DOLAR

33,9008$% 0.03

EURO

37,6352% -0.04

STERLİN

44,6724£% -0.16

GRAM ALTIN

2.809,88%0,81

ONS

2.577,74%0,76

BİST100

9.685,49%1,73

İkindi Vakti a 16:38
İstanbul PARÇALI AZ BULUTLU 28°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Cem Yücel

Cem Yücel

06 Eylül 2020 Pazar

Hoppaaa! Nereden çıktı bu Ortaçağ Kalesi… Ne güzel AVM’lerde takılıyorduk…

Hoppaaa! Nereden çıktı bu Ortaçağ Kalesi… Ne güzel AVM’lerde takılıyorduk…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hohenerxleben ile ilk tanışmam 1998 yılına denk gelir. Stassfurt trenine Berlin'den binersiniz, iki saat sonra Doğu Almanya içinde unutulmuş olan o boş, bomboş kasabada inersiniz… Oradan kaleye yürümek bir saatinizi alır ve otoyolun yanından, yemyeşil tarlaların arasından geçerek gidersiniz. Bazı araçlar durup sizi almak ister ama suratınızdaki "özgürlüğün sırıtışını" görünce onlar da sırıtıp yollarına devam ederler, bilirler ki bu adam çok mutlu hiç dokunmayalım…

Neden bir insan herkesin unuttuğu bir kaleye gider, değil mi? Bok mu var?! Var! Bir arkadaşımın davetiyle gittim, eski komünistlerden Doğu Alman bir dost, yaşça benden 10-12 üstte. Sevgili Wolfgang (Herr Wülf!), bu davetinle bana kazandırdıklarının haddi hesabı yok… Moralim o kadar yükselmişti ki sigarayı bırakmıştım. Aklıma bile gelmemişti içmek.

Kalenin restorasyon işlerinde sevgili Wülf'e yardım etmiştim. Oralarda devlet, eski ve terk edilmiş kaleleri ve tarihi yerleri restore etmek için oldukça büyük bir bütçe ayırır. Organizasyondan pay alan Wülf, benim ahşap kokulu koridorları, hafif tozlanmış, uzun ve bordo perdeleri, duvardan sarkan aplikleri ve ani elektrik kesintilerini ne kadar çok sevdiğimi bilir. Kaçıramazdım bu fırsatı, cepte kuruş yok, o zamanlar çevrem çok daha geniş, izole bir üslubum yok, malum yaş da genç, sıkıysa izole ol zamanları. Neyse bu çevre attı elini cebine, dört günde uçak paramı ve cep harçlığımı çıkardım, sağolsunlar; o zamanlar uçak bileti şimdiki gibi uçuk değildi, hemen halloldu.

Başladık çalışmaya. O derin ahşap kokusu her yerimi sardı, gece içip şarkılar eşliğinde kahkahalar, sabah yağmurları, öğleden sonra dinginliği ve akşamüstü yağmurları derken dış dünyada hayat güzelce geçiyordu. Zamanla kalenin içini keşfetmek istedim, elimde bir mumla mahzenlerden başladım, sandığınız gibi şarap yoktu, sadece kilitli kütüphaneler vardı.  Wülf bana sadece o kitapların yarısını satarak bunun gibi en az on kalenin restorasyonunun yapılabileceğini söylemişti. Ama amaç tarihin yazılı olduğu sayfaları paraya çevirmek değil, muhafaza etmek… İşte gerçek muhafazakarlık… Değer biçmek ve korumak!

Orta katlardaki ufak tiyatro salonları, en derin ve dipteki odalarda dahi piyano olması, her adımda gıcırdayan ahşap sesi, döküntü halindeki pencereden dışarıya baktığınızda yüzünüze çarpan rüzgar ve gelecek olan akşamüstü yağmuru… İşte bunun dinginliği paha biçilemez.

Kalede sadece restore birliği yoktu elbette, o kasabanın aileleri de oraya el atmışlardı çünkü muhafazakarlık bunu gerektiriyordu. Tiyatro salonlarından birinde bazı akşamlar ikili üçlü oynadığımız doğaçlama skeçler hala arada bir içimi gıdıklar.

Arka bahçesindeki Pony atlar muhteşemdi, bahçenin arka tarafından akan nehrin berraklığı ve gri gökyüzü rahat rahat düşünmenizi sağlardı ve ufkunuzun açılması için uygun ilhamı verirdi… Nehir yolunu takip ettiğinizde ağaçlık uzun bir koridordan geçip, ardından ormana bağlanırdı. Ormanın içinde Tümülüsleri andıran ve üzerinde Skaldik Germen Rünleri olan iki mezar gördüğümü hatırlıyorum ama kiminlerin mezarıydı hiçbir zaman öğrenemedim.

İşin en ilginç yanı, kale o kadar eski ki, o devasa kütüphanede bile kalenin tarihçesini anlatan bir kitap yok. Yani kalenin aslen ve hukuken hangi tarihlerde inşaa edildiğini kimse net olarak bilmiyor. Kale uzmanları iç taş parçalarına bakarak 13. yy'dan kalma bir yer olabileceğini ön görüyorlar ancak her yüzyılda en az bir kere restore edilmiş ve kaba dış görünümü az da olsa orjinalliğini yitirmiş…

2004 yılında bir sürpriz yaparak oraya tekrar gittim, bizim yaşlı kurt iki ay önce vefat etmiş, üzdü… Kale tamamen restore edilmiş, otel değil de misafirhane loşluğuna getirilmiş, elbette o eski tarihi dokuya hiç dokunulmamış, ön tarafa süs havuzlu bir giriş yapmışlar ve o derin salonların bir tanesini restorana çevirmişler ama abartılı bir durum yok. Belli ki tarihten anlayan insanlar yapmış, Wülf'ün ruhu sinmiş koridorlara… Mahzene indim kitaplar hala örümceklerle dans ediyor, çok rahatladım öyle görünce, rahatsızlık vermedim daha fazla, çıktım gittim. 

En son 2014 yılında tekrar gittim, "aileni bu kadar yalnız bırakma" dedi kaledekiler ama malum, cehennemden kaçmak kolay değil… İlk ekipten on altı kişiydik, beni de sayarsan sadece beş kişi kalmıştı koskoca yerde, diğerleri ya vefat etmiş ya da göç etmişler… "Bir daha görüşür müyüz bilmiyorum" dedim oradakilere "ama sizden önce ölürsem beni buraya bir yere gömün". Beklediğim soğuklukla "seve seve" dediler, içim rahatladı.

Devamını Oku

Basit yaşamak

Basit yaşamak
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Basit yaşamak. Bu kadar basit… Yeni çıkan bir telefonu değil, elimize o telefonu hiç almamamız gerekirdi… “Gelişmekte olan ülkeler arasında Türkiye bir basamak daha…”. Yıllardır duyduğumuz bu garip cümle daha çok patronu zengin etme çabası içinde olan rezalet bir kölelik sistemini anlatır. Gelişmek, daha az yiyerek ve daha çok doğaya dönük yaşamaktan başka birşey değildir. Avrupalı olmaya çalışıp aynı zamanda Avrupa’dan kıskançlıkla nefret edip vize kuyruğunda stres yaşamak bizim mükemmel Anadolu kültürsüzlerinin yegâne umududur. Gittiği yerde de zengin olmak için her türlü pisliği yapar, karşıdan uyarı gelince pis faşist diye bağırmayı ihmal etmez. Evet biliyorum, basit ve çok konuşulan bir konu ama ilk yazımı bu pisliklerden arınarak yazmak istedim…

Vıcık vıcık dedikodu ve fitne kültüründen ve elbette çöl sıcaklarından kaçıp “basit” olan doğaya dönmek kadar akılcı bir durum olmadığını söylemekten gurur duyuyorum. Kimseye çaktırmadan 6 günlük bir Polonya’ya kaçış sonucunda doğru adrese gitmenin verdiği huzur paha biçilmez… Uzun süre Berlin, Prag, Londra ve maalesef Florida(cehennemin dibine git emi!)’da da yaşadıktan sonra yaklaşık 10 yıldır gitmediğim Polonya’ya tekrar gittim. “Gelişmekte olan ülkelerden” olmayan Polonya insani gelişimini tamamlayalı galiba yüzyıllar olmuş. Chopin Havalimanı… Huzurlu değil mi? Halka ve dünyaya mâl olmak… Ah evet bütün Avrupa yahudi ondan böyle… Keşke biz de olsaydık, belki o zaman sade ve gelişmeden (!) doğaya dönük ve huzurlu yaşardık…

Avrupa medeniyet olarak ufak derebeyliklerin birbiriyle evliliklerinden oluşur, Orhan Bey’in Holofina (Rum Tekfur’unun kızı) ile evlenmesiyle akılcı davranıp Avrupa kültürüne kapak atmak istememiz gayet mantıklı, ancak neden bizi istemediler? Neden bizi yalnız bıraktırıp zorla o çok övülen harem kültürüne ittirdiler? Avrupalı değiliz diye mi? Yahudiler de Avrupalı değildir, Hazar’lılardır ancak onlar kabul edildi ve diğerleri de… Peki neden biz değil? Hayır cevap din değil, asla da tam anlamıyla din olmadı. MEDENİYETİ KABULLENMEYİ İSTEMEMEK… Bütün olay bu. Doğaya ve çevreye saygı beslemeyen bir üslubumuz var ve bu yüzyıllardır süregelen bir kaygı. Orta Asya’da sömürülecek bir şey bırakmadıktan sonra Yeşil Anadolu’ya gelip orayı da çoraklaştırdıktan sonraki adıma izin verilmedi.  Öfkesini ve enerjisini kontrol edemeyen çocuksu yapımızı atamadık… 

Gelgelelim Polonya demişken kasabalarının sakinliği ve durgunluğu kalp yumuşatır. Mükemmel havaalanlarının olmadığı bu 60 milyonluk ülkede herkes tek bir şehire yığıntı olmadığı halde gene de insan görmek zordur. Az insan çok huzur anektodunu çözmüşler. Evet, komünizmden çıkışı en adil olan 4 ülkeden biriydi Polonya ve kendilerini toparlamayı bildiler. Bu şansı iyi değerlendirdiler. 

Kapalı ancak yağışsız havası, Ankara’da 38 derece hava varken burada 22 derece olan ve serin esen rüzgârlarla diz kapağınıza kadar gelen otların esintisi, her kasabada bir sanat müzesi olması ve şüpheci de olsa güleryüzünü esirgemeyen halk… İnsanın tanrıya inanası geliyor. Huzurun lüks olduğu Anadolu’da artık kuraklık ve arabeskten başka bir şey kalmadı. 

Bir medeniyeti savaşçılar değil de sanatçılar kurarsa doğası ve yaşam biçimi her zaman daha iyi olur. Sevgili Atatürk de asla savaşmak istemedi, bunu her daim dile getirdi, ama olmadı… İsteği üstte örnek verdiğim bir topluma ulaştırmaktı insanlarını ama o insanlar bunu istemedi. “Hepiniz Kapital sistem ile birlikte zengin, patron ve muhteşem olacaksınız” dendi. Bırakın zenginliği şimdi sıradan bir memuriyet işi için insanlar birbirini boğazlar oldular. 

“Basit” yaşamak dinlerinin temeli ama kabul edemediler. Çoğunluk aç, geri kalan da aç gözlü oldu ve Batı bunu çok iyi biliyor. Kendi doğal güzelliklerini korumak için sana serbest dolaşım hakkı vermeyecek. Vermesin de zaten. Haydar Emmi’nin herhangi bir kasabaya gidip dönerci açmasını ve oğlu Hayrullah’ın arabalı ezik egosuyla kasabadaki her kızı sırf açık tenli diye rahatsız etmesini ben de istemem… Denendi, boşuna Almanya’ya giden birinci ve ikinci kuşak işçiler takip edilmedi… Bakalım bize ayak uydurabilecekler mi diye beklediler. Ve bu emmi sürüsü, bırakın yeni bir şey öğrenmeyi, kendi gettolarından bile çıkamadılar. Şimdi bunu 84 milyonla çarpın. Elbette imkansız… Ömrü boyunca para kazanmak için her yolu deneyen, para kazandıktan sonra eve bir tane hediyelik pasta götürüp de çocuğunu mutlu etmekten aciz, ancak pastanede pasta yiyen birini gördüğünde de “zengün leaaa buğ” diyecek kadar aç gözlü bir tarikat sürüsünü bırakın Avrupa’ya, Mekke’ye bile almazlar.

Ortadoğu dinlerinin (Pagan dinleri dahil) hepsinin temelinde aynı ızdırap yatar, “hayat önemsiz bir an önce yaşa ve cennet ya da o kıvamda bir yere git.” Ancak nasıl oldu da, üstte bahsettiğim ve dünyanın en katı katolik ülkelerinden biri kabul edilen Polonya kendi şerii kurallarını ezdi geçti? Rönesans mı? Etkisi var ama o değil… BASİT ve DOĞAYA DÖNÜK yaşamak. Kendimden biliyorum, bir Slav için doğadan kopuk yaşamak imkansızdır. Sakin yaşam ve sükût paha biçilemez. Artık ormanlık arazisi neredeyse bitmiş olan İstanbul mu daha zengin yoksa Polonya’daki sıradan bir köy mü?

Instagramsız bir hayat dilerim. Dedikodusuz…

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.