35,9976$% 0.22
37,2320€% -0.56
44,6905£% -0.07
3.307,64%0,36
2.860,40%0,15
9.951,65%1,11
Basit yaşamak. Bu kadar basit… Yeni çıkan bir telefonu değil, elimize o telefonu hiç almamamız gerekirdi… “Gelişmekte olan ülkeler arasında Türkiye bir basamak daha…”. Yıllardır duyduğumuz bu garip cümle daha çok patronu zengin etme çabası içinde olan rezalet bir kölelik sistemini anlatır. Gelişmek, daha az yiyerek ve daha çok doğaya dönük yaşamaktan başka birşey değildir. Avrupalı olmaya çalışıp aynı zamanda Avrupa’dan kıskançlıkla nefret edip vize kuyruğunda stres yaşamak bizim mükemmel Anadolu kültürsüzlerinin yegâne umududur. Gittiği yerde de zengin olmak için her türlü pisliği yapar, karşıdan uyarı gelince pis faşist diye bağırmayı ihmal etmez. Evet biliyorum, basit ve çok konuşulan bir konu ama ilk yazımı bu pisliklerden arınarak yazmak istedim…
Vıcık vıcık dedikodu ve fitne kültüründen ve elbette çöl sıcaklarından kaçıp “basit” olan doğaya dönmek kadar akılcı bir durum olmadığını söylemekten gurur duyuyorum. Kimseye çaktırmadan 6 günlük bir Polonya’ya kaçış sonucunda doğru adrese gitmenin verdiği huzur paha biçilmez… Uzun süre Berlin, Prag, Londra ve maalesef Florida(cehennemin dibine git emi!)’da da yaşadıktan sonra yaklaşık 10 yıldır gitmediğim Polonya’ya tekrar gittim. “Gelişmekte olan ülkelerden” olmayan Polonya insani gelişimini tamamlayalı galiba yüzyıllar olmuş. Chopin Havalimanı… Huzurlu değil mi? Halka ve dünyaya mâl olmak… Ah evet bütün Avrupa yahudi ondan böyle… Keşke biz de olsaydık, belki o zaman sade ve gelişmeden (!) doğaya dönük ve huzurlu yaşardık…
Avrupa medeniyet olarak ufak derebeyliklerin birbiriyle evliliklerinden oluşur, Orhan Bey’in Holofina (Rum Tekfur’unun kızı) ile evlenmesiyle akılcı davranıp Avrupa kültürüne kapak atmak istememiz gayet mantıklı, ancak neden bizi istemediler? Neden bizi yalnız bıraktırıp zorla o çok övülen harem kültürüne ittirdiler? Avrupalı değiliz diye mi? Yahudiler de Avrupalı değildir, Hazar’lılardır ancak onlar kabul edildi ve diğerleri de… Peki neden biz değil? Hayır cevap din değil, asla da tam anlamıyla din olmadı. MEDENİYETİ KABULLENMEYİ İSTEMEMEK… Bütün olay bu. Doğaya ve çevreye saygı beslemeyen bir üslubumuz var ve bu yüzyıllardır süregelen bir kaygı. Orta Asya’da sömürülecek bir şey bırakmadıktan sonra Yeşil Anadolu’ya gelip orayı da çoraklaştırdıktan sonraki adıma izin verilmedi. Öfkesini ve enerjisini kontrol edemeyen çocuksu yapımızı atamadık…
Gelgelelim Polonya demişken kasabalarının sakinliği ve durgunluğu kalp yumuşatır. Mükemmel havaalanlarının olmadığı bu 60 milyonluk ülkede herkes tek bir şehire yığıntı olmadığı halde gene de insan görmek zordur. Az insan çok huzur anektodunu çözmüşler. Evet, komünizmden çıkışı en adil olan 4 ülkeden biriydi Polonya ve kendilerini toparlamayı bildiler. Bu şansı iyi değerlendirdiler.
Kapalı ancak yağışsız havası, Ankara’da 38 derece hava varken burada 22 derece olan ve serin esen rüzgârlarla diz kapağınıza kadar gelen otların esintisi, her kasabada bir sanat müzesi olması ve şüpheci de olsa güleryüzünü esirgemeyen halk… İnsanın tanrıya inanası geliyor. Huzurun lüks olduğu Anadolu’da artık kuraklık ve arabeskten başka bir şey kalmadı.
Bir medeniyeti savaşçılar değil de sanatçılar kurarsa doğası ve yaşam biçimi her zaman daha iyi olur. Sevgili Atatürk de asla savaşmak istemedi, bunu her daim dile getirdi, ama olmadı… İsteği üstte örnek verdiğim bir topluma ulaştırmaktı insanlarını ama o insanlar bunu istemedi. “Hepiniz Kapital sistem ile birlikte zengin, patron ve muhteşem olacaksınız” dendi. Bırakın zenginliği şimdi sıradan bir memuriyet işi için insanlar birbirini boğazlar oldular.
“Basit” yaşamak dinlerinin temeli ama kabul edemediler. Çoğunluk aç, geri kalan da aç gözlü oldu ve Batı bunu çok iyi biliyor. Kendi doğal güzelliklerini korumak için sana serbest dolaşım hakkı vermeyecek. Vermesin de zaten. Haydar Emmi’nin herhangi bir kasabaya gidip dönerci açmasını ve oğlu Hayrullah’ın arabalı ezik egosuyla kasabadaki her kızı sırf açık tenli diye rahatsız etmesini ben de istemem… Denendi, boşuna Almanya’ya giden birinci ve ikinci kuşak işçiler takip edilmedi… Bakalım bize ayak uydurabilecekler mi diye beklediler. Ve bu emmi sürüsü, bırakın yeni bir şey öğrenmeyi, kendi gettolarından bile çıkamadılar. Şimdi bunu 84 milyonla çarpın. Elbette imkansız… Ömrü boyunca para kazanmak için her yolu deneyen, para kazandıktan sonra eve bir tane hediyelik pasta götürüp de çocuğunu mutlu etmekten aciz, ancak pastanede pasta yiyen birini gördüğünde de “zengün leaaa buğ” diyecek kadar aç gözlü bir tarikat sürüsünü bırakın Avrupa’ya, Mekke’ye bile almazlar.
Ortadoğu dinlerinin (Pagan dinleri dahil) hepsinin temelinde aynı ızdırap yatar, “hayat önemsiz bir an önce yaşa ve cennet ya da o kıvamda bir yere git.” Ancak nasıl oldu da, üstte bahsettiğim ve dünyanın en katı katolik ülkelerinden biri kabul edilen Polonya kendi şerii kurallarını ezdi geçti? Rönesans mı? Etkisi var ama o değil… BASİT ve DOĞAYA DÖNÜK yaşamak. Kendimden biliyorum, bir Slav için doğadan kopuk yaşamak imkansızdır. Sakin yaşam ve sükût paha biçilemez. Artık ormanlık arazisi neredeyse bitmiş olan İstanbul mu daha zengin yoksa Polonya’daki sıradan bir köy mü?
Instagramsız bir hayat dilerim. Dedikodusuz…
İstanbul’a Ömer Muz’un fırçasından bakın
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.