DOLAR

33,9008$% 0.03

EURO

37,6352% -0.04

STERLİN

44,6724£% -0.16

GRAM ALTIN

2.809,88%0,81

ONS

2.577,74%0,76

BİST100

9.685,49%1,73

İkindi Vakti a 16:38
İstanbul AÇIK 27°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Ramazan Bahadır

Ramazan Bahadır

15 Ağustos 2020 Cumartesi

Absürt bir fiyasko hikayesi: Tren geçmeyen tren garı!

Absürt bir fiyasko hikayesi: Tren geçmeyen tren garı!
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Dalaman’daki tren uğramayan tren garının trajikomik ve absürt hikayesi… Dikkat! İbretlik olaylar ve acınası yanlışlıklar dizisini takip etmeye çalışırken; gülsem mi, ağlasam mı, kızsam mı gibisinden duygusal dalgalanmalara neden olabilir!

Bir tren garı var Dalaman’da. Doğduğu günden beri mutsuz, umutsuz, kırgın ve hep bekliyor; belki birgün benim de peronuma bir tren gelir diye. Zira bu gar yapıldığından beri hiçbir tren uğramamış ona. Mimarı özenle çizmiş; peronları nerede olacak, trenler nereye yanaşacak, yolcular nerede bekleyecek, saati nereye konacak, velhasıl bu binayı gar binası yapacak her bir detayı hesaplayarak. 

20. Yüzyılın başlarında yapılmış bu tren garı; kimisi fötr şapkalı, kimi fesli, kimi askeri üniformalı, kimi uzun etekli kocaman şapkalı, kimi çarşaflı yolcularının gelişini beklemeye başlamış pür telaş. Ancak bir tek yolcu bile uğramamış, çünkü oradan geçen tren rayları yokmuş, dolayısıyla oradan geçen bir tren de. Doğası gereği her şeyi acele, hızlı, koşturmacalı, telaşlı, panikli yaşaması üzere planlanmış bu gar binası, müthiş sıkılmış olmalı. 

Peki, neydi onun hikâyesi? Onu bir tren şebekesine dâhil olmayan, tren raylarının uğramadığı bir dağ başına yapanlar ne düşünmüştü, ona bu kötülüğü kim yapmış olabilirdi? Dalaman’daki bu gar binasının hem trajik hem de komik bir hikayesi var. Yani bu hikaye epeyce trajikomik ve bir o kadar da absürt. 

Hilmi Paşa’ya küçük bir jest…

Mısır, Osmanlı Devleti’nin en önemli gelir kaynaklarından biriydi. Haydaa, Mısır nereden çıktı şimdi dediğinizi duyar gibi oldum. Fakat sabrediniz çok alakası var. Zira bu garın hikâyesi İstanbul, Dalaman, Mısır üçgeninde yaşanan müthiş bir yanlış anlamadan ibaret. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, imparatorluğun Mısır'daki yöneticisi Hidiv (Vali) Abbas Hilmi Paşa'dır. Bilindiği üzere devlet son zamanlarında büyük bir borç batağında yüzüyordu. 2. Abdülhamit döneminde Hilmi Paşa’dan alınan parayla devlet bir süre için rahat nefes alabildi. Padişah bunun üzerine Hilmi Paşa’yı ödüllendirmek, ona bir jest yapmak ister. Düşünülen ödül ise şudur: İngilizlerle ortaklaşa bir proje geliştirilerek, İskenderiye’ye bir tren garı inşa edilecek. Ayrıca Dalaman'a da bir av köşkü yaptırılarak Hilmi Paşa’ya hediye edilecek. (Bu arada Hilmi Paşa ne kadar para verdi bilmiyorum, teşekkür mahiyetinde tren garı ve av köşkü… İyi para olsa gerek, fakat bakmadım zira konuyla alakası yok.)

Dalaman ne alaka?

Peki, Dalaman nereden çıktı şimdi değil mi? Mısır’daki Vali’ye Dalaman’da av köşkü ne alaka? Fazla karıştırmadan anlatmaya çalışıyorum ama inanın böylesine absürt bir şeyin hikayesi de doğal olarak biraz karışık. Neyse devam edelim. Dalaman, Hilmi Paşa’nın sevdiği ve olabildiğince sık gittiği bir yer. Kendisinin Dalaman’da bir çiftliği vardı; bölgeyi bilenler anlayacaktır sadece ama onların da bir ayrıcalığı olsun; bir ucu denizde, bir ucu Kapıkargın köyünde, bir ucu da Fethiye yolundan Dalaman Çayı'na kadar uzanan, içinde Mısır’dan getirilmiş olan siyahi işçilerin çalıştığı tarım arazileri bulunan büyük bir çiftlikmiş bu. Kendisi aynı zamanda ava da meraklı ve burası o dönem av için oldukça güzel bir coğrafya. Dolayısıyla “bu çiftliğe bir av köşkü yaptırıp hediye edelim, o kadar borçtan dertten kurtardı bizi, Hilmi Paşa’ya bir jestimiz olsun” diye düşünülmüş. 

İşler karışır, fiyasko başlar

Düşünce güzel ama tahmin edeceğiniz üzere işler pek yolunda gitmemiş. Tam bu süreçte Abdülhamit tahttan indiriliyor, yıl 1908. Proje doğal olarak rafa kalkıyor, işler uzuyor. Ancak Hilmi Paşa değerinden bir şey yitirmiş değildi ve kendisi için hazırlanan hediyeler yeniden gündeme geldi. Nihayet 1910 yılında “Hilmi Paşa’ya jest projesi” kaldığı yerden devam etti. İstanbul’dan iki gemi yola çıktı. Gemilerden biri hazırlanan av köşkü plan ve malzemelerini Dalaman’a, diğeri ise tren garının plan ve malzemelerini Kahire’ye taşıyordu. Bundan sonrasını tahmin edeceğinizi düşünüyorum. Ama izin verirseniz ben söyleyeyim, o kadar anlattım sonunu da bağlayayım.

Gar olduğunu inşaat bitince anladılar

Yolda yaşanan bir karışıklık sonucu tren garının malzemelerini taşıyan geminin yükü Dalaman’a ulaştı. Yapılan yanlışlıktan haberi olmayan köylüler, gemiden inen ustalarla birlikte inşaata başladılar. Hilmi Paşa’ya bir sürpriz olarak planlandığından, onun Dalaman’a bir dahaki gelişine av köşkünü hazır etmek için haldır haldır çalışmaya koyuldular. Ancak yaptıkları şeyin av köşkü değil tren garı olduğunu inşaat neredeyse tamamlanma aşamasındayken fark edebilirler. İş işten geçmiştir. Dalaman'a, hiçbir zaman ne bir tren ne de yolcu uğrayacak bir tren garı inşaa edilmiştir artık. Bu bina günümüzde Devlet Üretme Çiftliği idare binası olarak kullanılıyor. 

Av köşküne ne oldu?

Peki Hilmi Paşa’nın av köşkü nerede? Av köşkü malzemeleri ve ustaları da Kahire’ye ulaştı. Ancak orada daha malzemeler gemiden inerken yanlışlık anlaşıldı. Hilmi Paşa’ya, gelen malzemelerin ve projenin bir tren garı değil av köşküne ait olduğu bilgisi iletildi. Hilmi Paşa durum karşısında şaşkın ve ne yapacağını bilmez halde kaldı. Düşündü, yapacak bir şey yoktu, her şey hazırdı, av köşkünün yapılmasını emretti ve o inşaatta tamamlandı. Başarıyla tamamlanmış iki büyük inşaat projesi fakat yanlış yerlerde… 

Ustaların çilesi…

Dalaman’daki tren uğramayan tren garının trajikomik ve absürt hikayesi işte böyledir. Son olarak tren garını inşaa eden ustaları düşünmeden edemiyorum. Kim bilir hayatları boyunca kaç inşaat projesi gerçekleştirmiş bu ustalar nasıl oldu da fark etmedi işin aslını? İş ilerledikçe fark edilmeye başladı belki de… Klasik bir süreç canlanıyor gözümde. 

Ustanın iç sesi: “Ya bu pek av köşküne benzemiyor, gar binası gibi ama, çözemedim de?.. İstanbul’a bir sordursak mı? Şimdi sorsan işgüzar usta işine bak derler… Aman ya bana ne, bana yap dediler yaparım hocam, üzerime vazife olmayan işe karışmam. Başıma iş gelmesin şimdi.” O an işçiler gelir. 

Usta: "Hah, getirdiniz mi oğlum taşları, yıkın buraya, karın güzelce harcı, hah aferin. Hadi öğle paydosu, yemeğe…".

Kaynak: İzmir Demiryolları, A. Nedim Atilla

Devamını Oku

Katar katar hüzün, katar katar mutluluk

Katar katar hüzün, katar katar mutluluk
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Tren sıradan bir araç değildir; katarları daima duygu yüklüdür. Uzun uzun çalan düdüğü; perona yaklaşırken mutluğun, perondan kalkerken hüznün başladığı anı haber verir. Çocuklar içinse hiçbir duygu yüküne gerek olmaksızın, saf bir coşku demektir tren.

…Vaktiyle İzmir’e gitmiştim

Ömrümde ilk defa

Aşıklık yüzünden.

Şehre girerken ışıklar uçuşuyor

Rüzgar okşuyordu saçımı tren penceresinde,

Kalbim bir bayrak gibi çırpınıyordu…

Cahit Külebi / Sevda Peşinde

İlk trenin raylar üzerinde hareketinden bu yana, altı üstü 216 yıl geçmiş. Oysa duygusal varlığı bin yıldır hayatımızdaymış gibi. Taşıdığı duygu yükü bakımından, bir otobüs, otomobil falan yanına bile yaklaşamaz mesela, hadi belki vapurla kıyasa girer, o da bir yere kadar. Gerçi artık hızlı trenler var, eski trenlerden epeyce farklılar; lüks, cafcaflı, süper hızlı… Fakat şekil değişse de peronlarda, sevdiklerini uğurlayanlar ya da karşılayanlarda hüznün yahut o tatlı sevincin izleri baki kalmakta. 

Evreka…Tram-Waggon

Dünyada ilk tren İngiltere’de doğmuş. Osmanlı topraklarında ise 160 yıl önce, İzmir’de duylmuş ilk tren düdüğü. İnsanların üzerindeki gayet hassas etkilerinden bahsettikten sonra, gelin koca yürekli trenimizin geçmişten bugüne yolculuğuna kısaca göz atalım. 

İngilterede hayalperest ve zeki bir mühendis olan Richard Trevithick, birgün buharlı bir makine yapacağını ve bu makineyle 10 ton demiri raylı bir yol üzerinde Pennydarran’dan Cardiff’e kadar (16 kilometre) taşıyabileceğini iddia eder. Üstelik hiç hayvan kullanmadan! Bu, o dönem için büyük bir iddiaydı. Elbette çoğu ona inanmadı hatta bir maden sahibiyle ciddi bir bahse tutuştukları bile söylenir. Tahmin edeceğiniz üzere iddiayı Trevithick kazandı. 6 Şubat 1804’te Tram-Waggon adlı bir lokomotif Cardiff’ten Pennydarran’a doğru hareket etti. Demir yükünün yanı sıra yetmiş yolculu bir araba da katara eklenmişti. Trenin bu ilk yolculuğu tam 5 saat sürdü. Trevithick iddiayı kazandı ama treni hayvan taşımacılığıyla rekabet edecek ölçüde geliştirmeyi başaramadı. Bu işi başka bir İngiliz, George Stephenson yapacaktı.

İngiltere’den dünyaya yayıldı

Dahi mühendis Richard Trevithick’in, bir lokomotifin çektiği katarlarla, demir raylar üzerinde yük ve yolcu taşıma hayalini ve ilk girişimini George Stephenson realize etti. Stephenson, peron, lokomotif ve vagon tasarımlarıyla tren fikrini geliştirdi. Dünyanın ilk gerçek anlamda demiryolu taşımacılığı ise 27 Eylül 1825’te gerçekleşebildi. İskoçya’da Darlingthon ile Stockton arasında kullanılan tren ile sadece yük değil yolcu da taşınmıştı. Tren ve demiryolları önce İngiltere’de ve ardından dünyada hızla gelişti ve yaygınlaştı. 1831’de Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1832’de Fransa’da 1835’te Belçika ve Almanya’da 1837’de Rusya’da ve 1848’de İspanya’da demiryolu kullanılmaya başlandı. Osmanlı Devleti’nde ilk demiryolu hattı, 1860 yılında İzmir ile Aydın arasında yapıldı. Böylelikle Anadolu topraklarında ilk tren, İzmir-Torbalı hattında çalışmaya başladı. 5 yıl sonra da İzmir ile Kasaba (Turgutlu) arasında bir demiryolu hattı inşa edildi. Sosyal ve ticari hayatı hızla değiştirdi.

Ayrılığın ve kavuşmanın habercisi

Hem hüznün hem de sevincin bilmem kaç tonluk bir demir yığınında tezahürürüdür tren. Her iki duyguyu da aynı anda taşır vagonları. İlla ki gözler yaşlı; ya hüzünden ya da sevinçten… Peronda yankılanan düdük sesi, hem ayrılığın hem de kavuşmanın habercisi. Ya umutsuz ve mutsuz; ya da sevinç ve coşku dolu bir zaman dilimi başlar o andan itibaren. Aslında trenin görüntüsü, düdük sesi aynıdır hep. Tek değişken vardır; perona yanaşan tren, perondan kalkan tren…

Kahreden kalkışlar

Tren, sevgiliyi çok uzaklara götürmek için perona yanaştığı anda başlar hüzün. Tonlarca demir parçası homurdanırcasına gıcırdarken, acı bir düdük sesi duyulur aniden. Tren; gözyaşıyla ıslanmış bir mendildir artık, sevgilinin ardından isteksizce sallanan. Akarsuya Bırakılan Mektup şiirinde pek güzel özetlemiş Hasan Hüseyin Korkmazgil. Daha da uzatmadan ona bırakalım kalemi: 

Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını

neden akşam oluyorum tren kalkınca

kırlangıçlar birdenbire çekip gidince

mendiller sallanınca neden tıkanıyorum

Hoş gelişler

Sevgiliyi getiren treni beklerken, garın o büyük saatindeki o kocaman yelkovan, daha önce olmadığı kadar yavaş hareket eder. Ve o an geldiğinde, insanın içinde tomurcuk tomurcuk açan sevincin bir tarifi var mıdır? Tarifini bilmem ama bir şekli şemali vardır. O perona yanaşırken yavaştan, hızlıca atılır vagon boyunca adımlar, heyecanlı gözler pencerelerde, kafa sürekli bir tarama faaliyetinde… Yine birkaç damla gözyaşı belki, sevgili trenin merdivenlerden nihayet inerken. Ayrılığın değil, kavuşmanın adıdır artık tren. Ne dersiniz, böylesi büyük bir demir yığını, böylesine gürültücü ve yaygaracı bir şey, nasıl oldu da bu kadar şirin ve tatlı bir figür oldu hafızalarda? Bu hoş gelişleriyle olsa gerek. 

Aaa treeen!..

Hele bir de çocuğun gözlerinden bakın trene. “Aaa treeen!…” derken yüzünde beliren gülümsemeyi, istemsiz bir kahkaha takip eder çoğu zaman. Oyuncak tren, bir dönemin en popüler oyuncağıdır; zira treni eve götürmenin yegane yolu budur. Bu kez de bir çocuğun gözlerindeki parıltıdır tren. Garda annesinin elini tutarken, ne ayrılığın hüznü ne de kavuşmanın sevinci vardır onun için. Çocuk için tren, mevzunun ta kendisidir. Perona yanaşması ya da kalkıyor olması fark etmez. Hiçbir duyguyla harman olmamış, olabildiğine saf bir coşkudur bu. Dünyada hiç kimse, bir çocuk kadar güzel ve coşkulu söyleyemez onun adını: “Aaa Treeeeen!..”

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.