DOLAR

33,9008$% 0.03

EURO

37,6352% -0.04

STERLİN

44,6724£% -0.16

GRAM ALTIN

2.809,88%0,81

ONS

2.577,74%0,76

BİST100

9.685,49%1,73

İkindi Vakti a 16:38
İstanbul AÇIK 27°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Eros Barbaros

Eros Barbaros

11 Ocak 2024 Perşembe

“Hey Sırrı!”

“Hey Sırrı!”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

   Çöpçatanlık işinin tırt bi fikir olduğu birkaç ayda kabak gibi ortaya çıkmıştı. Gerçek hayat evlilik programlarındaki gibi işlemiyordu. Birini birine aşık etmek insanüstü bir işti. Kısaca, olmayacaksa olmuyordu.

    Fakat hazır eros meros diye şirket kurmuşken eldeki son parayla mahallede bir seks şop açmaya karar verdim. Neonlu meonlu bir tabela tasarlayıp tabelacı Selami abiye yaptırdım. Tabela takıldı. Almanya’dan Hollanda’dan mallar geldi. Fakat müşteri gelmiyordu. Haliyle mahallelinin seks şopa alışması zor oluyor. Üçüncü haftanın sonunda gelen ilk müşteri ise acayip sürpriz bir isimdi. Feriha teyze… Kocasının otuz senedir kendisiyle iki kelime laflamadığından şikayet ediyordu. Adam her sabah kalkıp kahveye gider, akşam da gelip sızana kadar televizyon seyredermiş.

    “Derdime derman bir…” dedi, yutkundu kadıncağız. “Çok afedersin şööyle hoş sohbet bir şişme bey yok mu sizde?.. Vallahi ruhum daraldı artık.”

   “Ah be Feriha teyze,” dedim, “bizdeki ürünler daha çok silikon, lateks ağırlıklı. Öyle ruha derman bir ürünümüz yok maalesef”

  “Bari gelmişken bi çeşit görseydim be evladım?” diye ısrar etti. Gözleri yaşarmıştı.

   Kalktım, utana sıkıla Feriha teyzeye dükkandaki bir kaç şişme adam modelini, en boy vererek gösterdim.

   “Yavrum ben eninde boyunda değilim bu yaştan sonra” diye sızlandı Feriha teyze. “Bunların şöyle iki kelime muhabbet eden modeli yok mu?”

   “Maalesef teyzecim… Muhabbetçi şişme amca yapmak, Çinlinin aklına gelmemiş niyeyse”.

   Feriha teyze burnunu çekti, başını önüne eğdi. Bir süre öyle sessizce durduktan sonra Şenol’un (bkz.önceki macera) sevimsiz sesi duyuldu, “Ben bu işi çözerim dostum!”. Sinsi pezevenk meğer sessizce gelmiş, dükkanın köşesinden bizi izliyomuş.  

   Feriha teyze, “Ay vallahi bütün mahalleye reklam oldum!” diye dövünerek dükkandan kaçarken, denyo Şenol ”Korkma anacım benden laf çıkmaz” diye arkasından sırıtıyordu.

   “Hayırdır lan” dedim? Yüreğinin götürdüğü yere gitmemiş miydin sen?”

   “Gittim abi dedi. Fakat param bitince döndüm. Var mı bana iş?”

   “Al bak burda” dedim tezgahın üzerinde duran Çin malı dildoyu sallayarak. “Üç haftadır gelen ilk müşteriyi kaçırdın. Cenabet pezevenk!”

   “Abi ben Feriha teyzenin ilacını biliyorum. Bak şimdi şu senin şişme adamların birine yapay zeka yükleyecez, bülbül gibi şakıtacaz”

   “Dükkan ağzına kadar yapay torrak dolu Şenol! Ne yapay zekası?” 

   “Abi şimdi bu ayfonlarda Siri diye bi hatun var. ‘Hey Siri!’ diyosun…”

   Şenol daha cümlesini tamamlayamadan Siri muhabbete girdi, “Şenol’um naaber yaa? Nabıyon?”

   Sanki kırk yıllık arkadaşlarmış, Nevizade’de karşılaşmışlar gibi geyiğe başladılar.

   Ağzım açık kalmıştı. “Ulan Şenol dedim. Bunun Sırrı amca versiyonunu yaparsak Feriha teyze bizi emekli maaşına boğar.”

   “Sırrı amca kim abi?”

   “Lan işte bu senin ‘Siri’ denen hatunun, emekli amca versiyonu. Hey Sırrı amca!”

   “Tıhahahah… Ayıpsın baba” dedi Şenol sırıtarak “Ben bunu heklerim, modifiye ederim, Aydın Boysan sesi bile yaparım buna şerefsizim… Yalnız, bunun amca kafasına gelmesi için bi süre gerçek bi amcayla muhabbet etmesi lazım. Sanal zeka, muhabbet ettikçe kendini geliştiriyo. 

   “Benim Nazmi amcam var ya oğlum. Emekli kaptan. Nazmi amcanın yanına verelim, yarım saatte bayıltır bunu.”

    İkinci el bi ayfon aldık, Şenol’un modifiye ettiği Aydın Boysan sesli Siri’yi, Erkan amcanın yanına koyduk. Erkan amca Siri’nin sanal olmasını hiç iplemedi. Yanına kimi koysan iplemezdi. Yeter ki geyik yapacak adam olsun. “Melmeket neresi seni?”le girdi, emekli maaşlarıyla devam etti. Bu arada dükkanın arka tarafındaki gay reyonundan bulduğumuz yaşlıca bir şişme adamı amca tarzında giydirdik. Şenol’un rahmetli dayısının gömleği, süveteri, takma bıyık ve amca gözlüklerini de takınca Sırrı Amca karşımızda belirmişti. Gözlüklerin arkasından ters ters bize bakıyordu. Nazmi amcanın muhabbetiyle terbiye ettiğimiz modifiye Siri’yi de şişme amcamıza monte ettik. Şarza taktık. Geriye şişme Sırrı amcayı aktive etmek kalmıştı. Bunun için “Hey Sırrı!” demek gerekiyordu. Fakat o kadar gerçekçi bi amca olmuştu ki saygımızdan “Hey Sırrı amca!” diyebildik. Sırrı amca bir süre ters ters baktıktan sonra aniden konuşmaya başladı. Su faturasından, siyatiklerinden, apartman aidatından, tıp fakültesi hastanesinden bahsediyordu. Ve hiç susmuyordu. 

    Feriha teyze “Hey Sırrı!”ya bayıldı. Hatta o kadar bayıldı ki ilk başlarda kocasını boşayacağından falan korktuk. Fakat Feriha teyze, ne kocasından vazgeçti ne de “Hey Sırrı!”dan. Kocasının da umurunda değildi zaten, elektrik faturası çok yazmasın da… Ee ne diyelim. Allah üçüne de uzun ömür versiin, şarzları bol olsun.

Devamını Oku

Sana eflatun çok yakışıyor

Sana eflatun çok yakışıyor
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Open” olayının (bkz. Geçen macera) üzerinden iki hafta geçmişti. Şenol’un abisinin evinde saklanıyorduk. Mahallelinin korkusundan iki haftadır evden çıkamıyorduk. Şenol’un abisi sahaftı ve entel bir insandı. Evin her yeri eski kitap doluydu. Salonda, koridorda, mutfakta, banyoda, helada oraya buraya yığılmış kafam kadar kalın kitaplar vardı. Şenol sabahtan akşama kadar internette çet, vebkem peşindeydi. Benim internetle aram yoktur. Şenol’un abisinin evinde televizyon falan da olmadığından, bir süre sonra haliyle kitap okuyan bi insan olup çıktım. Çizgi romanlardan başlayıp, macera, polisiye falan derken inceden felsefe kitaplarına bile girmiştim. Sokrates, Platon, Aristo… 

Mesela Aristoteles dediğin, “sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek” kafasında, gayet arabesk bi adamdı. Platon ise değişime inanıyordu ve “kalbim kapalı aşka ama sen gelirsen başka” tadında takılıyordu. Bu hesaba göre esas “platonik” olan Platon değil Aristo’ydu. İşsizlikten, sıkıntıdan bütün gün böyle entel mevzular düşünen bi insan olup çıkmıştım. Sızana kadar kitap okuyordum. Bir akşam yine böyle sızmışken, aynen şöyle bir rüya gördüm. Dinleyin bak çok acayip.

Rüyamda Aristo’ymuşum. Eski Yunan’daymışım. Çarşaflarla tunikler giyinmişim, Platon’un felsefe okulu, meşhuuur Akademia’nın bahçesindeymişim. Okuldaki ilk günümmüş. Sonra bi baktım bu Platon, sakalını düşünceli düşünceli sıvazlayarak geliyor. Bi yandan da çekirdek çitletip kabuklarını oraya buraya tümkürtüyor. Ben o zamanlar genç Aristo’yum tabi. Platon hocaya saygımız büyük. Hemen yanaştım.

“Hocam… Şey… Ünlü Platon siz misiniz?”

Platon sakalını sıvazlayarak, “Yok… Suavi ben.”

Anlaşılan bu Platon aynı zamanda çok şakacı biriymiş. “Heyecanımı bağışlayın hoca” dedim. “Ben yeni öğrenciniz Aristo.”

“Öyle miii? Hoşgeldin Arto’cuğum.”

“Aristo, ismim hocam. Heh heh… Hocam sizi düşünceli gördüm biraz. Hayırdır?”

Belli ki hocaların hocası, meşhuur Platon yine felsefi meseleler üzerine dalmış gitmişti. Fakat hoca sakalını iki sıvazladıktan sonra, “Bi manita olayı var da…” dedi. “Yılan gibi bi şey. Görsen böyle her yanı ayrı oynuyo”.

Doğrusu apışıp kalmıştım. “Hocam valla ne yalan söyleyeyim. Sizi böyle düşünceli görünce… Ne bileyim… Önemli mevzular hakkında falan düşünüyosunuz sandım.”

Platon, kolumu dostça kavrayarak, yediği çekirdeğin kabuğunu suratıma tümkürdü. “Ulan bundan daha önemli bir mesele var mı!?” dedi. Ben cevap veremeyince, kolumu sıkmaya başladı. Tırsmıştım. “O da doğru be hocam. Heh heh…” diyebildim. Hoca kolumu bıraktı ve tekrar düşüncelere dalarak, “Kız Smrynalıymış.” diye mırıldandı. “Kız İzmirli miymiş? Yapma beehh… İsmi ne?” dedim yavşakça bir edayla. Aniden rahatlayınca niyeyse yavşaklaşmıştım hocaların hocasına karşı.

“Melisa” dedi hoca kulağını karıştırıp beyaz tuniğinin üstüne sürerken. “Hadi yaa” dedim yavşaklık seviyemi koruyarak. “Hocam Akademia giriş sınavında İzmirli bi kızla tanışmıştım. Onun adı da Melisa’ydı.”

“Oha tesadüfe bak…” dedi Platon. Oha deyişinde 60 yaşına bir zamparanın heyecan ve samimiyetten uzak tavrı vardı. “Senin kızın gözleri ne renk?..”

“Bilmiyorum hocam. Gözlerine bakamadım daha. Kızın gözlerine bakan taş kesiliyormuş. Agora'da konuşurlarken duydum.”

Hocaların hocası karşıdaki açık tuvalete doğru giderken “Tsahah hahah” diye gülüyordu. Tuniğini sıyırdı ve gözlerimin içine bakarak sıçmaya başladı. “Oğlum senin o dediğin Medusa. Kızları karıştırmışsın sen. Mitoloji öğretmediler mi sana ilkokulda?”

Hocaların hocasının sıçışını seyretmek niyetinde değildim. Kafamı öte tarafa çevirdim. “Yok hocam biz taşralıyık. Köy mektebinde okudum.” Hoca işini bitirmişti. Tuniğini düzeltirken, “Ohoo işimiz var seninle… Yavrum kızı bu kadar seviyosan gidip konuşsana?” dedi.

“Olmaz hocam.” dedim heyecanla, “Ben sizin öğretilerinize sıkı sıkıya bağlıyım!”

“Neymiş ulan benim öğretilerim?”

“Uzaktan sevmek hocam. Aşkların en güzeli. Şarkısı da var. Seni uzaktan sevmeek aşkların en güzelii. Alıştım hasretine gel desen gelemem kii…”

Hocaların hocası sesimin yanıklığından etkilenmiş olacak ki derin bir iç çekti. “Gönül Yazar güzel söyler onu. Bak o da Smyrna'lıdır ha… Ama fazla kaptırma böyle şeylere yavrum. Psikopat olursun.”

Kafam karışmıştı. “Benim biraz kafam karıştı hocam.” dedim, “Siz demiyor musunuz, fiziki dünyada her şey gelip geçicidir. Onları asla fiziksel olarak kavrayamayız. Uzaktan izleyerek, aklımız ve ruhumuzla kavrayabiliriz.”

O anda hocaların hocasının yüzü değişti. Suratıma, bir boka bakıyormuşçasına acıyarak bakıyordu. Ani bir hareketle belimden kavrayıp sıkmaya başladı, “Oğlum saçmalama! Genç adamsın! Kızı aklınla mı kavrayacan? Tutacan şöyle belinden!..”

Hem tırsmış hem hayal kırıklığına uğramıştım. Ama daha çok tırstım diyebilirim. “Aman hocam neler söylüyorsunuz? Ben sizin felsefenizin platonik takılmak olduğunu sanıyodum.”

Platon ani bir hareketle tuniğini kaldırarak kıçını gösterdi. “Kıçımdaki kılları görüyo musun? Ulan ben seksen yaşında adamım! Sen bana ne bakıyosun. Tabi ki Platonik takılıcam!”

Hakkaten de kıçının kılları komple ağarmıştı hocaların hocasının. Ayrıca belli ki inceden kafayı yemeye de başlamıştı. Daha fazla dayanamadım. 

“Var ya şu an size ve okulunuza olan güvenim tamamen yerle bir oldu hocam. Kusura bakmayın da… Platoncu felsefeye tamamen ters konuşuyorsunuz.”

“Ama yavrum sen de Platon'dan çok Platoncu olmuşsun… Platon benim ulan zaten! Ben uydurdum bu felsefeyi! Sana n’oluyo manyak?”

“Kusura bakmayın hocam” dedim, "Ben güzele güzel demem güzel benim olunca."

Hocaların hocası babacan bir tavırla, “Bak yavrum sen benim kitabımı tamamen yanlış anlamışsın. Ben platonik takıl demiyorum, platonikmiş gibi takılacan diyorum. Tamam, aşkını belli etmeyecen. Ama bi yandan da yılan gibi mevzuyu ağır ağır ilerletecen!”

Anlar gibi olmuştum ama tam da anlamamıştım. “Yılan gibi derken? Kafam karıştı hocam”

“Hay ben senin kafanı… Bak evladım. Aşk, bir mesafe daraltma oyunudur. Sabır ister. Ağır ağır daraltacan mesafeyi. Yılan gibi. Tıssss…”

Meseleyi aniden kavramıştım. “Şu an aydınlandım hocam inanır mısınız! Ay bak tüylerim nası diken diken olduuu! Diken diken oldum hocaaam!”

O an uyanmışım. Şenol karşımda duruyordu. “Abi sen iki haftadır evde kitap okumaktan kafayı yemeye başladın. Hadi çıkıp biraz hava alalım artık” dedi. Tüylerim hakkaten diken diken olmuştu. Ama mesajı almıştım. Hayatta platonik takılmak işe yaramıyordu. İnceden işe koyulmanın vakti gelmişti. 

Devamını Oku

Eros Barbaros erotik yazıyor: “Open”

Eros Barbaros erotik yazıyor: “Open”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

   Feriha teyze vakasından sonra (bkz. Bölüm 2) mahallelinin seks şop olayına karşı tavrı ufaktan değişmeye başlamıştı. Fantezi oyuncaklarına ilgi yoktu ama özellikle mahallenin yaşlıları, leblebi gibi viyagra ve afrodizyak alıyordu. İşler büyüyünce Şenol’u da yanıma aldım. Fakat işe geç gelmesi acayip sinirlerimi bozuyordu. Biraz fırçalayınca “Gece sabaha kadar çalışıyom ben yaa…” diye kıvırdı. Yalan söylemeyi de beceremez gerizekalı. Sabah ezanına kadar cigabaytlarca porno indirir. Ergenlikten bir türlü mezun olamamış yirmi yedi yaşında bir saptır bu Şenol. “Yalan konuşma arşivci sapık! Kalk şu Tayvan’dan gelen kolileri aç!” diye çıkıştım.

   İlk koliden acayip bi kutu çıktı. Üstünde “Open” yazıyordu. İçinde morlu fuşyeli, jelibon gibi haplar vardı.

   “Neymiş bu ‘Open’ lan? Prospektüsüne bi baksana. Afrodizyak gibi bi şey mi?”. Şenol sivilceli burnunun üzerindeki gözlüğünü düzelterek okudu.

   “O-pen mind pills…. Hınn… Ohaa! Açık fikir hapıymış bu abii!.. Bunu alan süper açık fikirli bi insan oluyomuş.” Sonra sırıtarak “Cinsel olarak yani.” dedi.

   “Sakat bi şeye benziyo oğlum bu. Açık fikir falan bizim millete ters… Salla çöpe gitsin.”

   “Olur mu abi! Bu hap, sektörde bir devrim! Mahalleli habire viyagra alıyo ama fantazi dünyaları sıfır. Fantazilerimizi özgürleştirmedikten sonra viyagra ne yapsın yani di mi?” dedi Şenol heyecanla.

   Kafama yatmıştı doğrusu. Hem meşhur dağ insanı Nasuh Mahruki’nin de dediği gibi; en büyük risk, risk almamaktır… Aldık mecburen.

   Dükkanın üst katında oturan Sezai amca iki haftadır düzenli olarak bizden viyagra alıyordu. Sezai amcanın hanımı ise yirmi sene önce rahmetli olmuştu. Amca o kadar nemrut bi insandı ki, aldığı viyagralarla ne yaptığını bir türlü cesaret edip soramıyorduk. Bir gün öfkeyle dükkana girdi ve viyagraları kafamıza fırlattı.

   “İşe yaramıyor ulan bunlar! Tatmin olamıyorum! Hala mutsuzum ulan mutsuzum!”

   “Nası olur abi?” dedim. “Şey… Hiç mi sertleşme durumu olmadı?”

   “Sertleşmeden bahseden kim efenim! Tatmin olamıyorum! Mutsuzum diyorum sana!”

   Haydaa… Çık işin içinden çıkabilirsen… Fakat Şenol fırsatı kaçırmadı.

   “Sıkıntı yok Sezai amcacım. Bak tam sana göre yeni bi ürünümüz var. Bu “Open”lardan iki tane alınca Open minded, yaani süper açık fikirli bi insan oluyosun. Cinsellikte dur durak tanımıyosun”.

   Sezai amca yedi sülalemize sayıp sövdükten sonra “Open” kutusunu da alarak gitti. Üç gün sonra tüm mahallede Sezai amcanın nasıl birdenbire nur yüzlü, şakacı bir tontiş olduğu konuşulmaya başlamıştı. İki gün sonra ise dükkana müşteri yağmaya başladı. Bir haftada “Open” stoklarımız tükenmişti. “Aferin lan Şenol” dedim. “Dünyanın ilk abazan cinsel sağlık uzmanı olarak tarihe geçtin”. Şenol, paraları sayarken, “Öyle deme abi. Meşhur seksçi Froyd’un da altmış yaşına kadar hiç olayı olmamış” diye salladı. İzleyen günlerde mahallede adeta bir cinsel devrim yaşanıyordu. Altmışlık yetmişlik teyzeler amcalar, gecenin bir saatinde ailecek görüşmeye(!) başlamışlardı. Olay iyice çığırından çıkmıştı.

   Bir sabah dükkanı açmak üzere evden çıkmıştım ki, o dehşet manzarayla beynimden vurulmuşa döndüm. Pazara giden teyzeler, extra large boy dildolarla birbirlerine vurarak şakalaşıyorlardı. Yolumu değiştirmek istedim fakat Seniha teyzeye beni görmüştü.

   “Yavruuum! Barbaroos! Evde hiç Open kalmadı.” diye çığırdı. “Şu senin Şenol’la iki kutu yollayıver! Akşam altın günü yapıcaklarmış de o anlar! Hehehehe…”

   Teyzeler gülme krizine girmişlerdi. Kocaman dildolarla çılgıncasına birbirlerine vurarak gülüyorlardı. Çok korkmuştum.

   “Şey… Vallahi Seniha teyzecim… Stoklar tükendi. Hiç Open’ımız kalmadı” dedim.

   Teyzeler birden sustular. Renkleri atmıştı. Seniha teyze sinirden titreyen bir sesle,

   “Ne demek len Open kalmadı? Open’sız yaşayamayız biz! Seni de yaşatmayız vallahi!”

   Dildo kemiğe dayanmıştı. Çevik bir hareketle dönüp dükkana doğru koşmaya başladım. Teyzeler dildolarını sallayarak peşimden koşuyorlardı. Fakat neyse ki siyatik çorapları hızlarını kesmekteydi. Sokağın köşesini dönünce Sezai amca ve Mükerrem dayıyı el ele yürürlerken gördüm. Sezai amca ani bir hareketle kolunu belime dolayıp yılışarak, “Kahvede ‘Open’ partisi var. Geliyo musun fındık?” dedi.

   “Open partisi mi?.. Sezai amca yapma gözünü seveyim. Bi duyulursa mahallecek ana habere çıkarız Allah belamı versin”. Sezai amca şuh bir kahkaha patlattıktan sonra,

   “Çıkalım efeniiim, biz aştık bunları. Bilakis bizim düğün videocusu Vedat’ı da çağırdık.

   Muhabbeti kameraya çekip internetlere koyuciiz” dedi.

   Tam o anda Seniha teyze ve ekibi dildoları sallayarak sokağın köşesinde belirdiler.

   “Sezaiii! Tuut tuut kaçmasın! Open kalmadı diyooor! Vermem diyor vicdansıız!”

   Sezai amcadan kurtulup delicesine dükkana doğru koştum. Şenol dükkanın önünde bekliyordu.

   “Abi dükkanın anahtarını…”

   “Hay dükkanın da senin de allah belasını versin! Koş öldürecekler!”

   Şenol bir yandan koşarken bir yandan da “Vallahi nankör abi bu millet” diye ağlamaya başladı. “Bir cinsel devrim yapmasını bile beceremiyoruz!”.

   “Ulan gerizekalı” dedim soluk soluğa. “Emekli memur mahallesinde cinsel devrim yapmak bizim neyimize ulan?!”

   Tepemizden dildolar yağarken, biz dörtnala yeni maceralara yelken açmak üzereydik.

    Diye tahmin ediyorum…

Devamını Oku

“Listen to your Heart”

“Listen to your Heart”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

   Tam on senedir sigortasız çalıştığım kadın kuaföründen kovulduktan sonra kendi işimi kurmaya karar vermiştim. Fakat kuaförlük bana göre değildi. Yaratıcılığımı röfleyle balyajla sınırlamak bana çok koyuyordu. Bir sonbahar günü, kulaklığımda “Listen to your heart” şarkısı, mal mal dolaşırken beynimde bi şimşek çaktı. Kalbimin sesini dinleyecek ve bir çöpçatanlık şirketi kuracaktım. Sonuçta o kadar sene kadın muhabbeti dinlemiştim. Elimde ilişkiler hakkında hayvan gibi bilgi vardı. Heyecanlanmıştım. Aniden koşmaya başladım. Koşarken, “Nereye koşuyorum ulan? Koşarak şirket kurmaya mı gidilir?” diye düşündüm ama bu mutlu anı bozmamak için koşmaya devam ettim.

   Başta evden takılıp sonra inceden şirketleşmek en iyisiydi. Bi de logo lazımdı tabi. Alt katta bi reklam ajansında IT elemanı olan Şenol diye bi çocuk oturuyordu. Arada bana gelirdi. Bira içer dertleşirdik. Ajansın müşteri temsilcilerinden Ayça diye bi kıza fena halde aşıktı. “Bak Şenol” dedim, “Sen bana şöyle yakışıklı bi logo yap, ben de sana o kızı yapayım. İlk müşterim sen olursun…” İlk işimi böylece almıştım.

   Şenol’dan ve instegramdan aldığım verilere göre Ayça, nişanlısından ayrılmıştı, yoga eğitmeniydi ve Merkür retrosuna falan inanıyordu. Bilindiği üzere reklam sektöründe çalışan her üç kadından birinin er veya geç yoga eğitmeni olması kaçınılmazdır. Teknik servisten Şenol’un ise bu işlere zerre ilgisi yoktu, java scriptle yazılmamış hiçbir şeye inanmazdı. Şenol’u yoga kursuna yazdırdık, astroloji kitapları aldık. Fakat daha bi hafta geçmeden Şenol, “Abi ben Ayça’dan vazgeçtim. Üçüncü gözüm açıldı. Tibet’e yerleşmeye karar verdim” diye geldi. Şenol’a bir süre baktıktan sonra iki parmağımı gözlüğünün camlarına bastırarak, “Tibet’e yerleşmek ne demek ulan? Bodrum mu orası?” diye bağırdım. Şenol salak salak yüzüme bakıyordu. “Ben başladığım işi yarım bırakmam Erool! Ayça’dan dönüşümüz yok!” dedim. Şenol gözlüklerini çıkarıp uzun uzun sildikten sonra, “Haklısın abi” dedi, “Sanırım bu yoga şeysi kafamı karıştırdı.”

   Birkaç gün içinde beklediğimiz fırsat ayağımıza gelmişti. Ajansta bir parti veriliyordu. Ben de Şenol’un kadrosundan partiye kaynamıştım. Loş bir köşede sinsi gibi votka portakalımı yudumlarken Şenol yanaştı. Sıkıntılı bir tavırla gözlüklerini silerek, “Abi bu iş olmaz. Bu hafta Merkür retroda olacakmış” dedi. Şenol son günlerde iyiden iyiye değişmiş, bambaşka bir Şenol olmuştu. Şile bezi pantolon, parmak arası sandaletlerle dolaşıyor, tahta boncuk kolyeler takıyordu. Merkür retrosunun olduğu haftalarda evden bile çıkmıyordu.  Elimi Şenol’un omuzuna atarak, sert ama dostça bir sesle “Bak Şenol” dedim, “Kendini olaya bu kadar kaptırman güzel. Ne kadar gerçekçi, o kadar iyi. Fakat Merkür’ün retroda olması, senin hormonlarının skinde bile değil. Hormonlarının sesini dinle Şenol. Lisın tu your hormons!”.

   Kızıl spotların aydınlattığı loşlukta gözlerim Ayça’yı aradı. Ordaydı. Bir köşede kendi kendine söylenerek cep telefonunu kurcalıyor, tekilaları ard arda yuvarlıyordu. Rimeli akmıştı. Demek ki zafer kaçınılmazdı. Çünkü rimelin aktığı nokta, bir şeyin bitip yeni bir şeyin başladığı noktadır. O sırada Şenol’un arkamdan usulca yanaştığını hissettim. Evde gece gündüz yaktığı o iğrenç tütsünün kokusu üzerine sinmişti. On metreden duyuluyordu. Gözlerimi Ayça’dan ayırmadan, “Zafer kaçınılmaz oldu Şenol. Rimel aktı. Kız senindir. Git ve al” dedim. Şenol susuyordu. Sonra başını kaldırdı ve mahçup bir tavırla gözlüğünü düzelterek, “Abi çok özür dilerim ama ben bi aydır yoga kursundaki kızla çıkıyorum. Sen bu işe çok yükseldiğin için söyleyemedim. Pozitifini bozmak istemedim. Ayçadan artık hiç enerji alamıyorum abi” dedi. O ana kadar birçok aksiliği önceden hesaplamıştım ve hazırlıklıydım. İnsan faktörü az çok hesaplanabilir bir faktördür. Ama denyo faktörüne karşı hazırlık yapamazsınız. Bu denyo Şenol da beni hazırlıksız yakalamıştı işte. Birden kan beynime sıçradı. “Sıçarım ulan pozitifine de enerjine de!” diye hönkürdüm. Şenol, internette gördüğü Buda resimlerinden arak, salak bir gülümsemeyle ellerimi avucuna aldı. Sinirden titreyen bir sesle, “Napıyosun ulan Şenol’cum?” dedim. “Enerji aktarıyorum abi” dedi. Öyle el ele bir süre durup Ayça’ya baktık. Ayça sekizinci tekilasını kafaya dikiyordu. Kırmızı spotlardan mıdır yoksa haftalardır kızın feysine, instegramına bakıp durduğumdan mıdır bilmiyorum ama o an birden hormonların gürültüsü başıma vuruverdi. Şenol’un ellerini sıkarak, “Tamam dostum” dedim, “Özür diliyorum… Sktret. Yüreğinin götürdüğü yere git sen”. Sonra votka portakalımdan bir yudum daha alıp Ayça’ya doğru yürüdüm. Tüm sarhoşluktan g.tü başı dağıtanların yaptığı gibi anlamsızca sırıtarak birbirimize baktık. Bu kız da ayrı bir denyoydu ama hormonların gürültüsü başımda güm güm gümlüyordu. Ayça dokuzuncu tekilasını yuvarlamadan durdu ve, “Biliyo musun ben nişanlımdan ayrıldım. Ehe…” dedi. Tekila bardağını elinden aldım ve votkamın içine boşaltarak tepeme diktikten sonra, “Hadi ya?.. E Merkür de retroda tabi haliyle… Ehe” dedim.

   Ayça, bu kez yüzünde aniden beliren bir aydınlanmayla bana baktı. Çünkü ben başladığım işi asla yarıda bırakmazdım. Çünkü daha yolun başındaydım ve bazı işlerin yarıda bırakılması gerektiğini henüz bilmiyordum.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.