere bulaşan kanın üzerine damlayan göz yaşlarını izliyordu. Zil sesi ile dengesiz ve gürültülü bir şekilde ayağa fırladı. Toparlandığında Pınar mutfakta yoktu. Pınar’ın kapıyı açmasını engellemek için kapıya doğru hamle yaptı. Uzun koridor bomboştu. Pınar kapıyı açmaya gitmemişti. Zil tekrar çaldı, ilkinden daha uzun, daha kızgın bir şekilde. Sanki zile basan bir polismiş gibi kızgın kızgın inliyordu kuş sesi melodisi. Ekrem diğer odalara baktı. Pınar evde yoktu. Ayak ucunda kapıya doğru ilerledi. Kapı dürbününden baktı. Gördüğü manzara karşısında günün son şokunu yaşadı. Gördüklerine anlam veremiyordu. Sağ gözü hala kapı dürbününden zile basmaya devam eden üstü kan içindeki Pınar’ı izliyordu.
Havanın kasvetli olması her şeyin kötü gideceği anlamına gelmemeliydi. Bir yerlerde mutlaka yolunda giden işler vardı. Bu işlerden biri Ekrem’in düştüğü akıl almaz durumun kurtarıcısı olmalıydı. Ya da mucizevi bir gelişme olmalı, herkes bir anda normal hayatına devam etmeliydi. Çaresizliğin zirve yaptığı durumlarda köşeye sıkışan insan beyni çözüm üretemediği zamanlardaki gibi kendini korumak için her zaman umut aramaya devam ederdi. Mutlaka güzel bir gelişme yaşanmalıydı.
Ekrem’in yaşadığı dairenin karşısında bulunan yüksek katlı binanın üst katlardaki balkon Ekrem’in çatısını yalayarak denize bakıyor, şahane manzarası ile izleyeni büyülüyordu. Balkonunda güneşin denizden doğuşunu izleyen karşı binadaki adam Ekrem’in bu sabah yaşadığı tüm olayları izlemekten güneşin doğuşunu kaçırmıştı. Her sabah mutlaka izlediği gün doğumunu nadiren kaçıran emekli adamın günü, güneşin doğuşuna eşlik etmediği günlerde uğursuzlukla geçerdi. Bugünün ilk dakikalarında şahit olduğu manzaranın etkisinde olduğu donuk bakışlarından anlaşılan adam sigarasını uzun nefeslerle çekmeye devam etti. Gözünü Ekrem’in camlı balkonundan ayırmıyor, saatlerdir olan bitene şaşkınlıkla şahit oluyordu. Gün doğumunu kaçırmamak için erkenden balkonundaki eski koltuğunda yerini alması, Ekrem’i çıldırma aşamasına getiren bu olayın başlangıcını da görmesini sağlamış mıydı? Cevabını sigara dumanıyla atmosfere yollayan adam, eski sigarasının ateşiyle yeni bir sigara daha alevlendirdi.
Ekrem ile Pınar şoku atlattıktan sonra acelece temizlenerek evden dışarıya çıktılar. Tek amaçları artık biraz nefes alabilmek, mantıklı düşünebilecek kadar sakinleşmekti. Seri katil soğukkanlılığı ile etrafı her zamanki gibi yavaş, sessiz ve meraklı bakışlarla gözlemleyerek mahalleyi terk ettiler. Birkaç sokak ötede bulunan doğa harikası parka ulaştılar. Şehrin ortasında sık çam ağaçları ile süslenmiş nadir yeşil alanlardan olan güzel park, insanı tüm günlük dertlerinden arındıracak kadar muhteşem bir atmosfere sahipti. Güneşin zemine düşmesini engelleyen sık yaprakları parka rahatlatıcı bir serinlik katıyordu. Etrafta dertlerinden arınma niyetiyle parka gelmiş birkaç kederli insan dışında kimse yoktu. Saat sabahın yedisiydi. Rutin dertlerinden arındığına, göğsünün hoş bir ferahlıkla dolduğuna kanaat getiren orta yaşlarda bir kadın, Ekrem ve Pınar’ın yanından geçerek normal hayatına devam etmeye koyulmuştu. Ekrem hayranlıkla baktı kadına. Onun gibi rahatlayarak ayrılabilecek miydi bu cennet parktan? Aklından uzaklaştıramadığı “neden ben” sorusunu uzaklaştırabilmeyi ve bu durumdan sıyrılacak mantıklı hamleyi bulmayı çok istiyordu. İnsanlardan uzak bir banka oturdular. Ekrem çok sabırsızdı.
– Ne yapacağız Pınar, beni öldürsen mi acaba başka fikir gelmiyor aklıma.
– Önce sakin olalım, derin nefes alalım. Biz kötü insanlar değiliz Ekrem.
Pınar bankta Ekrem’e doğru çapraz oturdu, Ekrem’in yüzünü okşayarak konuşmaya devam etti:
– Biz iyi insanlarız. Kimseye zarar vermedik. Ne olursa olsun en sonunda doğru olan ortaya çıkacak canım. Lütfen buna inan, kötü şeyler düşünme.
– Çıldıracağım, nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun anlamıyorum. Kırk yıllık katil gibi rahatsın yapma Allah aşkına, evin balkonunda ceset var Pınar, ceset! Sen bana gelmiş burada en sonunda doğru olan çıkacak diyorsun. Ne olacak yani? 10 sene hapis yattıktan sonra özür dileyip beni salacaklar mı?
Bir süre sessiz kaldılar, bu boşluğu kuşların sesi, ağaçların iğne yapraklarını yalayan esintinin kısık sesi doldurdu. Ekrem panikle hareket ettiğini yeni yeni idrak ediyordu. Yanlış hamlelerle her şeyi mahvetmemeliydi. Çalıştığı şirketi değiştirip İzmir’den İstanbul’a, sevgilisi Pınar’ın yanına gelip yeni düzenini kurmuştu. Evlilik hazırlıklarını düşündü. Bir yıldan az bir süre sonra evlenmiş olmayı ümit ederek yeni düzenlerine yavaş yavaş geçmeye çalışıyorlardı. İzmir’de çalıştığı MagneticArt şirketinde başarılı işlere imza atan bir yazılım mühendisi gibi görünse de aslında şirketin tecrübeli mühendisleri çalıştıramamasından dolayı Ekrem’e kalan işler ister istemez başarılı sayılıyordu. İstanbul’da Pınar’a yakın olabilmek için görüştüğü onlarca şirket Ekrem’i kolaylıkla reddetmişti. Zaten Ekrem de yazılımın kafa patlatan ağırlığından usanmış, bir derneğin sosyal sorumluluk projelerinde cüzi bir miktar karşılığında insanlara yardım ulaştırabileceği bir iş bulmuştu. Babasının varlıklı olmasının verdiği güven bu sabaha kadar rahat bir şekilde yaşamasını sağlamıştı.
Pınar sessizliği narin elleriyle bozdu. Bir öğretmenin derste dikkati dağılan öğrencilerine şok vermek istediği gibi iki elini birbirine vurarak kendinden emin bir şekilde “Hadi kalk gidiyoruz” dedi. Ekrem’den önce kalkarak onun da geleceğinden emin bir şekilde yürüdü. Ekrem apar topar kalkarak öğretmenini takip etmeye başladı. Ekrem Pınar’ın bazı tavırlarını padişahlara, komutanlara, liderlere benzetirdi. Bunu da Tarih Öğretmeni oluşuna bağlar, kontrolü ele aldığı zaman hipnoz olmuş şekilde Pınar’a itaat ederdi. Pınar’ın ayakları geldikleri yöne, eve doğru ilerliyordu. Omuzlarının dik duruşu Ekrem’e güç verdi. Birkaç hızlı adımla Pınar’ın yanındaki yerini aldı. İşaret parmağıyla Pınar’ın yüzünü gösterdi, yüzünde çocuksu bir heyecanla “Aklında güzel bir fikir var. Yırttık dimi kız?” dedi. Pınar alaycı bir tavırla Ekrem’e bakarak “Sırıtma istersen.” dedikten sonra planını anlatmaya devam etti:
– Uzaktan eve bakalım, polis falan gelmiş mi, bir hareketlilik var mı? Ortam sakinse eve gireriz, çamaşır suyuyla tüm izleri temizleriz. Hava kararınca dışarı çıkarız, bugün bende kalırız. Bak şimdi iyi dinle, sen daireye yeni taşındın. Evin boyasını beğenmedin, boyanması için ev sahibine ricada bulundun, anahtarını verdin ve ev boyanacağı için bana geldin. Eşyalarını da şimdi odanın ortasına gelişigüzel yığar üstünü naylonla kapatırız. Boya yapılmadan eşyaları topladık havası veririz. Ertesi gün Tayfun’la Pelin’i de alalım, öğlene doğru eşyaları düzenlemek için hep beraber evine gelelim. Cesedi ilk onlar görsün, biz de ilk defa görmüş gibi şok olalım. Polisi ararız, dördümüz de şok içindeyiz, herkes aynı ifadeyi verecek, ev sahibi kiraladığı evde ölü bulunacak. Nasıl fikir?
Konuşarak mahalleye kadar gelmişlerdi, Ekrem hipnotize olmuş şekilde dairesinin bulunduğu kata bakıyordu. Yürüyüşü git gide yavaşladı. Pınar Ekrem’in buz gibi yüzünü görünce onun baktığı yöne baktı ama ne olduğunu anlamadı. “Ne oldu?” dedi Ekrem’e. Ekrem’in ağzı açık kalmıştı. Gözleri olabildiğince açıktı. Donuk bakışlarını bozmadan kısık bir sesle “çamaşır suyu kan lekesini yok etmez” dedi. Pınar şaşkınlıkla Ekrem’in yüzüne bakmaya devam ediyordu. “Balkonun camı açık” dedi Ekrem. Pınar, Ekrem’in balkona baktığı yüz ifadesi ile Ekrem’in yüzüne bakakalmıştı. İkisinin yüzü de aynı ifadeyi taşıyordu. “Cam açık, perde yok” dedi tekrar, “Ceset açıkta duruyor.”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.