DOLAR

33,9008$% 0.03

EURO

37,6352% -0.04

STERLİN

44,6724£% -0.16

GRAM ALTIN

2.809,88%0,81

ONS

2.577,74%0,76

BİST100

9.685,49%1,73

Öğle Vakti a 13:05
İstanbul AÇIK 27°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Birsen Yalçın

Birsen Yalçın

20 Temmuz 2023 Perşembe

Gitti

Gitti
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Gitti,” dedi, hıçkırıkların arasında derin bir sessizlik oldu. Tekrar etti, “Gitti.”
“Ne demek gitti, kavga mı ettiniz?”
“Lanet olsun! Telefonunu karıştırdım,” dedi yüksek sesle.
“Aslı inanmıyorum, adamın telefonunu mu karıştırdın?”
“Sence şu an sorun telefonu karıştırmam mı, hâlâ orospu çocuğu bana yalan söylüyor, karısıyla hafta sonu için tatil ayarlamış,” derken sesinden hıçkırıklar uzaklaşmıştı.
“Aslıcığım senin sevgilin evli, farkındasın değil mi?”
“Offffff, iyi değilim ben, işe gitmesen?”
“Dur bakayım, ayarlarsam erken gelirim.”

Nerdeyse akşam olmak üzereydi. Bunalıma her girdiğinde üstünden çıkarmadığı diz yapmış eşofmanı ve üstüne giydiği rengi solmuş sarı civciv tişörtüyle televizyonun karşısında şişmiş gözlerle saatlerce yattıktan sonra karnından gelen gürültüleri susturmak için küçük mutfağına girip kendine bir şeyler hazırlamıştı. Sandviçinden kocaman bir parça ısırıp, miskince tekrar koltuğuna yerleştiği sırada kapı çaldı.

“Oooo! Dağılmışsın, ne bu üstün başın?” diyerek sporda sıkılaşmış incecik diri vücuduna giydiği daracık siyah kotuyla ve üstüne geçirdiği işlemeli beyaz gömleğiyle Nihan girdi. Sesinde açık bir kınama vardı. Birlikte salona geçtiler. Aslı’yla Nihan birbirlerini lise yıllarından beri çok iyi tanıyorlardı. Yıllar içinde arkadaşlıklarında oynayacakları rollerin altını iyi çizmişler, birbirlerinin kaşından, gözünden ne demek istediklerini, ne zaman birbirlerine ihtiyaç duyacaklarını iyi çözmüşlerdi. Nihan, Aslı gibi ufak tefek bir kadın değildi. Güçlü kuvvetliydi, giydiği ve hissettiği her şeyi kendine yakıştırmayı bilir, gerçeklerle mücadele edebilirdi. Onun bu özelliğine hayran olmamak elde değildi.

 Aslı, gözüyle sandviçi gösterip, “Aç mısın, sana da hazırlayayım mı?” dedi

Çantasını koltuğa fırlatan Nihan, “Boş ver sen sandviçi de ne oldu onu anlat, hem bu saatte yenir mi, daha geçen hafta spor salonundaki kadınla dalga geçtin. Ne çabuk unuttun.”

“Midem bir tuhaf, canım bir şeyler istedi”
“Senin mi? Kızım altı aydır aç yaşıyorsun, doğum günün de bile pasta yemedin, otuz altı beden olacağım diye her sabah spordasın.”
“Ay Nihan amma uzattın, tamam yemiyorum zaten midem bulandı.”
“Sinirlenme çakma sarışın. Anlat bakalım ne oldu?”
“Dün gece bana geldi.”
“Eeeee?”
“Beraber yemek yedik.”
“Eeee?”
“İşte…”

Nihan gözlerini Aslı’ya dikti ve “Kerpeten mi getireyim, anlatacak mısın? ”dedi.

“Ya ne anlatacağım yedik, içtik, seviştik. Sonra bu banyodayken mesaj geldi. Önce bakmak istemedim ama mesaj turizm acentasından geliyordu, sürpriz yapacak zannettim. Biletlerin teyit mesajını göndermişler, bir de ne göreyim benim adım yazmıyor!”
“Tatlım seni aldatıyor mu, evli bu adam. Bunu sana ilk günden söyledi. Her tatile seninle gidecek diye bir kural mı var?”
“Evet ama?”
“Ama ne, boşanacak mı?”
“Gıcıklık yapma.”
“Ne gıcıklığı kızım, sana karımdan ayrılamam, hasta demedi mi?”
“Evet, dedi.”
“O zaman bu ne hal, salaklık etme,” gülerek devam etti, “İki senedir patronla birliktesin, şimdi karısını mı kıskanıyorsun? Hem o iş yerinde bu kadar kısa sürede kim terfi almış. Üstelik adam bu evin kirasını da ödüyor. Akıllı ol kıskançlık yapmanın zamanı değil.”
“Sinirimi bozuyorsun, kimin tarafındasın sen?”
“Doğrunun.”

Cam sehpanın üstündeki paketten bir sigara alıp yaktı, sonra Nihan’a dönüp “Kahve ister misin?” diye sordu. 

“Aslı bırak kahveyi, doğru düzgün anlat ne oldu?”
“Gelme üstüme, düşünmem lazım.”
“Neyi düşüneceksin? Bak şirkette boşboğaz karıların hepsi zaten arkandan atıp tutuyor.”
“Kıskanç kaltaklar, kına yaksınlar, istedikleri oldu işte.”
“Bitti mi gerçekten?”
“Bilmiyorum Nihan, bilmiyorum.”
“Nedir kafanı karıştıran?”
“Bana karısıyla hiçbir şey yapmak istemediğini söyledi. Ayrı yattıklarını falan anlattı ama şimdi bu tatil ne? Üstelik bunun karısının adı Selma.”
“Eeeeee?”
“Mesajda Esra yazıyordu.”
“Belki kadının iki adı vardır Selma Esra?”
“Ben senin kadar masum düşünemeyeceğim.”
“Yuhhh! Seni aldatıyor mu?”
“Karısını benimle aldatıyor, belki beni de Esra kimse onunla”

İki arkadaş salonda hararetli tartışmanın içindeyken, Aslı’nın telefonu çaldı. Adam gelmek istediğini söyleyince Nihan kalktı, Aslı da hemen duşa girdi, adamın en sevdiği yaseminle karışık tarçınlı kokusunu sürdü, siyah degajesi açık geceliğini üstüne geçirdi.

Kırmızı şarap kadehiyle kapıyı açtığında adam elinde cep telefonuyla sosyal medyasında resimlere bakıyordu. Sessizce içeri girdi, salondaki üçlü koltuğa oturdu.

“Dünkü olayı bir daha konuşalım istersen?”
“Olur, konuşalım” bardağını gösterip “İster misin sende?” dedi.
Adam “Olur” deyince de içinden “Bok iç, şimdi soracağım beni üzmeyi dedi.
“Aslı uzatmayacağım. Öncelikle sen niye benim telefonumu kurcalıyorsun?”
“Olay senin telefonuna bakma mı? Bana yalan söylüyorsun, şüphelendim ve baktım. ”
“Benim evli olduğumu biliyorsun.”
“Evet. Ben senin karının adını Selma biliyorum Esra kim? Yağ gibi üste çıkma, beni aldatıyor musun sen? Nerden çıktı bu kadın, o da mı bizim şirkette, hangi departmanda, pazarlamada mı? Cevap ver seni şerefsiz.”
“Tamam Aslı bu böyle olmayacak çok üstüme geliyorsun sıkıldım senden.” Gözünün içine bakarak bir daha tekrar etti, “Sıkıldım.”
“Ne demek sıkıldım ya, bu kadar kolay mı sıkıldım demek. Oyun mu oynuyoruz?”
“Ne zannediyordun, ömür boyu süreceğini mi? Ben evden bunaldığım için sana geldim, sen ondan daha çok sıktın beni. Boğulmak istemiyorum, nefes almak istiyorum. Benim bu yaştan sonra dırdır çekecek halim yok. Mutlu olmak istiyorum.”
“Kim bu Esra?”
“Mesele o mu, instagramdan tanıştım, üniversiteyi yeni kazanmış bir kızcağız. Şimdilik huzurum yerinde.”
“Allah belanı versin şerefsiz moruk.”

Aslı, kavganın ortasında bir anda iki büklüm kusmaya başladı. Koşarak gittiği banyodan geldiğinde adam bir iki küçük eşyasını bile alıp gitmişti.

Ertesi gün solgun yüzüne hafif bir makyaj yaptı. Yeni yaptırdığı dolgulu dudaklarına vazgeçmediği kırmızı rujunu sürdü, adamın ona hediye aldığı pahalı marka çantasını alıp evden çıktı. Nihan'la buluşacakları kafeye vaktinden yarım saat önce gitti. Onu beklerken kendine bir kahve söyledi. Dumanı üstünde gelen kahvesinden bir yudum almıştı ki midesi gene bulandı. Lavabodan döndüğünde Nihan’ın içeri yeni girdiğini fark etti. Eliyle işaret edip oturduğu masayı gösterdi. Nihan masaya oturduğunda merakla hemen sordu; 

“Ben çıktıktan sonra hemen geldi mi?”
“Geldi” dedi.
“Geleceğini biliyordum, it gibi gelecekti demedim mi kızım sana. Yaşlı kurt seni korkutmuş”
“Yok, öyle değil, eşyalarını aldı ve gitti.”.

 Nihan gözlerini fal taşı gibi açarak “Nasıl yaaaaa? ”diyebildi. 

“Sıkılmış benden, boğuyormuşum onu.”
“Aman Aslı boş ver zaten, etrafında tonla erkek var. Hem boşanmaya niyeti olmayan bir adamla daha ne kadar beraber olacaktın ki?”
“Bir ömür değildi ama insan gene de çok kötü oluyor.” 

İki arkadaş alışveriş merkezindeki pahalı kafede söyledikleri salataları yemeye başlamışlardı ki Aslı daha ilk çatalını alır almaz tekrar midesi kalktı.

“Aslı bana bak iki gündür bu mide bulantısı, sakin hamile olmayasın bu yaşlı kurttan?”
“Yok, be korunuyorduk, izin verir miyim?”
“Bu ne peki?”
“Üşütmüşümdür.”
“Öyle diyorsan öyledir ama bak aklımızda şüphe kalmasın. Gel hazır buradayken aşağı katta eczane var, bir test alayım.”

Nihan elinde testle kafeye geri döndü.

“Hadi git yap, merakımız geçsin aklımızda kalmasın.”
“Ya yapmak istemiyorum galiba, ya pozitif çıkarsa?”
“Eeee çıkmaz diyordun”

Öfkesine yenik düşüp bir anda arkadaşına “Evde yaparım. Şimdi burada ne gerek var, bir bu eksikti başıma gelen.” diye çıkıştı.

“Daha başına bir şey gelmedi”
“Ay tamam, şişirdin beni.”  
“Ufff uzatma Aslı, git yap şu lanet şeyi.” deyip aldığı testi uzattı arkadaşına Nihan.

İçerden uzun bir süre çıkmadı. Masaya geri döndüğünde hemen cep telefonunu çıkardı ve çift çizgi çıkan testin fotoğrafını çekip sevgilisine gönderdi. Çok geçmedi ki Aslı’nın telefonu çaldı, arayan sevgili patronuydu.

“Neredesin, hemen konuşmamız lazım. ”dedi.

 

 

 

Devamını Oku

ÇİLEKTEN PORTAKALA ÇATLAYAN SESLER

ÇİLEKTEN PORTAKALA ÇATLAYAN SESLER
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Oooo! En son regl üç ay önce mi olmuştum. Yok, artık ya. Geliyor kesin. Bu nasıl ağrı. Ne biçim şişti bu memeler.. Sanırsın ki birazdan süt vereceğim. Mevzu derin aslında bi tarot falı mı açsam? Kâğıtlarım söyler ne zaman olacağımı, ama gözlerim kapanıyor, kitap da sarmadı. Mumları söndüreyim de sevgili kocamın sıcak koynuna gireyim! Miskin herif her gece kaçıp uyuyor. Nerde o seviştiğimiz günler. Ayyy! İhtiyarladı valla ya. Evlendiğimizde hiç böyle hayal etmemiştim. Allasen elli yaşını yeni kutladın. Anneannemlerin deyimiyle halam beni terk etti edecek olsa da vücudum diri benim. 

Ohhh! İyi ki gittim Nişantaşı’na o ağzı, gözü, götü her yeri yapılı kadına, ne güzel bir doğum günü hediyesi verdim kendime. Botoxlar, dolgular, mezoterapiler, ama aklım o balon gibi memelerinde. Benimkiler Melisa’dan oldu böyle. Uffff! Sömürdü beni cok cok. Söylediğim zaman da alıyorum cevabımı anneannesi demişmiş inşallah annenin memelerine benzemez küçücük kalmaz memelerin diye. Demiyor ki beni emzirdin de memelerin böyle, eşek sıpası diyor ki hep küçük memeliymişim Anneannesi ile birlik olup, benim moralimi bozmak istiyorlar. Doymak bilmemişti ayol. Yaz sıcağında, arabada, restoranda ayyy aklıma geldikçe tüylerim diken diken. Sahi kaç ay emzirmiştim? Haspamın yaşı daha on beş göğüsleri portakal. Orda kal, hahahaha. Nankör bunlar; baba kız. 

Kremlerimi nereye koydum gene, gece yatmadan şu kazayağı mazayağı nereme varsa süreyim. Nereye ay nereye koymuşum ufacık da bir şey tabii bul bulabilirsen. Melisa mı aldı acaba? Bu gençlik başımda duman halleri hiç hayra alamet değil. Aaaa bu saatte ne telefonu ya? Ceviz mi kırıyorsun Melisa Hanım, yakalarım seni. Gidip de sessizce kapısını mı dinlesem yok ayıp olur Arzu abartma. Yuh! Yakalasa beni “Anne özelime saygın yok, ” diye başlar. Sabah olunca gözlerimi belerte belerte bi konuşayım da güzeller güzeli prensesimle, azıcık korksun da dinler beni o zaman belki. Aman ne dinleyecek maksimum iki saat susar. Başlar sonra yine …. Ne de çabuk büyüdü.

İlla tek başıma oturtacaklar her sabah şu sofraya. “Meliiissa geç kalıyorsun bırak saçınla başınla oynamayı da kahvaltıya gel. Bugün de az beğensinler seni.” Bak duyuyor mu beni. Hııı! Sabah sabah bir bu eksikti, soruya bak ped neredeymiş? Kim bitirmişmiş? Sanki ben ped kullanıyorum. Daha dün akşam sorguladım kendimi. Not ettiğim tarihi bir bulsam, rahatlayacağım. Olmuyorum işte kaç ay geçti ol-mu-yo-rum. Terk ediyor beni kadınlık. Zaten adam da dolana dolana artık sadece çarşafa dolanıyor. Hıhh! Benim adım Arzu’ysa bu oyunu bozar, canlandırmasını bilirim bu miskin herifi. Nereye koydum şu kırmızı ruju? Düşmana gerek yok ki insanın kızı kendine yetiyor. Söze bak “Ay anne kırmızı ruj mu kaldı ne demodesin, hem de bu saatte. Babam da seni o şişe camlarıyla ancak böyle görür doğru.” Denmiyor ki, “Sen beni hiç siyah gecelik, gözümde kalemim, dudağımda kırmızı rujumla gördün mü ki?” Çocuk işte. Bak bir de akıl veriyor kapıdan çıkarken “Pembe ruj sür pembe, şimdi herkes pembe sürüyor daha doğal diye Arzuş” Anneyle dalga ha Melisacık, öpücüğün kalsın. Görürsün sen. Ben seni akşama Mervelere yollayım, kırmızı ruju pembe ruju gösteririm.

Ne iyi ettim çıktım dışarı ohh hava mis, aaa şurdaki kozmetikçi mi, vallahi kozmetikçi? Kesin evren bana sinyal çakıyor, gir kızım Arzu, al bi pembe ruj, görsün o bal yanak. Ona da kırmızı mı alsam? Akşama da öyle güzel bir masa tamam oldu bu iş. Nerde bu telefon yahu ne münasebetsiz insanlar var zır zır çaldırıp duruyorlar, bul bulabilirsen, hayır anlamıyorum şu minnacık çantada nasıl kayboluyor. Aha yakaladım. “Aşkım akşama toplantı var geç geleceğim.” “Aman tamam gelsen de bana ne faydan var?” Hay senin toplantına, tadım kaçtı. Düştük mü Melisanın diline gene? Eve gideyim de şu tütsülü mumlardan yakayım. Bakalım bakalım ne halt karıştırıyorsun. Akşam toplantılarında fink at, bana gelince dön götünü yat, seni miskin erken andropozlu. Kabul günüm mü ya zır zır durmadı? 

Kayınvalide hiç çekemem seni. Uffff! Bi kahve içirmediler, on dakika insan yalnız kalamıyor. Heee bir sen eksiktin anacım, hiç sırası değil şurada oturmuş bir ağız tadıyla kahve içeceğim, dinleyemem senin sürtük kızının ayyaş kocasıyla kavgasını. Offf! Retro çekil hayatımdan rahat bırak beni. Gidip eve bir kart açayım, bu herif nereye gidiyor acaba toplantıymış ha. 

“Oooo, Arzuş bu ne güzellik, ver bi yanak. Pembe ruj da mı aldın, kızını dinleyip?” Karışma anneye, sırıtma da öyle pişmiş kelle gibi. Aldık işte. “Anniş” haaa, gönder gelsin Arzuş’dan annişe döndüğümüze göre. Hafta sonu Melisa ile alışveriş? Allah’ım kırmızı kar yağsın. Çilelerin en büyüğü.  İyi ki kızım var, ama onunla alışverişe gitmek cehennem. Hayııır! Kaçamıyorsak zevk alacağız, keşke beni dinlese yaşından büyük giyinmek istemese. Anlıyorum biz de gençtik de hep götü göbeği açık şeyler istiyor. İnşallah bu sefer kavga etmeden gelebiliriz?

Hiç bende akıl var mı, nasıl uydum şu çocuğa da İstanbul’un hafta sonunda bu yağmurda lanet trafikte alışverişmiş hem de Melisa’yla aman Allah’ım. Onu giydi, bunu denedi, şunun rengi, bunun kabartması. Ay! Migrenim tuttu. Saatlerce bakılır mı yahu, al çık işte. Şükür beğendi bir şey. Vaal bayılacaktım on dakika daha kalsak. Ah nerden giydim o dekolte bluzu. Eşeksupası! “Dur bir de ben deneyeyim” dedi. Ah ah üstüne bir de ekledi. “Kim daha güzel oldu Arzuş?”diye. 

Artık tutamadım kendimi ne yapayım “Marifet senin portakalları benim çileklerimle yapmam” dedim ve o anda aklım başıma geldi. İyi ki de geldi. Doğru mu yaptım acaba o yüzü gözü kedi gibi bakan estetistikçiyi aramakla. Kendi bir şeye benzemiyor. Bu memeleri düzeltebilecek mi acaba? Neyse artık güvendik bir kere.  Pazartesi sabah dokuz, çok da az var. Ne yapmalı, sunun şurasında iki gün. Aman ne yapacaksın Arzu, senin çilekler olacak portakal. Kaç paraysa ödesin o andropozlu da. Ohhh! Sefam olsun.

Güzel oldu ama. Şu bandajlar da bi açılsa da görsem. Ama acısı da çok fenaymış ya. Yaptırmasa mıydım? Amanın Arzu güzel oldu işte. Ee oldu da çok acıyor. Bir tane daha ağrı kesici mi içsem. İçe içe hapçı olacağım. Keşke biri bu öfke savaşlarımı tekrar gözden geçirmemi söyleseydi. Saçmalıyorsun Arzu, gayet güzel oldu. Geçecek bu ağrılar iki gün sonra. Dur şu mumlarımı bi yakayım, bana iyi gelir. Ayaklarımı da azıcık uzatayım heee şöyle. “Aşkım gelmiyor musun yatağa?” Bak sen benim miskine aaa aaa “Sen uyu, ben kitabımı bitireyim geliyorum çok ağrım var benim” “Yok yok beklerim ben seni.” Hayırdır toplantılar erken bitip eve erken gelmeler, var bunda bir haller. “Işığı kapat yanıma gel, madem parasını ben verdim, bakayım güzel olmuş muymuş?” Hııııh!  Seni andropozlu. Acım var acım zıbar da yat.

“Anne hafta sonu Duman konseri var, gidebilir miyim?”  Bak hiç diyor mu sen de gelmek ister misin, kendimi zorla davet ettireceğim. Sabırlı ol, onun davet etmesini bekle terapistini dinle. Dinleyeyim de bu ergenus hiç annesiyle vakit geçirmek istemiyor ki varsa yoksa arkadaşları. Kulağına kar suyu mu kaçırsam? Akşam okuldan alırken arabada ona dönüp şöyle bağıra bağıra desem mi “Kimseyi görmedim ben, senden daha güzel, kimseyi tanımadım ben, senden daha özel.” Ay vallahi gırtlaklar beni ama olsun ben kızımla vakit geçirmek istiyorum üstelik daha yaşım kaç? Ayak da uydururum ona ben. Evet, ben de gitmeliyim konsere. “Tamam, Melisa beni de davet ederseniz, hem arkadaşlarına da şoförlük yaparım olmaz mı?”  

Hay dilim kopsaymış da teklif etmeseymişim dört saat ayakta konser mi olurmuş ayol. Eve döndük ama ayaklarım, off kafam kaldırmadı vallahi. Ne o itiş kakış. Ben onun için bu kadar uğraşayım bir de bana yükselsin. Neymiş efendim anne gibi niye giyinmemişim, utanmışmış. Nesi varmış giydiklerimin hepsi marka. Ben onu kıyafetlerini sorguluyor muyum? Hep demiyor mu on beş yaşındayım ben. Tamam, işte ben de elli. Ay bu gece mum falan yok duşunu al doğru yatağa Arzu. Lanet telefon! Ara ki bulasın elimi attığım yerden ruj çıkıyor, kaç tane almışım o gün. Hıııh! Sonunda buldum telefon seni, ay annemmiş gene ne diyecek? Açmasam… Sabaha ararım. Bu rujları da Melisa’ya vereyim, pembe benlik değilmiş. Neyse şu ağrılarda geçtiğine göre memelerim de konuşsun bu gece artık.  

 

Devamını Oku

Son perde

Son perde
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ferhunde hanım dinlenme salonundaki rakı beyazı duvar boyasına inat, ağdalı sohbetlere tanık, kararmış şöminenin kiri pası, dumanı önünde vakit geçirmeyi çok severdi. Yanan odun parçalarına bakar, onların kor ateşte yanarken çıkardığı çıtır çıtır sesi dinler, alevlerin turuncudan sarıya döndüğü dansa saatlerce bakar, içini çekerek kim bilir neler düşünürdü. 

Bazı akşamlar kırmızı abajuru doğraması eskimiş tahta pencere kenarına kadar iter, sallanan bambu sandalyeyi yerdeki ateş korlarından saçakları yanmış halıya takılmadan dikkatlice ateşin karşısına kadar çeker, ateşin sesine öylece kendini teslim ederdi. Yaşıtları pijamalarını üstlerine geçirip, çayın demlenmesini bekleyip, şöminenin etrafında yıpranmış battaniyelerle dolu zevksizce döşenmiş kahverengi çekyat gibi görünen koltuklarda sohbet edip, dantellerini örerken o bir başına yıllara meydan okurcasına buruşmuş etleri kemiklerinden ayrılacakmış gibi gözüken elleriyle ateşe kadeh kaldırırdı. 

Her seferinde de ilk kadehinden bir yudum alıp bana döner ‘’Merlot, en sevdiğim… Sen de ister misin güzel kız? Tunç'umun en sevdiğiydi" derdi. Nazik teklifini başımı hayır anlamında sallayarak geri çevirdiğim zaman da çok üzülürdü. İstanbul’daki bu yaşlılarla dolu bakımlı evde de diğerlerinde olduğu gibi tabii ki alkol yasaktı. O, Merlot olduğunu düşünüyordu; oysa ki içtiği vişne suyundan başka bir şey değildi. Kimi zaman onu böyle kandırmak hiç hoşuma gitmiyordu ama kural işte ne yapabilirdim. Son zamanlarını yaşadığı için göz mü yummak lazımdı, yoksa pamuk kozası gibi sarıp sarmalamak mı karar veremiyordum. 

Eğilip bir odun parçası alıp atmak istiyor ama gücü yok. Bana bakarak ‘’Yardım et güzel kız, ateş sönmeden bir tane daha atalım.‘’

"Siz durun lütfen, ben yaparım"
"Maşaya dikkat et güzel kız, yakmasın elini"

İstiflenen odun parçalarından küçük bir tane alıyorum ve ateşin üstüne doğru atıyorum. Bana gözlerini sözlü yapacak öğretmen edasıyla dikmiş ‘’Sence bu odun neydi?’’ diye soruverdi. ‘’Anlamadım ne demek istediniz Ferhunde hanım?"

"Odun diyorum’’ dedi eliyle işaret ederek. "Meşe miydi, çam mı, mandalina mı?’’
‘’Bilmem."
"Bence mandalinaydı, içine çek bak ne güzel koktu, kokla‘’ 

Hiç düşünmemiştim odunun hangi ağaçtan olduğunu ama evet haklıydı. Mis gibi mandalina kokmaya başlamıştı huzurun olmadığı, adının sadece huzur evi olduğu bu yaşlılar yurdunda. Buz gibi soğuk gecede attığımız odunlardan oda o kadar sıcak olmuştu ki avuçlarımın içi terlemeye başlamıştı. Sildiğim peçeteler ellerimde topaklanınca cebinden çıkarıp bana kendi özel işlemeli ekru mendilini verdi. Mavi nakışla T ve B harfleri, ortalarında kırmızı çiçekler işlemeliydi. Tahmin edebiliyordum "T" Tunç ta "B" kim? 

Giyimi, kuşamı dinlediği müzik hep farkını ortaya koyuyordu Ferhunde hanımın. Onun yaşındakiler Türk sanat müziği dinlerken, o şöminenin karşısına her geçtiğinde ‘’One more cup of coffee" diye gözlerinde yaşlarla ve sade sessizliğiyle ritm tutuyordu. O kadar meraklı ve anlamsızca bakmış olmalıyım ki "Niye Zeki Müren değil de Bob Dylan dinliyor" diye; dönüp bana "Sen de sever misin bu oğlanı?" diye soruverdi. 

"Ben yabancı müzik pek dinlemem" diyecek oldum ki söze girdi.
"Ben de tanımazdım elin gevurunu… Ahhh anlatayım da dinle niye ben çok seviyorum bu şarkıyı, niye içli içli ağlıyorum?" 

Merak dürtülerime yenik düşmüş olmalıyım ki kafamla onay verir gibi başımı yukarı aşağı salladım. Söze başlamadan önce derin bir nefes aldı.

"İki oğlum vardı benim, dünyam onlardı. Besledim büyüttüm adam ettim ama onlar yetinmediler Amerika’ya göç ettiler. Düşün, biri şimdi atmışlarında diğeri ellilerinde. O kadar meşgullerdi ki hayatlarıyla, babalarının cenazelerine bile gelmediler. Varlığımı banka hesap aylıklarından öğrenen Tunç beni buldu. Taa o kadar uzaktan yanıma geldi. Düşünebiliyor musun Tunç beni otuz yaşında gördü. Torunum Tunç. O beni tanımaz, ben onu tanımam. Sarıca bi oğlan üstelik Türkçe bile zor konuşuyor, bi gitarı vardı başladı bu şarkıyı çalmaya, anlamasam da ritm tuttum, güzelmiş sevdim beni gülümserken gören çocuk her seferinde beni görmeye geldiğinde bu şarkıyı çaldı. Bana dinlemem için şu yuvarlak parlak şeyleri bıraktı. Benimle sohbet etti, elimi tuttu, resimler gösterdi, fotoğraflar çekti. O yaşımda çekildiğim yalnızlığımdan beni çıkarıp sahiplendi can yoldaşım oldu. Geçen yaz bunun bi sevgilisi varmış memleketinde adı Bırık mı Barak mı ne (Brooke) tutturdu çocuğa doğum gününde gel burada beraber olalım diye, sarı oğlan da seviyor gitti. Kuru kuru anlatılmıyor bir kadeh daha verir misin?" 

"Saat geç oldu Ferhunde Hanım, içmeseniz mi?" diyecek oldum.

‘’Nazlanmaaaa zaten içtiğim vişne suyu" deyince elimi ağzıma kapatmamla devam etti ‘’Burada içkinin yasak olduğunu bilmeyecek kadar bunak değilim güzel kız.’’Derin bir iç çektikten sonra devam etti.

’’Benim sonradan dünyama giren bu sarı oğlan, babasından vefalı… Güzel yürekli, sıcak gülümsemeli oğlan, kızın doğum gününü kutlamaya gitti. Her şey buraya kadar iyi ama alkol almış, bi de ot mu yakmışlar ne işte güzel kuzum Tunç'um kafası bir dünya girmişler denize. Deniz de nerden çıktı deme, ben de bana anlatılanı sana söylüyorum. Kızın evi mi, bizimkinin evi mi yakın herhalde oraya, girmişler suya, iki kulaç sonra benim torunum, gülüşü güzel oğlum yok. Aramışlar, dalgıçlar felan yok bir gün sonra bulmuşlar cansız bedenini. 

‘’Çok üzüldüm, başınız sağolsun.’’
‘’Dostlar sağolsun… Yaa güzel kız; şimdi söyle bana, ben içmeyeyim de kim içsin?’’

(İllüstrasyon: Müge Cücü)

Devamını Oku

Kırlangıç

Kırlangıç
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Çünkü durdum bir an, sonra tekrar soyunmaya başladım.

Çünkü “sevişme, yat lan karı” en çok benim gibilere dokunur, bu küçük üç yıldız altı otellerde.

Çünkü ne olursa olsun sesimi çıkarmamayı öğretti bana pezevenk kocam. Çünkü o da bana bir kış gecesi; deri, kahverengi bir chesterfield kanepede sahip oldu. Seviyordum ama “dur” dediğimde durmamıştı. Çünkü artık nerede bir kahverengi kanepe görsem midem bulanıyordu, içim dipsiz kuyulara gömülüyordu. Belleğimin çekmecelerinden çıkıp karşıma geliyordu o an, istemsizce vücudumda gezinen o eller.

Çünkü ben hiç direnmemiştim, direnmeye kalktığımda da tokadı yiyip oturmuştum. Çünkü acının hüzne karıştığı o yağmurlu gece, beni kimse dinlememişti. Çünkü gecenin kör saati aradığım iki telefon da, yüzüme kapanmış, yalnız kalmıştım, kapının önüne konulan kedi yavrusu gibi şaşkındım, korkmuştum. Çünkü sessiz gözyaşlarımı içime akıtarak “evet” demiştim nikâh masasında, ben gelinlik bile giymemiştim. Krem, beyaz renkli çerçeveleri süsleyen düğün fotoğraflarımız olmamıştıhiç. Çünkü özgürce koşmak isteyen bir kısrakken mahkûm edilmiştim, daha üniversiteye yeni başlamıştım, iki ay olmuştu başka bir şehirde, başka bir hayat yaşamaya başlayalı. Hayallerim vardı, hepsi çöp oldu. Çünkü başım eğikti.

Çünkü şiddeti giderek uçlara taşıyan çaresizliğim vurmuştu, kaç kerelerini bile saymadığım kaç kere. Çünkü her gece yanaklarım alev alev yanmaya başlamıştı, gözlerim morarmıştı. Çünkü saç diplerimdeki sıcaklık zavallılığım olmuş, ellerinde tel tel bırakmıştım o uzun sarı buklelerimi.

Çünkü bir gün trene binip o gururlu babama hepsini anlatmıştım, o gün öğrenmiştim, onu sevmesem de ondan kaçamazdım. Çünkü babam onu aramış, o da gelmişti. Çünkü kızını dövmeyi değil de övmeyi bilseydi babam, annem ana avrat söverken, “çekilmez bir adam” diye babama katlanmasaydı belki de kurtulurdum… Çünkü girdabım avukattı, çok okumuş havalı bir piçti ve parayı çok seviyordu. İnanması zor ama ikili bir hayat yaşıyordu. Çünkü sevdası vardı kâğıtlara, hem de çok, sahip olduğu iki göz evin tapusunu masada bırakacak kadar bağımlıydı. Çünkü bir Kıbrıs dönüşü her şeyini kaybetmişti, ağır abiler ağır gelmişti. Çünkü parasız kalınca, ilk beni gözden çıkarmış, atmıştı hiç tanımadığım otel odalarına. Çünkü artık o boğulmuyormuş gözlerimin mavisinde, ben boğuyormuşum onu. Bir akşam yine başladık “sen beni hiç anlamadın, beni hiç sevmedin ile başlayan bir kavgaya”.

Çünkü saatler alıyordu, takma kirpikler, kırmızı uzun ojeler.

Çünkü Beyoğlu benim kısacık siyah deri eteğimle yürüdüğüm yol olmuştu, alacakaranlıklarda kayboluyordum, ama o her seferinde buluyordu beni. Çünkü kimliksizdim.

Çünkü dokunmak, dokunulmak gönül kırgınlığı, “Ah! Nerden bileceksiniz, sizi kocanız hiç sattı mı Hâkime Hanım?”.

Çünkü Aysel benim gibiler için yazmış: “Ağla Firuze, ağla”.

Çünkü o gece dul kadın olmak için aldım elime makası. Çünkü gözüm döndü artık katlanamıyordum aşağılamalarına, nedensiz bağırmalarına. Çünkü hayatımı kül etti.

Çünkü o yolladı beni, yoldan çıkmış deli adamın koynuna, birden fermuarını çözdü, pantolonunu indirdi, sonra da külotunu çıkarttı. Beni aşağılayarak “alt tarafı bi orospusun nazlanma” deyip gözlerimi bağladı. İçime girmiş, vücudumda iniltilerle gidip gelirken bir serinlik hissettim göğüs ucumda, gözlerimi açmak istedim izin vermedi. Parmak uçlarının sıcaklığını boynumda hissedince “yeter” diye bağırdım. Yüzüme kocaman ateşli bir tokat yedim, soğuk bedenim çırılçıplak yataktan düşünce elindeki çakıyı gördüm. Çünkü o adam egosuna “sus” demeden benim yüzümü çizdi.

Çünkü en yüksek sesimle itiraf ediyorum Hâkime Hanım o hak etti, yüzümdeki bıçak izini görüp “geçer kızım, bu göt heriflerde çok para var çokkk” diye arabayı sürerken. Ne yüzümdeki kana, ne yüreğimdeki kana aldırmadı. Tutsaklığımı unutarak geceye karışmak isterken acı veren bir gülümsemeyle “bir iş daha var, yaşlı domuzun biri, uzun sürmez, düzelt şu rujunu, saçını” deyip indiriverdi beni bir otel kapısında.

Çünkü hayat bir kez olsun eğilip öpsün istedim alnımdan.

Çizim: MÜGE CÜCÜ

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.