34,9739$% 0.16
36,7420€% 0.28
44,1241£% -0.32
2.974,72%-1,04
2.647,78%-1,18
10.125,46%0,66
20 Haziran 2021 Pazar
Kar, kış, kıyamet: Abdülkadir Tamer'den bir öykü
Kaleminin gücüyle ayakta kalan babam: Burhan Arpad
... Ve Zonguldak
Yer altında Romanlar ve Gebenler
"Göğü kucaklayıp getirdim sana, kokla açılırsın"
İçimdeki cinayet (Altıncı Bölüm-FİNAL)
Lanetli bir son yüzyılın son yılıdır bu küçük oğlum… Abine de söylemiştim sana da yazıyorum, o küçücük ellerin büyüyüp de sayfa çevirecek çevirdiği sayfayı okuyacak olgunluğa geldiğinde belki beni anlarsın. Şayet yaşıyorsam, bir gün hiç nedensiz çıkagelir yanıma, “merhaba baba” bile demeden anladım dersen ben anlarım. Yok, ölmüş isem ki kuvvetle muhtemel olacağı budur. Yıldızlı bir gecede hepimizin ortak çatısına bakıp anladım diye iç geçirsen de olur. Ben gene anlarım… Unutma ki hepimiz aynı yere bastık ve aynı göğü gördük. İşte hikâyen:
Bitik bir yaz akşamıdır… Evin penceresinden içeri sokaktaki coşku sızmakta, dondurmalarına iki külah almak isteyen yeni yetmelerin, annelerine yakarışları duyulmaktadır. Teybi sonuna kadar açık bir araba çevredekilere hava atarak geçmektedir. Sesi çıkaran teyptir, havayı atan arabadır ve fakat parsayı toplayan arabanın sürücüsü olur her zaman. Kimdir bu sürücü? On dokuz bilemedin yirmili yaşlardadır Fikret. Koleji bitirmiş ve üniversiteyi kazanamamıştır. Beyazıt’ta kirada halı dükkanı ve de Laleli’de kuyumcusu olup kuyum satarak yeni zenginlerden olan babasının havalı arabasını almış, bir arkadaşının, oto sanayideki oto teypçisine gitmiş ve arabaya hem yükte, hem pahada ağır, bol tıstıslı bir teyp taktırmıştır. Niye? Çünkü arkadaşı Oktay’la iki kişi çıktıkları bu hava atma turunu 4 kişi olarak bitirmek istemektedirler. “İki kız bulalım oğlum bu gece” dediğinde Oktay, Fikret bir sevinmiştir… Babasından arabasını isteyecek arabaya tam teşekküllü bir teyp taktıracak, orantısız hormon salgılayan bünyesinin ateşini söndürecektir. Teybin ederini konuşmaya bile değmez. Ama bilmeli ki insan, o eder, insanı katil eder.
“Ne oldu? Sıkıldın mı küçük oğlum? Abin sıkılmamıştır belki, ne de olsa senden daha büyük, aklı daha eriyor. Yedi yıl daha fazla yaşamış bu kör olasıca dünyada, yedi yıllık tecrübe farkı var aranızda… Ama endişelenme, medya aracılığıyla günde üç öğün yutturulan masallara pek benzemez babanın hikâyeleri, yatarken okursan uykun kaçar, sen de düşünür durursun benim gibi gecelerce. Sonra geceleri uyanık olup gün ışığıyla uykuya dalarsın dalabilirsen, Romanya’nın kan içen kahramanı gibi. İşte şimdi hareket zamanı. Aksiyon başlıyor öyküde…
Fikret ve Oktay yanlarındaki kızlarla mehtabı seyretmektedirler. Oktay daha girişken olduğundan doğrudan konuya girmiş sırf konuya girmekle yetinmeyip kızcağızın ağzının içine de girmeye çalışmakta… Fikret çekingen ve utangaç ve daha edepli. Sadece yan yana durmuş göz ucuyla süzüyorlar etrafı. Diğer tarafa bakmıyorlar edepsiz bir şey görmemek için belli ki. Kız diyor ki üşüdüm. Fikret ait olmadığı bir yerde çıkış bileti almışçasına seviniyor fırlıyor ayağa “Arabada hırka olacaktı gidip getireyim.” Arabaya doğru yürürken Fikret, adımlarına dikkat ediyor. Belki kız arkasından bakıyordur diye, anneciğinin dik dur oğlum uyarılarına harfiyen uyarak dimdik ve havalı yürümeye çalışıyor. Yaklaşırken arabaya; bir çıtırtıyla irkiliyor.
Burada bırakıp Fikret’i, başka birinden bahsetmek istiyorum: ona Fil Hamdi derler Dolapdere’de. Yenikapı’da, Tarabya’da ya da Üsküdar’da onu tanıyanlar Fil Hamdi der. Fil Hamdi her semtte Hamdi’dir. Aziz ustanın neşeli öykülerindeki gibi eğlenceli bir karakter olduğundan değil ama Fil namıyla meşhur, sıskacık bir oğlandır. 19 bilemedin 20 yaşlarında… Yer, yer, kilo alamaz bir türlü, belli ki bir illet var boynunda. Ek iş yapar; Asıl mesleği olan boşta gezenin boş kalfalığının yanı sıra oto teybi hırsızıdır, namlılarından… Baba bir, ana ayrı bir kardeşi vardır; Üveyik! Lakin üveylikleri pek kalmamıştır Üveyik’le. Ana baba ayrıdır çocuklardan. Allah ayırmış… Allah geride kalanlara uzun ömür versin. Mahallelinin tabiriyle biraz çatlaktır Üveyik, çocukluğunda kristali çizdirmiş.
Ana babasıyla karşıdan karşıya geçeceklerken Tem otoyolunda, Üveyik bir köpek boku görür tam atacağı adımın hizasında bir an duralar, ana babanın adım menzilinde henüz basılacak bir bok olmadığından hiç tereddütsüz fırlarlar yola. İşte o an olan olur. Gelir çarpar bir kamyon. Arif Tüzkit yönetiminde normal hızda seyreden bir kamyon… 35 yıllık uzun yol şoförü Arif kaptan basar frene ama nafile, Üveyik bok yoluna kurtulur. Ana baba ex. Tam bu sırada şoför Arif’in arkadaşları kahvede onun kulaklarını çınlatmakta, ne usta ne yaman şoför olduğunu anlatmaktadır. 35 yılda bir sinek ezmemiş der içlerinden biri. Arif duymaz çünkü o anda bahsin olduğu yerin yaklaşık “nokta, nokta, nokta km” uzağında bir yaşlı çifti taşıdığı kuru yükler gibi, kayısı pestiline çevirişinin dehşetini yaşamaktadır. Üveyik işte o saat üşütür kafayı, yolda belde bir bok gördü müydü durur başında… Bakar durur, konuşur o boklan saatlerce. Hastaneye de yatmıştır Bakırköy’de. Ama Üveyik huyundan vazgeçmez, bir gün kaçtı sanırlar ama bir de bakarlar ki, hastanenin fosseptik çukurunun içinde, dışkılarla mütalaa halinde…
İşte bu koşullar altında yaşamak ve yaşatabilmek, geçindirmek için kardeşini Hamdi, kelebek gibi uçup arı gibi konmaktadır arabaların kelebek camlarına…. Camların canı cehenneme! Bu akşamki cam, Fikret’in babasının arabasının camıdır.
“Öyle güzel uyuyorsun ki minik oğlum… Kime gülümsüyorsun uykunda? Melek mi yoksa o? Uyu hadi, ben devam ederim.
Hayat iki tanedir oğlum; bir Fikret’in yaşadığı, bir de Hamdi’nin ki, senin pek seçme şansın yoktur hangisini yaşayacağına.
Sen ancak önceden seçilmiş bir hayata doğarsın. Zenginse baban Fikret olur, ay ışığında üşüyen sevgiline hırka getirmeye gidersin, fakirse baban ve fakir olarak öldüyse, olsan olsan Hamdi olursun. Unutma ki Hamdiler çoğunluktadır bu hayatta. Hiçbir resim değiştiremez bu makûs talihi… Bak şimdi şenleniyor hikâye oğlum, iyi dinle iyi oku! Okurken noktaya virgüle dikkat et! Öyle gelişigüzel yerleştirmez işaretleri baban… Vardır bir bildiği… Her ne kadar “kurusıkı” öykü de olsa bunlar… “sulu ve gevşek” olmasından evladır.
Fikret arabasına yaklaşır, bir gölge görür arabanın içinde… Hamdi’dir görünen… Fikret meyleder babasının arabasına ve arkadaşının teybine.
– N’aapıyosun orda?
– Siktir git lan!
– Polis çağırırım bak!
– Siktir git, kimi çağırıyorsan çağır.
– Bırak ulan o teybi!
– Tut kafasını… Hadi yaylan sana da bir zarar gelmesin…
Fikret yardım isterse rezil olacak kıza, ama bu işi kendi halletse en kral kahraman… Hırsıza bak lan; tornavidayla; kanırtıyor hâlâ teybi piç… Fikret atılır Hamdi’nin üstüne, sonrası karanlık.
Hamdi koltuğunun altında teyp, teypten sızan Fikret’in kanı, kaybolur karanlıkta. Hamdi için belki yarın güneş doğacak ama Fikret hep karanlıkta kalacak.
Cenazeden sonra Fikret’in kuyumcu babası ve elleri kolları kuyumlu anası sorunlardan kaçmak ve belki de evlat acısını az da olsa dindirmek için bir seyahate çıkarlar arabalarıyla.
Gözleri yaşlıdır, arabının teybinde Fikret’in bebekken kaydettikleri sesini dinleyecekken… Baba düşünür, fil gibi bir ekmeği yiyebilen cılız bir oğlandan almıştır teybi.
Sırf teybi satan çocuğa benim de sen yaşlarda bir oğlum vardı demek için… Biraz hasarlıdır teyp, hatta üstünde yemek yenmiş olmalı ki kenarına ketçap bulaşmış. Baba ceketinin yeniyle siler o kırmızılığı… Teyp arabada, Fikret’in sesi teypte hız sınırını ihlal ederek yol almaktadırlar gözleri yaşlı… Gecedir. Uzaktan bir kamyon uzunları yakıp söndürür… Ve yanlarından hızla geçip gider, Arif Tüzkit yönetimindeki kuru yük kamyonu artıp azalan bir vınlamayla…
İşte oğullarım… O vınlamadır hayat… İki şekilde başlar, bir şekilde biter… Arası sadece bir vınlama…
Babanız Ömer Pınar (99 Temmuz, Moda)
Nisan’ın yirmi üçüydü. Bayramlardan çocuk bayramı. Günlerden Çarşamba. Yaşı sekizdi. Ama kendisi dokuz olduğunu iddia ediyor ve her büyük insanın öyle düşündüğünü sanarak, askı kanat takmak istemiyordu. Öğretmeni ona kelebek mi, yoksa papatya mı olmak istediğini sorduğunda, sırf arkadaşlarından ayrı düşmemek ve geçit töreninde kenarda değil de, ortada yürüyenlerin arasında olmak istediği için yarım ağızla “Kelebek olayım bari” demişti.
O an, kelebek kostümüyle dışarı çıktığında mahalledeki arkadaşlarının onunla alay edeceğini asla düşünmedi. Zaten düşünmemesi de iyi oldu. Çünkü sokağa çıkınca kimse ona bir şey demedi. Boştu sokak.
Tatildi bugün…. Ama bakkal Resul açıktı. Gitsindi gofret alsındı… Kanatlı, kelebek kostümüyle dışarı çıkmakta bir sakınca görmedi. Görmediği bir diğer şey de karşı apartmanın demir kapısına sırtı yaslı, yaşlı… yani gözü yaşlı… kirli bir yaşdaşıydı.
Kirli, önce göz yaşını sildi, sonra “Kim bu kelebek?” diye düşündü, akan burnunu kirli gömleğinin koluna silerken. Sağ kolunda gözyaşı, sol kolunda sümük. Önce, içinden onu dövmek geçti. “Bir yumrukta deviririm” diye düşündü. Hem hırsımı ondan çıkarırım. Aşağı mahalledeki tornacı Rasim’in köpeği Karaçomar’ı alaşağı eden de kendisi değil miydi? Günlerden neydi ki bugün? Niye boştu sokaklar? Çocuklar niye maymun gibi? Bugün, sabahtan bu yana iki tane papatya, bir tane güneş, bir tane tavşan, şu çocukla birlikte iki tane de kelebek görmüştü. Gözlerini kelebek çocuğun renkli kanatlarından alıp gözlerine dikince, kelebeğin tereddütlü gözlerinin de kendi yüzüne dikili olduğunu gördü. Yüzü kesikli Taci Abi vardı mahallede. Onun gibi tükürmeye çalıştı. Tüküremedi. Tükürük gömleğine düştü. Kelebeğe daha da sinirlendi. Kanatlıysa “Pis” diye geçirdi içinden. Annesinin asla arkadaşlık edilmeyecek, tariflerine tıpatıp uyan bir yaşdaşı gözlerini kanatlarına dikmiş, üstelik salya akıtarak karşısında duruyor. “Anneeee!…..” diye bağırmak geçti içinden. Sonra gururuna yediremedi.
Havada kıştan kalma bir serinlik mi var? Yoksa iki küçük organizmanın yaydığı negatife çalan elektrik mi? Bilinmez… Kanatlı kirliye doğru yürüdü.… Yukardan baktığın vakit, küçük kanatlı bir eklem bacaklının küçük siyah bir karıncaya yaklaştığı görülmekte.
Küçük kanatlı kendinden emin ve vakur; gözlerinde merak ve elleri terleyerek pis gömleklinin yanına vardı. Kelimelerin dile dökülmesini bekleyen bir tavırla karşısında duruyor. Gerçi ne söyleyeceğini kafasında kurmuştu. Ama ya sesi titrerse… Hadi bir cesaret.
– Ne bakıyorsun?…
– Sana ne?
– …..
Doğruydu. Ona neydi ki? Nasıl düşünememişti böyle bir yanıtla karşılaşabileceğini? Kızardı. Gülümsedi, Taci Abi gibi tüküremeyense, dövmekten vazgeçti kanatlıyı. Kanatlı meraklı…
– Niye ağladın?
– Usta dövdü.
– Dövüş ustası mı?
– Yok, tamirci.
Sessizlik. Kirli sordu bu sefer.
– Niye bunları giydin?
– Yirmi üç nisan bugün.
– Eee?
Eeee’si neydi sahiden? Ne diyecek? Niye bilmiyor Yirmiüç Nisan’ın böyle bir şey olduğunu? Kimdi ki bu?
“Bayram bugün” dedi kelebek görünüşlü ve kelebek ruhlu.
“Sana bayram” dedi kirli gömlekli.
Nedenini, niçinini konuştular konunun, çocuk dilleri döndüğünce. Kirli bugüne kadar hiçbir hayvan kostümü giymemiş… Kendine hep eşşek, itoğlu it gibi çeşitli hayvan türleriyle hitap edilmiş ama kostüm; ı-ıh!
Biraz üzüldüler, biraz güldüler. Kelebek bakkaldan gofret aldı ikisine. Gülümsedi yüzler.
Akşam üstü annesi kelebeğe kızıp, saatlerdir nerede olduğu, niye haber vermediği, zaten töreni de kaçırdıkları içerikli bir azar konuşması yaparken, pis olan azar azar uzaklaşan gölgesiyle sokağın başında kayboluyordu.
Kanatsız kelebek odasında boyama kitabını boyarken, annesi sokakta, elinde nereden geldiği belirsiz kelebek kanatlarıyla koşan çocuğun varlığından habersiz, ısrarla, kanatlarını nerede kaybettiğini düşünüyordu yavrusunun. Vesaire.. Vesaire.. veya saire…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.