34,2756$% 0.3
37,5331€% -0.01
44,8411£% 0.02
2.931,16%1,46
2.657,40%1,06
8.876,22%-0,98
Hohenerxleben ile ilk tanışmam 1998 yılına denk gelir. Stassfurt trenine Berlin'den binersiniz, iki saat sonra Doğu Almanya içinde unutulmuş olan o boş, bomboş kasabada inersiniz… Oradan kaleye yürümek bir saatinizi alır ve otoyolun yanından, yemyeşil tarlaların arasından geçerek gidersiniz. Bazı araçlar durup sizi almak ister ama suratınızdaki "özgürlüğün sırıtışını" görünce onlar da sırıtıp yollarına devam ederler, bilirler ki bu adam çok mutlu hiç dokunmayalım…
Neden bir insan herkesin unuttuğu bir kaleye gider, değil mi? Bok mu var?! Var! Bir arkadaşımın davetiyle gittim, eski komünistlerden Doğu Alman bir dost, yaşça benden 10-12 üstte. Sevgili Wolfgang (Herr Wülf!), bu davetinle bana kazandırdıklarının haddi hesabı yok… Moralim o kadar yükselmişti ki sigarayı bırakmıştım. Aklıma bile gelmemişti içmek.
Kalenin restorasyon işlerinde sevgili Wülf'e yardım etmiştim. Oralarda devlet, eski ve terk edilmiş kaleleri ve tarihi yerleri restore etmek için oldukça büyük bir bütçe ayırır. Organizasyondan pay alan Wülf, benim ahşap kokulu koridorları, hafif tozlanmış, uzun ve bordo perdeleri, duvardan sarkan aplikleri ve ani elektrik kesintilerini ne kadar çok sevdiğimi bilir. Kaçıramazdım bu fırsatı, cepte kuruş yok, o zamanlar çevrem çok daha geniş, izole bir üslubum yok, malum yaş da genç, sıkıysa izole ol zamanları. Neyse bu çevre attı elini cebine, dört günde uçak paramı ve cep harçlığımı çıkardım, sağolsunlar; o zamanlar uçak bileti şimdiki gibi uçuk değildi, hemen halloldu.
Başladık çalışmaya. O derin ahşap kokusu her yerimi sardı, gece içip şarkılar eşliğinde kahkahalar, sabah yağmurları, öğleden sonra dinginliği ve akşamüstü yağmurları derken dış dünyada hayat güzelce geçiyordu. Zamanla kalenin içini keşfetmek istedim, elimde bir mumla mahzenlerden başladım, sandığınız gibi şarap yoktu, sadece kilitli kütüphaneler vardı. Wülf bana sadece o kitapların yarısını satarak bunun gibi en az on kalenin restorasyonunun yapılabileceğini söylemişti. Ama amaç tarihin yazılı olduğu sayfaları paraya çevirmek değil, muhafaza etmek… İşte gerçek muhafazakarlık… Değer biçmek ve korumak!
Orta katlardaki ufak tiyatro salonları, en derin ve dipteki odalarda dahi piyano olması, her adımda gıcırdayan ahşap sesi, döküntü halindeki pencereden dışarıya baktığınızda yüzünüze çarpan rüzgar ve gelecek olan akşamüstü yağmuru… İşte bunun dinginliği paha biçilemez.
Kalede sadece restore birliği yoktu elbette, o kasabanın aileleri de oraya el atmışlardı çünkü muhafazakarlık bunu gerektiriyordu. Tiyatro salonlarından birinde bazı akşamlar ikili üçlü oynadığımız doğaçlama skeçler hala arada bir içimi gıdıklar.
Arka bahçesindeki Pony atlar muhteşemdi, bahçenin arka tarafından akan nehrin berraklığı ve gri gökyüzü rahat rahat düşünmenizi sağlardı ve ufkunuzun açılması için uygun ilhamı verirdi… Nehir yolunu takip ettiğinizde ağaçlık uzun bir koridordan geçip, ardından ormana bağlanırdı. Ormanın içinde Tümülüsleri andıran ve üzerinde Skaldik Germen Rünleri olan iki mezar gördüğümü hatırlıyorum ama kiminlerin mezarıydı hiçbir zaman öğrenemedim.
İşin en ilginç yanı, kale o kadar eski ki, o devasa kütüphanede bile kalenin tarihçesini anlatan bir kitap yok. Yani kalenin aslen ve hukuken hangi tarihlerde inşaa edildiğini kimse net olarak bilmiyor. Kale uzmanları iç taş parçalarına bakarak 13. yy'dan kalma bir yer olabileceğini ön görüyorlar ancak her yüzyılda en az bir kere restore edilmiş ve kaba dış görünümü az da olsa orjinalliğini yitirmiş…
2004 yılında bir sürpriz yaparak oraya tekrar gittim, bizim yaşlı kurt iki ay önce vefat etmiş, üzdü… Kale tamamen restore edilmiş, otel değil de misafirhane loşluğuna getirilmiş, elbette o eski tarihi dokuya hiç dokunulmamış, ön tarafa süs havuzlu bir giriş yapmışlar ve o derin salonların bir tanesini restorana çevirmişler ama abartılı bir durum yok. Belli ki tarihten anlayan insanlar yapmış, Wülf'ün ruhu sinmiş koridorlara… Mahzene indim kitaplar hala örümceklerle dans ediyor, çok rahatladım öyle görünce, rahatsızlık vermedim daha fazla, çıktım gittim.
En son 2014 yılında tekrar gittim, "aileni bu kadar yalnız bırakma" dedi kaledekiler ama malum, cehennemden kaçmak kolay değil… İlk ekipten on altı kişiydik, beni de sayarsan sadece beş kişi kalmıştı koskoca yerde, diğerleri ya vefat etmiş ya da göç etmişler… "Bir daha görüşür müyüz bilmiyorum" dedim oradakilere "ama sizden önce ölürsem beni buraya bir yere gömün". Beklediğim soğuklukla "seve seve" dediler, içim rahatladı.
Şair Mehmet Yılmaz’ı yitirdik: “Zonguldak çok şey kaybetti”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.