34,0958$% 0.01
38,0129€% 0.1
45,2635£% 0.26
2.799,52%-0,09
2.558,68%0,01
9.774,49%0,17
Bana göre, yaşamı en ilginç karikatürcülerinden biri Brezilyalı Laerte Coutinho. Doğumda erkek olarak hayata başlayan Laerte, 2009’da “crossdresser” yani “kendi cinsi dışında elbise giyen biri” ve daha sonra transseksüel bir kadın olarak tanınmaya başlıyor. Netflix’de hayatının São Paulo’da geçen bu bölümünü ele alan2017 yılı yapımı bir belgesel ile tanıtılıyor. Yoksa çizgilerine aşinaymışım gibi hissetmekten öte benim bir bilgim yok hakkında.
“Neden bu kameranın hedefinde ben varım?” diye soruyor başlangıçta. Kraft kâğıt üzerine bir nü çalışıyor. Fırçayla, siyah ve beyaz mürekkebi gezdiriyor kağıt üzerinde… Kraft kâğıtta bu renkler harika çizgi hazları bırakır. Sonuçta karikatür çizgileri bunlar ama sağlam desenler. İyi bir çizer Laerte. Bana Fransız, Belçika ekolü gibi geliyor bu rahat çizgiler.
İlk bakışta karşımızdaki kişinin erkek olduğuna inanmak zor… Çevremdeki bazı kadınlardan farkı yok. Hatta çoğundan daha eğlenceli… “Niye bir erkek arıyorsak koşullu olarak?” diye soralım bir! “Çizer dediğin ya erkek olur ya kadın!” Tabii laf bunlar… O bunları epey bir mücadele ile aşmış ve gerçekten yeni bir kimliğe bürünmüş. Çoğu kişinin asla başaramayacağı kişisel bir devrim yapmış. Bugün 70 yaşında trans bir kadın…
Bedenimiz hakkında bir takım kararlar alır ve veririz. Estetik kararlar olabilir bunlar, çoğu zaman da sağlık nedenleri ile ilgili bazı kararlar. Ancak mutluluğumuz ile ilgili bir kararı vermek bazen sınırları zorlamaktır. Saç ektirmeye veya meme büyütmeye, burun estetiği yaptırtmaya alışığız artık. Ama dünyanın herhangi bir yerinde erkekken kadın olmak, kadın olarak doğmuşken erkek olmaya karar vermek gibi şeyler halen içinde bulunduğun koşulları zorlamaktır.
Belgesel ileri bir yaşta cinsiyetini kısmen değiştiren usta karikatürcünün yeni hayatına başlamasını ele alıyor. Çekimler Laerte’nin özel hayatını cesurca sunarken bizi alışılmadık bu sürece katıyor. Kadın kadına bir sohbetin içinde bir erkeğin dönüşümünü izliyoruz.
En azından 2000’li yıllarda eşcinsel hakları hiç olmadığı kadar tartışılmaya ve artık dünyanın büyük bölümünde uygunsuz davranışlar olarak görülmemeye başlandı. Bunda yüzde elli bir başarı elde edildiğini bile söylemek elbette zor. Halen eşcinsel esprileri yaparak doyum sağlayan bayağı, büyük bir kesim var. Batı ülkeleri bu konuda görsel platformları kullanarak konuyu en ince ayrıntısına varana kadar tartışıp kendileri ile yüzleşirken üçüncü dünya ülkelerine de bu etkileşim geçmiş gözüküyor. Ama halen cinayet haberleri geliyor üçüncü dünyadan.
Ben konuyu görsel eserlerle sınırlandıracağım. Zaten daha başka örnek verecek açık bir pencere var mı bilmiyorum. Dünyanın büyük bölümünde ne kadar açılım yapılmış olursa olsun yine de tabu olan şeyler bunlar halen. Toplum bazen esnese bile ancak entelektüel ortamlara sığınabiliyor eşcinsellik ve buna yakın konular. Çoğu aileye bana uğramasın diye dua etmek düşüyordur eminim. İçinde ikinci bir cinsel kimlik yaşayan herkesin suçluluk duygusunu var eden ikiyüzlü toplumun bu konulardaki örtbascılığıdır. Laerte-se bu olguya zıt bir tablo çiziyor. Ancak bu karar kolayca verilmemiş belli ki: “2009’da oğlumun ölümünden sonra, yeter artık kadın olacağım, bu yolculuğa başlayacağım…” diye başlıyor aldığı kararı anlatmaya. Ak saçlı, sakallı orta yaşlı bir adamken, sarışın, parlak yüzlü modern bir büyükanne olmaya geçişin öyküsü bu.
Merak ediyorum. Çizgileri örneğin, ne kadar değişti acaba? Erkeklerin ve kadınların bir karikatürist olarak dünyaya başka baktıkları çizimlerinden anlaşılıyor. Buna emin olacak kadar karikatür çizgisi gördüm hayatımda. Laerte, görünen o ki çizerlerin temel olarak karakterler inşa edip çizme anlayışından vaz geçiyor. Bir erkek gibi bakmaya (ç)alıştığı hayata birden bir kadının gözüyle sarılması, içinde biriken birçok şeyi serbest mi bıraktı? Bir kadın olarak mı yoksa trans olarak mı bakıyor ya da? Arada çok ayrım var mıdır? Ağda yapmaya başlamak, ruj sürmek, topuklu ayakkabı giymek gibi ortak noktalar var ama… Bir de erkek organı var ortada mesela… Kadın tuvaletine gidince ayakta işiyor… Belki de bu sandığımız kadar büyük bir ayrım değildir. Ne hissettiğindir önemli olan…
Öyle söylüyor, yani çoktan kendini araştırmaya başlamış. Bunları anlatmaya başlıyor çizimlerinde. Biz de kendini anlatmaya başladığında dayanamayanlar var buna… Hiç dürüst bulmadığım bir kesim. Onlara sürekli slogan vereceksin. Öyle anlaşılır buluyorlar hayatı! Laerte onlardan daha devrimci bir dil tutturuyor bence… Önce kendini çözümlemeli insan.
Oğlu Diago’nun ölümü bunları tetiklemiş ama “ölümden bir tetikleyici olarak söz etmek korkunç bir şey” diyor Laerte. Bana ilginç ve güzel gelen şey ilk çizgi bantlarında oğluyla bunları konuşuyor olması. Oğlunun da ona yanıt vermesi. “Bu güzel” diyor Diago! Buralarda biraz dram gizli elbette. İnsan gülerek de anlatsa bu kadar kolay bir geçiş söz konusu olmasa gerek. İster Brezilya olsun, ister Danimarka. Çevre de değil tek mevzu. Mutlaka yeni hayatın ortaya çıktığı sütunların çakıldığı kaygan zeminde nice kanamalar vardır.
Şöyle kabaca diziler ölçeğinde bakarsak örneğin Danimarka’da Netflix’in Rita dizisindeki eşcinsel bir karakter ve kabul görüşü. Bu dizide bir öğretmen olan Rita karakterinin oğullarından birinin eşcinsel olduğunun farkına varışı söz konusu. Dünyayı yıkmıyor Rita. Tam tersi oğlunun mutluluğu için önündeki engelleri temizlemeye çalışıyor. Eğitim sisteminin ve çevrenin genci o kadar zorlamaması, hatta hayatına mutlu devam edebilmesi için gerekli koşulları azami ölçeğinde sunmaya çalışması işleniyor. Orası Danimarka demekle ve bu bir televizyon dizisi demekle sıyrılmak da var işin içinden. Ancak görünen o ki dünyanın dört bir yanında insanlar cinsel kimliklerini özgürce sergilemeye çalıştıkları için birikmiş bir enerji söz konusu.
Bizden bir iki örneğe bakalım: Bu saydığımız örneklerin biraz dışında duruyor gibiler. Onlar kadar rahat olmasa da bazen eskiden olduğu gibi kökeninde ahlaki otorite sektörünün olduğu kötünün sembollerinden biri olarak örneğin Şahsiyet’te öldürülen karakterlerden birinin kötü ve trans olma teması hatırlanabilir. Hatta bir ara gerekli miydi, değil miydi tartışmaları yapılmıştı. Eğer sözde sert şeyler yazıyorsanız böyle kolay bir grotesk tavır kolaycı da olsa senaryonuza girebiliyor işte. Şahsiyet’in kötü bir dizi olduğunu söylemiyorum elbette ama olguların yazar/çizerlerimizce henüz nasıl ele alındıklarına dair bir örnektir nihayetinde.
Ayrıca Jet Sosyete’de efemine davranışlarından anladığımız eşcinsel karakter biraz daha kabullenilmiş gibiydi. Yani hayatın bir gerçeği olarak en azından saçma bir muhafazakâr karalamayla “bizde eşcinsel yoktur” örtbası 2000’li yılların öncesinde kalmış görünüyor. Vardır da örneğin cam bir fanus olan zengin bir muhite aittir! Elbette “hadi oradan!” Yine Jet Sosyete’yi sevmemize engel olacak bir eleştiri çıkarılmasın buradan. Gülse Birsel müthiş bir yetenek.
Bron/Broen ya da The Bridge-Köprü adlı 2012 yapımı İsveç/ Danimarka ortak yapımı müthiş polisiye dizisinin ilerleyen sezonlarına konu olan Müslüman ülkelerdeki eşcinsel idamlar teması hikâyeye girer. “Tabii adamlar Müslümanları karalamaya çalışıyor!” derdi Mahmud Ahmedinejad seyretse. Onun “İran’da eşcinsel yoktur” diye bir açıklaması vardı hatırladığım kadarıyla. Eşcinselliğin hastalık olarak görüldüğü ve tedavi edilmeye çalışıldığı yakın döneme kadar dünya böyle bir yer zaten. Var olanı ret etmek! Bir insanın cinsel tercihinden dolayı idam edileceği bir ülkeye iadesi önemli bir siyasal tema değil midir? Bu türden konularla gündem olan İran’dan da zar zor bu sesler duyuluyor ve dünya dönmeye devam ediyor.
Laerte bu yörüngede Brezilya’nın oldukça şen bir yüzü. Kendi ile barışık, zorluklarının üstesinden gelmeye çalışan bir karikatürist, içindekini daha fazla tutamıyor. Çocuğu ölen adam artık hayatın son dönemecinde budalaca toplumsal seslere, travmatik dini baskılara, ahlaki otoritelere daha fazla kulak asmama kararı alıyor ve bu konuda araştırma yapıyor, uzmanlara danışıyor.
Márcia Angelita Tiburi, Brezilyalı bir plastik sanatçı, Felsefe profesörü, edebiyat eleştirmeni ve yazar. Ana araştırma alanları etik, estetik ve bilgi felsefesi. “Belgesel ‘Laerte-se’” başlığında bir makale kaleme almış Netflix’in Laerte belgeseli hakkında. Cult adlı internet sitesinde 26 Nisan 2017’de yayımlanan makalede Laerte ve belgeseli hakkında düşüncelerini paylaşmış. Laerte’nin kendi yaşamını çizgi bant halinde işlediği işlerinin hayat felsefesini ve dolayısı ile muhafazakâr bir toplumda muhafazakâr olmayan bir felsefeyi yansıtma cesareti göstermesinin önemini belirtiyor Tiburi bu makalede. Muhafazakâr toplumların erkekseksüel bakışını esnetmesini önemli bulduğunu söylüyor. Brezilya’nın tutucu dünyasına kendini kabul ettirebilen Laerte’nin sanat çalışmalarının dikte edici değil felsefi olduğunu söylüyor. Belgeselden anladığımız kadarıyla günlük yaşamın içinden seçilmiş içten sahneler bunlar. Bu bağlantıyı felsefi bir performans olarak tanımlıyor Tiburi. Birçok çizerin kendi yaşamını çizimlerine aktardığı doğrudur. Bu izdüşümlerinin ne kadar yaşanmış olduğunu bilemeyiz. Ancak bu belgesel çok destekleyici.
“..Kadın olmanın bir hetero-mezhep olduğunu biliyoruz, bu tanım, uygulamalar ve söylemler tarafından yüzyıllar boyunca illa ki kendileri hakkında karar vermemiş olan varlıkların bedenleri üzerine konulmuş bir tanım. Laerte’nin yaptığı gibi bu dili benimsemek bana cesur olmaktan çok devrimci geldi. Laerte bir kadın olduğunda, tabiri caizse, kadın olarak işaretlenmekte daha az baskı hissettim. Tüm insanlar farklı derecelerde, yoğunluklarda ve bağlamlarda işaretlerden (damgalanmaktan) mustariptir, Laerte her şeyi olduğu gibi yapmış, bizimki gibi muhafazakâr bir toplumda travestileri ve transseksüelleri yoksayan birçok insana barış getirmiştir. Laerte, (..) bakışlarımızı bir kez daha serbest bırakır. Toplumsal cinsiyet, pek çok insan için kültürel bir dayatmadır, katlanılması gereken bir yük, genellikle acımasız ve iğrenç bir yüktür. Laerte bu şeyi hafifletti.”*
Laerte Vikipedi’de: Doğum Laerte Coutinho, 10 Haziran 1951, São Paulo , Brezilya
Dikkate değer eserleri: Piratas do Tietê, Manual do Minotauro, Muchacha, Striptiras, Los Três Amigos.
Genel olarak Laerte olarak bilinen Laerte Coutinho (10 Haziran 1951 doğumlu), Piratas do Tietê (Tietê Nehri Korsanları) gibi çizgi romanlar yaratmasıyla tanınan Brezilyalı bir karikatürist ve senaristtir.
1980’lerin Brezilya yeraltı çizgi roman sahnesinin bir parçasıydı. Birlikte Angeli ve Glauco (ve daha sonra Adão Iturrusgarai o ortak çizgi film yaptı). Balão, O Pasquim ve Chiclete com Banana dergileri gibi yayınlarda çalışmalar yaptı ve düzenli olarak Folha de S. Paulo gazetesi için çizim yapıyor. 2000’lerin ortalarından bu yana, çizgileri daha “felsefi” ve daha az mizah odaklı hale geldi ve tekrar eden karakterlere daha az dayanıyor.
* https://revistacult.uol.com.br/home/laerte-se-o-documentario/
Zeki Müren de bizi görecek mi? Robotlar bizi ele geçirecek mi?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.