34,0620$% 0.05
37,6449€% 0.05
44,6678£% 0.29
2.742,35%-0,03
2.506,06%0,00
9.700,98%0,01
10 Ocak 2021 Pazar
Kar, kış, kıyamet: Abdülkadir Tamer'den bir öykü
Kaleminin gücüyle ayakta kalan babam: Burhan Arpad
... Ve Zonguldak
Yer altında Romanlar ve Gebenler
"Göğü kucaklayıp getirdim sana, kokla açılırsın"
İçimdeki cinayet (Altıncı Bölüm-FİNAL)
Görmediğiniz ancak bir şekilde tesadüf ettiğiniz insanların kendi aralarındaki diyaloglarının ve seslerinin hayatınız üzerinde bu denli tesirli olması tahammülsüz ya da hoşgörüsüz olduğunuz anlamına mı gelir? Yaşadığım evin tam karşısında bulunan pansiyona bir geceliğine gelen, o gece de hayatının en derinini gözler önüne seren insanların, benim hayatım üzerinde bu kadar müthiş tesirleri olabileceğini sanmazdım!
Bu pansiyona gelen insanlar çok yaygaracıydı, her defasında gürültüye mahkum ediyorlardı tüm sokağı, kuş seslerini, sessizliği ve zihninizi. Herhangi bir çekinme belirtisi göstermeksizin, kendi özellerini, ilişkilerini ve hatta hayatlarını seriyorlardı ortalığa. Gerçekleştirdikleri bir günlük kaçamakla, kimseye temas etmiyormuş ya da tüm bu yaygarayı kendilerine hak görüyormuşçasına. Sevişenler, kaçamak yapanlar, kızı tavlamaya çalışanlar, çocuklarıyla mücadele edemeyenler, arkadaşlarıyla oyun oynayanlar, sohbete gelenler ya da mecburen sohbet edenler… Yalnız olduğunuzu sanıyorsunuz ama değilsiniz. Tam karşınızda sizi hafızasına kazıyan, öfkelenen, sizin muhabbetinizle gülen, şaşıran ya da sizi yargılayan ve hatta sizden nefret eden birileri var. O birileri hep var unutmayın, yalnız değilsiniz bu ucube pansiyonlarda, sessiz sokaklarda!..
Hani bir gün sevgilinizle gelmiştiniz öğlene doğru. Bütün gün bağırarak, insanın var olma sorunsalı üzerine; "Havva’nın neden Adem’in baldırından yaratılmadığına dair" derin analizler yapmış, kahkahalar atmıştınız! Size bir arkadaşınız daha eşlik etmiş, üstüne yüksek sesli müziklerle günümüzü “şenlendirmiştiniz”. Arkadaşınız gitmişti de sonra çılgınlar gibi sevişmiş ve inletmiştiniz bütün sokakları. Beyaz tenli, hafif toplu, orta yaşlarda bir kadın ve ondan biraz daha yaşlı, esmer ve çirkin bir adamdınız. Siz erkek olan, kadını sürekli etkilemeye çalışan entelektüel bir tavır takınmıştınız ve siz kadın da erkeğin her söylediğinden etkilenmiş gibi şuh kahkahalar atmıştınız. İşin aslı siz kadın bizden İphone şarjı istemeye gelmiştiniz, adam da mangal için tüm eril gücünü kullanarak sokaktaydı, sizi oradan hafızama kazımıştım. Bu evden çıktıktan birkaç saat ya da birkaç hafta sonra size ne oldu bilmiyorum ancak sevişme hususuyla ilgili bütün zihnimi çürüttünüz, sizi unutmam mümkün değil artık. Bunu kimseye yapmayın artık, lütfen!!!!
Henüz 3-4 yaşlarında sürekli ağlayan ve çığlık atan Araf. Şeker yiyemediği için mahalleyi inletip, koşarken düşen ve ardından yine ağlayan, sustuğu vakitlerde son ses çizgi film izleyen, babasının sürekli dövmekle tehdit ettiği, annesinin “paşa oğlum” diye sevdiği, ablasının “erkek adam ağlamaz” diye sakinleştirmeye çalıştığı Paşa Araf’tın sen. Senin ağlama ve bağırma seslerinden ziyade 7-8 yaşlarındaki abin Hamza daha çok hafızama kazındı. Çünkü o seni çok kıskanıyordu ve ağlaman için büyük bir gayret gösteriyordu. Sokaktaki kedileri sahiplenip, seni kızdırıyor, onları seviyor gibi yapıyor ancak dış kapıdan üstlerine tükürüyordu. Sen bunu görmüyordun ama. Büyüyünce nasıl bir çocuk olacaksın bilmiyorum fakat sen ve bir numara büyüğün abine bakıcılık yapsın diye doğurulmuş olan, sana erkek adam direktiflerinde bulunan ablanın akıbetini tahmin etmekte hiç zorlanmıyorum. Araf ve Hamza isimlerinin yanında o kızın ismi hiç zikredilmiyordu mesela. Siz iki asalak, çirkin ve sorunlu erkek çocuğunun ömür boyu o kıza yük olacağınızdan adım gibi eminim. Evet keşke doğmasaydınız siz iki fırlama!!!
Bazen kahkahaları ele verir insanları. Yüksek, içten, neşeli ve sevinçliydiniz siz iki hanımefendi. Ancak yanınızdaki sıska, abaza ve ezik genç adam için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Biz huşu içinde bahçemizde oturup, çalışırken; siz “Amsterdam’ımız var, içelim” demiştiniz ve biz aramızda gülmüştük. Çünkü bizim arabadan inerken gördüğümüz, içinizden birinin türbanlı bir hanımefendi olduğuydu. Yanlış anlamayın, bir önyargımız yoktu. Biriniz, diğer yemeklerin yanında çeçil peyniri getirmişti ve hararetle sofra hazırlıyordunuz bahçede. Bu çeşitlilikte olmanız gerçekten çok cezbetmişti bizi.
Hoş bir sohbetiniz vardı, ilk önce Queen dinlediniz peş peşe, “ay ne tatlılar” dediğim noktada, Amsterdam’ın da etkisiyle sanırım arabeske geçiş yaptınız. Siz hanımlardan çok, genç adamın sesi yükseliyordu karanlık sokakta. İlişkilerle ilgili sürekli analiz yapıyor ve ne kadar aşmış bir karakter olduğunu anlatmaya çabalıyordu. Yalnız birinizin sesi pek çıkmıyordu. Daha sessiz ve sakin biriydi ilk saatlerde, sonra onun da kahkahaları yükselmeye başlamıştı. İçeri geçip, koltukta uyuyakalmıştım ve saat üç civarı yatağa geçiyordum da hala sizin kahkahalarınız yükseliyordu. Sabah erken kalkmıştım ben de, siz ya uyumamış ya da birkaç saat uyumuş olacaktınız ki, hala sohbet etmeye devam ediyordunuz. Yanınızdaki genç, sabahın sekizinde son kalan biraları içiyor, yüksek sesle saçma sapan konular hakkında konuşuyordu ve alakasız bir şekilde birden bu semte çok fazla lezbiyenin geldiğini, çalıştığı mekândan deneyimleyerek anlatma ihtiyacı duymuştu. Bu mevzuya şahit olmamamın imkânı yoktu, kahvemi yudumlarken sizleri teneffüs etmeye devam ediyordum. Sonra o boşboğaz arkadaşınız mesaisine yetişmek için çıkıp -sarhoş olunca patronu onu daha mı çok seviyormuş ne- bağıra çağıra işe gitmişti, sahiplenmişti, burada yaşıyordu. Siz sustunuz sonra uzun bir süre. Evden çıkarken gördüm sizi, lezbiyen ve Amsterdam içecek bir profilde değildiniz ama ön yargılarımı bir kez de siz kırmıştınız. Kahkahalarınız sizi ele veriyordu aslında ve neşeli hallerinizi unutmamın imkanı yoktu, iyi ki vardınız hanımlar!!!
Siz sessiz ve sakin bir kadındınız, yanınızdaki adamdan memnun olmadığınızı, o cılız sesiniz ele veriyordu. Ürkek ve çekingen bir haliniz vardı. Fakat karşınızdaki adam gittikçe vahşileşiyor, sesindeki ton tüm ifadesini kaybediyordu. O vahşileştikçe ve sesini yükselttikçe küçülüyor, her türlü yakınlaşmadan giderek uzaklaşıyordu esasında. Bir kadınla seks yapmak için illa sevgili olmaya gerek olmadığını size anlatmaya çalışıyordu mesela. Siz belli ki kafa dinlemeye, arkadaşınız olan adamla sakin bir gece geçirmeye gelmiştiniz buraya. Ancak arkadaşınız maksadının sınırlarını aşıyordu. Çok rahatsız bir kişilikti ve herhangi bir kadını pusuya düşürmeye çalışan bir örümcek gibi ağlarını örüyordu üzerinize. Gecenin ilerleyen vakitlerinde konuşmaktan yoruldu ve sizi ikna edemedi. Israrla içeri çağırdı ancak siz yalnız kalmak istediğinizi söylediniz ve o emeline ulaşamamış olmanın hayal kırıklığıyla daha da küçüldü, sustu ve gecenin kör karanlığında bir sivrisinek gibi sessizliğe karıştı. Sizi unutmadım hanımefendi. Sizden bedenen yararlanmak dışında bir maksadı olmadığını haykıran bu adama karşı sessizliğinizi koruduğunuz, sabırla onu alttan almaya çabaladığınız için. Dilerim bir daha bu örümceğe maruz kalmazsınız!!!
İki kız ve üç erkek gelmiştiniz buraya, girerken değil de çıkarken görmüştüm sizi, elinizde Monopoly oyunu vardı. Duyduğumuz hırslı çığlıklar ve direktifler o an anlam kazanmıştı aslında. Geldiğiniz dakikadan belliydi, gayretle strateji taktikleri veriyor, heyecanlanıyor, hep bir ağızdan coşuyordunuz. “Ne yapıyor olabilir bunlar” diye çok konuşmuştuk aramızda. O kadar anlamsız, boş, bir şey ifade etmeyen serzenişlerdi ki bunlar bizim için… Çok düşündüm ama o gün; sadece oyun oynamak için arkadaşlarla topluca ev kiralanır mıydı? Ya da bu maksatla arkadaş edinilir miydi? Benim için çok mümkün olmayan ancak bir o kadar ilginç bir durumdu bu.
Hep yazmak istiyorum bu durumları ama ne lüzumu var ki? Bu kadar insana şahit oldum da ne oldu? Hepiniz kafamızı şişirdiniz; benim, kuşların, ağaçların ve sessizliğin… Sizi hiç unutmadık… Yalnız değilsiniz bu ucube pansiyonlarda, sokaklarda… Siz de bizdeki bu ucube kalabalığı hiç unutmayın!..
* İllüstrasyon: Ceren Aksungur
https://dolcepaganne.com/
Frida Kahlo, günümüz popüler kültürünün kadın ikonu haline gelmiş durumda. Şüphesiz çok acı çeken ve erkeklere karşı var oluş mücadelesi vermiş bir isim. Ama Frida Kahlo bu mücadelesinde yalnız değildi. Tarihte ve günümüzde pek çok kadın sanatçı hem sanatıyla hem de cinsiyetiyle toplumda kabul görme mücadelesi vermek zorunda kaldı, kalıyor. Maalesef sanat tarihi de baskın bir erkek egemen yaklaşımdan muaf değil.
Bu noktada günümüzde pek fazla üne sahip olmayan, ikonlaşmayan ancak Frida kadar acılar çekip, kadın olarak çok mücadele eden diğer sanatçılardan da bahsetmek gerekir. Tecavüze uğrayan, 30 yıl akıl hastanesine kapatılan, kimsesizler mezarlığına gömülecek kadar yalnız olan bu kadınların tek bir ortak özelliği var; o da sanata olan tutkuları ve verdikleri mücadele…
Resim hocası tarafından 19 yaşında tecavüze uğrayan, kendi travmatik hislerini resimlerine aktaran, feminist bir bakış açısı geliştirerek, güçlü, direnen, kendinden emin kadın karakterler ortaya koymayı başaran bir sanatçı o.
Caravaggio’nun izinden giden, İtalyan Barok ressamı Artemisia, Roma’da doğdu. Annesini henüz 12 yaşındayken kaybetti ve kendi gibi ressam olan babasının resim atölyesinde geçti çocukluğu ve ilk fırça darbelerini ondan öğrendi. Resim yapmaya çocuk yaşta başlayan Artemisia’nın şansı, kadın sanatçılara ilginin olmadığı bir dönemde babasından destek görmesiydi. Onun daha iyi bir eğitim almasını istiyordu ve onun için kızını yakın arkadaşı ressam Agostino Tassi’ye götürdü. Arkadaşının henüz 19 yaşındaki kızına tecavüz edeceğini bilemezdi. Kendisine travma yaşatan bu alçak adam bir de olayı kapatmaya çalışıyor ve onunla evleneceğini söylüyordu.
Evlilikten vazgeçmesi üzerine zorlu bir dava süreci yaşandı ve 8 ay kadar kısa bir süre hapis cezası aldı. Ancak bu utanç durumun faturası da yine kadına kesilmişti ve ardından Floransalı bir ressamla zorla evlendirildi. Tecavüz olayından sonra artan dedikodular üzerine karı-koca Floransa’ya taşınmak zorunda kaldı. Ressam olan ikili için en önemli şey resimdi ve bunun için çok çalışmaları gerekiyordu. Artemisia’nın resimleri Floransa’da ilgi çekmeye başladı. Soylu ve zengin kesimlerden siparişler almaya başladı ve desen akademisine girmek için gece gündüz çalıştı ve sonunda kadın ressamların kabul görülmediği bir dönemde Floransa'da Accademia di Arte del Disegno'ya kabul edilen ilk kadın oldu. Travmatik yaşantısıyla feminist sanatçılar arasında yerini aldı. Cenova, Venedik ve Napoli’ye giderek büyük başarılara, cesurca imza atan bir kadın sanatçı oldu. Dehşet verici bulunduğu için yıllarca saklanan en önemli eseri, ‘Holofernes’in kafasını kesen Judith’ tablosuydu. Bu tablonun bu kadar dehşet verici bulunmasının sebebi; tecavüzcü adam uyurken odasına gizlice sızıp intikam alan, etkin ve güçlü kadınlığın vücut bulmuş haliydi. Peki, bu betimlemeyi yapmakta haksız mıydı? Bu şekilde yaşanan zorbalıklar, hayal kırıklıkları ve acılar öylece unutulur muydu?
Kendi heykellerini ve eskizlerini parçalayan, 30 yıl akıl hastanesine kapatılan, annesi tarafından da reddedilen bir hayat ve heykel yapmasına dahi izin verilmeyen korkunç bir yalnızlık. Kulaklara haykıran son sözleri;“Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?” ve ardından gelen kimsesiz, sessiz ölümü…
Fransa’da doğan Camille’in heykele olan tutkusu çocukluğunda taş ve çamura duyduğu ilgiyle başladı. O dönemde kadınların eğitim görmesi mümkün değildi ve heykeltraş Alfred Boucher’dan bir süre ders aldıktan sonra 1882’de bir grup genç kadınla bir araya gelerek bir atölye kiraladılar. 1883’te bu gruba heykel eğitimi veren Auguste Rodin'le tanıştı. Tanıştıklarında Rodin’in ona büyük acılar yaşatacağından habersizdi. 20 yıllık bir ilişkisi olmasına rağmen, tanınmış, ünlü ve başarılı bir heykeltraş olan Auguste Rodin; onun hem arkadaşı hem de sevgilisi oldu.
Sevdiği adamdan hamile kalıp da bir kaza sonucu bebeğini yitirince ruhsal sıkıntılar yaşamaya başladı. Yaşadığı bu yasak aşk yüzünden annesi tarafından evden kovuldu. Bir süre Rodin’le birlikte çalışmaya devam etti ve bu dönemde onun etkisinden kurtulan Camille kendi tarzını belirleyerek klasik heykelden Art Nouveau akımına yakınlaştı. Rodin’in Camillie’i rakip olarak görmeye başlaması ve ona kaba davranmasıyla da ilişkileri sona erdi. Oniks mermerini ilk kez kullanan sanatçı unvanını alan Camille, “Olgunluk Çağı” eseriyle bu ayrılığın acısını ifade etti. Babasının ölüm haberinin bile verilmediği ve tek dostu olan kardeşi Paul’un da Çin’e taşınmasıyla yapayalnız kalan Camille’nin, ruhsal sorunları giderek arttı. Rodin’in onun fikirlerini çaldığını ve kendisini öldürmeye çalıştığını iddia etti. Rodin’in kaba söylemleri de bu çöküntüyü iyice derinleştiriyordu. Her yerde “Ona altını nerede bulacağını söyledim. Ama bulduğu altın kendi içindeydi” diyordu.
Acıları hiç son bulmuyordu ve 1913’te şizofreni teşhisiyle akıl hastanesine kapatıldı. Burada doktorların gözlemleri, onun heykel yaptığında herhangi bir hastalık belirtisi göstermediği yönündeydi. Dışarı çıkmalı ve heykel yapmaya devam etmeliydi ya da en azından ailesi onu daha sık ziyaret etmeliydi. Ancak annesi bunların hiçbirini kabul etmedi ve 30 yıl boyunca hastanede heykel yapmasına dahi izin verilmeden yaşamaya çalıştı. “Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?” diyordu onu 5 yılda bir kez ziyaret eden, çok sevdiği kardeşi Paul’a yazdığı bir mektupta. Ve bu düşüncesiyle bir akıl hastanesinde yaşamını yitirdi.Onun hak etmediği bu trajik yaşam, deha sahibi, yaratıcı ve farklı bir kadın olmanın cezası mıydı?
Resim yapma aşkıyla yaşamış ve ardından uzun yıllar akıl hastanesinde kalmış, kimsesizler mezarlığına gömülmüş yalnız ve kimsesiz bir hayat.
Fransa’da işçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Seraphine, daha küçük yaşlarda yalnızlığa mahkum edildi. Bir yaşında annesini, yedi yaşında da babasını kaybetti ve yalnızlık serüveni böylece başlamış oldu. Senlis’te zengin ailelerin temizlik işlerini yaparak geçimini sağlayan ve arta kalan zamanlarında da sabahlara kadar resim yapan doğa aşığı bir kadındı. Onu özel kılansa, pahalı ve kaliteli malzemelerinin olmaması ve her şeyini doğal yollardan elde ediyor olmasıydı. Kasaptan aldığı hayvan kanı, çamur, çiçekler, renkli taşlar, yosun, bitki kökleri onun için birer boya görevi görüyordu. Fırça dahi kullanmıyor boyayı el ve parmaklarının yardımıyla dağıtıyordu. Hatta öyle ki kilisede yakılan mumları toplayıp, resimlerinin uzun ömürlü olmasını sağlıyordu. Bir gün temizliğe gittiği evde, kenara atılmış duran natürmort tablosu Alman koleksiyoner Wilhelm Uhde tarafından fark edilince Seraphine için başka bir dünyanın kapıları açıldı. Rastgele hayatına giren bu adam onu cesaretlendirdi ve sergi açıp resimlerini tüm dünyaya tanıtacağını söyledi. Ancak Uhde, Birinci Dünya Savaşı yüzünden Fransa’dan Almanya’ya geri dönmek zorunda kaldı ve Séraphine’in hayalleri yıkılmış olsa da “yukarıdan” gelen sese kulak verip yine resim yapmaya devam etti. Odasından çıkmadan, yaşadığı ekonomik zorluklarla yiyecek parasını bile resim malzemelerine harcadı ve pes etmedi. 1927 yılında Senlis’te yerel bir sergiye katıldı ve tesadüf ki, Uhde’de o sergideydi. Seraphine’in resmini hemen tanıdı ve ikili yeniden bir araya geldi. Uhde bu kez verdiği sözü tuttu ve Seraphine’i resim dünyasına tanıttı. 2 metrelik dev tuvallere resim yapan, Paris’te sergi açan, tanınmış ve para kazanan bir sanatçı oldu Seraphine. Ancak bu dönemde de savaş sonrası ekonomik kriz ortaya çıktı ve artık sipariş alamaz hale geldi. Zaten hayatında paranın çok yer almadığı ve kısa bir dönem saltanat sürmüş olan sanatçı bu durumdan çok etkilendi, resim de yapamaz hale geldi ve ağır buhranlar geçirdi. Kronik psikoz teşhisi ile Clermont’daki akıl hastanesine yatırıldı.1942 yılında bu dünyadan kimsesiz ve yalnız bir kadın olarak ayrıldı ve kimsesizler mezarlığına gömüldü. Yıllarca fakirlikle mücadele etmiş ve buna rağmen sanata olan tutkusunu hiç yitirmemiş, doğa aşığı bir insanı bu denli karanlık yalnızlığa iten neydi?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.