34,9551$% 0.16
36,6859€% 0.17
44,1049£% -0.34
2.988,51%-0,58
2.660,55%-0,70
10.125,46%0,66
01 Ocak 2024 Pazartesi
Kar, kış, kıyamet: Abdülkadir Tamer'den bir öykü
Kaleminin gücüyle ayakta kalan babam: Burhan Arpad
... Ve Zonguldak
Yer altında Romanlar ve Gebenler
"Göğü kucaklayıp getirdim sana, kokla açılırsın"
İçimdeki cinayet (Altıncı Bölüm-FİNAL)
Anavarza: Kozan Dilekkaya köyündeki bu antik kentin Roma devrinde MÖ 1. yüzyılda geliştiği görülür. 220 metrelik bir kayalık alan üstünde yükselen görkemli bir kale-şehirdir. Müslümanların Lokman Hekim, Yunanlıların ise Dioscorides dedikleri ünlü hekim de burada yaşamıştır. Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz çizer Galip Tekin’in “Anavarza” isimli öyküsünde bu köye uzaylıların inmesi anlatılır.
Bekos: “Psammetikos bir çobana, rastgele iki tane yeni doğmuş çocuk verdi. Çocuklar ağıla konacak ve şöyle büyütülecekti: Kimse onların yanında ağzını açıp tek söz söylemeyecekti. Psammetikos’un böyle yapmasının ve bu emri vermesinin nedeni, çocukların ağzından çıkacak ilk sözü yakalamaktı. Çoban, çocuklara iki yıl bu şekilde baktıktan sonra bir gün kapıyı açıp içeri girdiğinde, çocuklar ayaklarına atılıp ellerini uzatarak “bekos” dediler. Psammetikos Frigyalıların ekmeğe “bekos” dediklerini öğrendi. Böylece Mısırlılar Frigyalıların kendilerinden daha eski olduklarını kabul ettiler.” (Herodot Tarihi) (Bu soru, 2013 yılında Milyoner yarışmasındaki son sorudur.)
Colossae: Honaz yakınındaki antik kentin Frigler devrinde inşa edildiği düşünülür. Tarihçi Ksenephon’a göre Frigya’nın 6 büyük kentinden biriydi. Anadolu’daki Pers devrinde en parlak çağlarını yaşamıştır. I. yüzyılda deprem sonucu harap olmuştur.
Çağdın Rölyefi: 1,4 metre yüksekliğinde ve 63 cm genişliğindeki rölyef Karkamış’ın Çağdın köyünde bulunmuştur. Başında boynuzlu başlık ve üzerinde kısa bir tünik olan tanrı betimi ve “Tarhuntaşşa Şehrinin Fırtına Tanrısı” ifadesi yer alır. MÖ 14/13. yüzyıllara tarihlenir.
Dara Antik Kenti: Nusaybin yakınlarındaki bu antik kent adını Pers kralı Darius’tan alır. Hellen seferine çıkan Perslar uzun yolculukları boyunca Anadolu’ya pek çok yerleşim oluşturmuştu. İçinde şaşırtıcı büyüklükte bir sarnıcın da bulunduğu kent günümüzde Oğuzlar köyü ile iç içe geçmiş durumdadır.
Eflatunpınarı: Beyşehir yakınındaki su anıtı Hitit devrinde inşa edilmiş. Hitit Çeşmesi olarak da bilinir. Anadolu antikçağının bu müstesna yapıtları görenleri büyülüyor. Ancak 3000 yıldır direndiği doğanın ve zamanın yıpratmasına ne kadar dayanabilir?
Fasıllar: Yine Beyşehir yakınlarındaki Fasıllar köyünde tepelik bir alanda boylu boyunca yatan 8 metrelik ve 20 tonluk Hitit devri heykeli ziyaretçilerin yüreklerini burkuyor.
Gavurkale: Haymana yakınındaki Hitit imparatorluk devrine ait bu yerleşimde kaya yüzeyine oyulmuş 3 tanrı resmi bulunur.
Hakmis: Günümüzde Amasya ile ilişkilendirilen efsanevi şehir.
İvriz: Konya Ereğli yakınındaki dev kaya resmi kral Varpalavas ve tanrı Tarhuntaşşa’yı betimler. Geç Hitit devrinde yapılmış olan resimde Tarhuntaşşa’nın dünyada bilinen en eski üzüm ve buğday betimlerini tutmaktadır.
Jisr El Hadid: Luwi diliyle yazılmış ve üç parçaya ayrılmış bu heykel Antakya Jisr El Hadid köyünde (Demirköprü) bulunmuştur. İki parçası evlerin duvarlarında kullanılmış, biri de nehir yatağında bulunmuştur. Orijinal stelin 60 x 70 cm boyutlarında olduğunu tahmin edilir. Heykel Samiya adlı biri için Runtapi adlı oğlu tarafından dikilmiştir.
Kuşsaray: Hayır, Kuşşara’dan bahsetmiyoruz. Çünkü benim de memleketim olan şehrin neresi olduğu hakkında fazla delil yok. Ancak Çorum yakınlarında, yani Hatti/Hitit bölgesinde Kuşsaray diye bir köyün olması sizce de şaşırtıcı değil mi?
Leodakia: Denizli yakınındaki antik kent MÖ 3. yüzyılda Selevkos Kralı II. Antiokhos tarafından karısı Laodike adına kurulmuştur. Hristiyanlığın ilk 7 kilisesinden birine sahip olan kent, Erken Bizans devrinde dinsel bir merkez oldu. Yaklaşık 5 kilometrekarelik alana yayılan Laodikeia’nın önemli yapıları arasında Anadolu’nun en büyük stadyumu (285×70 m) bulunur.
Meter Steunene: Görenlerin “Anadolu Stonehenge”i dedikleri bu dolmene ulaşmak hayli güç. Muhtemelen çok daha eski tarihte inşa edilmişse de Frig döneminde kurban sunak alanı olanak kullanıldığı düşünülüyor. Çavdarhisar yakınlarındaki Aizonoi kentinden buraya bir tören yolunun uzanması ve çevrede birkaç benzer yapının da bulunması bölgenin gizemini daha da artırıyor.
Neşa: Anadolu’de ticaret ve yazılı tarihin başlangıcı olarak kabu edilen Kaneş (Kültepe) şehrinin Hititçe adı. Daha da ilginci Hititlerin kendileri “Biz Neşalıyız” diye tanımlamaları.
Orontes: Hatay’ın içinden geçin Asi Irmağı’nın antik çağlardaki ismi. Orontes bölgede güneyden kuzeye; yani ters yönde akan tek ırmaktır. Adını bu özelliğinden aldığı düşünülür. Ayrıca kaynağı ülke dışında olup döküldüğü yer Türkiye’de olan tek akarsudur.
Örtülü Steli: Yemek yiyen bir çiftin betimlendiği bazalt stelin üst bölümüdür. İslahiye’nin Örtülü Köyü’nde bulunmuştur. 56’ya 90 cm genişliğindedir. MÖ 9. ile 8. yüzyıllara tarihlenir. Gaziantep Müzesindedir.
Pessinus: Frig devrinde iskan edilen kent, Kibele’ye adanmış en önemli inanç merkezidir. Kral Midas devrinde inşa edilen kentteki tapınağın bir göktaşının düşmesi sonucu inşa edildiği anlatılır. Yerleşim, Roma ve Bizans devirlerinde ticaret yolunun üstündeki en canlı noktalardan biri oldu. Günümüzde Sivrihisar’ın Ballıhisar köyünün içinde kalan bu antik kent, Adalet Ağaoğlu’nun Fikrimin İnce Gülü romanında da konu edilir.
Rhodiapolis: Kumluca yakınlarındaki Likya kenti. Rodos kolonisi olduğu kabul edilir. 1892’de keşfedilmiştir. Kentin en ünlü siması MS 2. yüzyılda yaşamış ünlü hayırsever Opramoas’tır. Opramoas’ın mezar duvarındaki yazıt Anadolu’daki en uzun eski Yunanca yazı olma özelliğini taşır.
Seha Irmağı Ülkesi: Adı Hitit belgelerinde geçen efsanevi bir ülke. Yeri belirsizdir, ancak Ege bölgesinde Gediz ve Bakırçay ırmakları arasında kaldığı düşünülür.
Şapuniva: Çorum’un Ortaköy ilçesi yakınlarındaki yerleşim, Hitit İmparatorluğunun en önemli kentleri arasında sayılır. Dinsel ve yönetsel bir merkez olan kentte kraliyet ailesinden bir çift yaşıyordu. Şapinuva’da Fırtına Tanrısı adına yapılmış tapınaklar, kraliçe sarayı, askeri kışla ve belediye gibi önemli kurum yapıları yer alıyordu.
Tavion: Anadolu tarihinin en gizemli konularından olan efsanevi Galat şehri. Tavion’un neresi olduğu kesin değildir. Bazı araştırmacılar Yozgat yakınlarındaki Büyüknefes köyündeki buluntuların bu kente ait olabileceğini düşünür. Antik kaynaklara göre MÖ 3. yüzyılda Anadolu’ya gelen Keltlerin Trokmi boyu tarafından kurulmuştur. Kentte Zeus kutsal alanı vardı ve kutsal alanda duran tunçtan anıtsal tanrı yontusu çok ünlüydü.
Uluburun batığı: Kaş yakınlarında bulunan ve MÖ 14. yüzyılın sonlarında battığı düşünülen gemi enkazı. 16 metre uzunluğundaki bu ticari geminin yükü madenler, cam eşyalar, değerli hayvan diş ve kemikleri, çeşitli mücevher, seramik, silah ve gıda maddelerinden oluşuyordu. Uluburun batığının keşfi antik çağ denizciliği hakkında eşsiz bilgiler sunmaktadır.
Üçtaştepe: Dikili’nin Nebiler Köyü yakınındaki Karina antik kentinin de içinde bulunduğu bölgenin adıdır. Bölgede bulunan teraslık alanlar ve keramik buluntular detaylı inceleme görmemiştir.
Vasada: Seydişehir yakınındaki antik kent 3 bin kişilik tiyatrosu ile ünlüdür.
Yazılıkaya: Anadolu’da Yazılıkaya adıyla birbirinden önemli iki yer bulunur. Birisi Hitit başkenti Hattuşa’daki açık hava tören alanı, diğeri ise Eskişehir Han ilçesi yakınındaki Mideskent olarak bilinen kentteki dev sunaktır. İkisinin adı da bölge insanlarının taktığı adlardır.
Zile: Tokat’ın Zile ilçesi (Anziliye), tarihçi Strabon’a göre Asur kraliçesi Semiramis tarafından kurulmuştur. Roma İmparatoru Sezar’ın ünlü “Veni, Vidi, Vici” (Geldim, Gördüm, Yendim) cümlesini Zile’de Pontuslulara karşı kazandığı zafer sonrası söylemiştir.
– Sır Ağacı diyorlar adına, çok ulu bir ağaç… Şu karşı tepede büyümüş; neredeyse üç bin yıllık bir ağaç bu. Zaman içinde yaşlanıp kurusa bile kendi köklerinden filizlenip yeniden uç verirmiş, yine aynı yerde. İnsanlar önünde diz çöküp sırlarını bu ağaca anlatırlar. Genellikle toprağa bakarak, başlarını fazla kaldırmadan sırlarını, tasalarını bu ağaca dökerler.
– Ağaç dinler mi?
– Ağaç; kişi önüne gelip anlatmaya başlayınca yavaşça kımıldanır, yapraklarını sallar. Usulca dinler anlayacağın. Kişi anlatır, ağaç dinlerken ne kuş sesleri işitilir ne rüzgârın uğultusu ne de başka bir şey. Günlerden bir gün, dertli bir adam çıkagelmiş. Sır ağacına derdini anlatmaya başlamış. Tam bu sırada aşağıdaki yoldan geçen bir hırsızın dikkatini çekmiş adamın ağaçla konuşması. Yaklaşıp bir köşeye sinmiş ve olan biteni gözlemlemiş hırsız. İnsanların ağaca sırlarını döktüğünü anlayınca aklına bu durumdan faydalanmak gelmiş. Ağacın iyice üstlerine çıkmış; geniş dalların, sık yaprakların arasında kaybolup kendine rahat bir yer bulmuş. Hırsız böylece geleni gideni dinlemeye, sırlarını öğrenmeye başlamış. Kimisi aşk acısı anlatıyormuş sır diye, kimisi de başına gelmiş kötü olayları… Hırsızın neşesi, keyfi yerindeymiş anlayacağın…
– Hırsız ağaçta yaşamaya mı başlamış?
– Evet. Ağacın lezzetli bir meyvesi varmış; kocaman, tatlı ve sulu… Elma desen değil, şeftali, kavun desen değil; hırsızın bildiği hiç bir meyveye benzemiyormuş. Bir tane yiyince bütün açlığı ve susuzluğu gidiyor, mutlu bir uykuya dalıyormuş hırsız.
– Sonra?
– Günlerden bir gün zengin bir adam gelmiş ağacın önüne. Ağlayarak çok altını olduğunu, ama hasta olduğu için yakında öleceğini söylemiş. Bu yüzden kimseye güvenmediği için altınlarını evinin bahçesine gömdüğünü anlatmış. Hırsız bu sırrı öğrenince çok sevinip bir plan yapmış. Gece olunca ağaçtan aşağıya inip şehre doğru yola koyulmuş. Adamın evini bulmuş ve bahçeyi kazıp altın dolu küpü çalmış. Artık zengin bir adam olduğu için seviniyormuş. Fakat içi altın dolu kocaman bir küple gidecek yer bulamamış. “Nereye gitsem yakalanırım, başım belaya girer” diye düşünmeye başlamış. Sabah olmadan küple birlikte geri dönmüş, yeniden ağaca çıkıp rahat yerine yerleşmiş.
– Diğer adam ne olmuş?
– Sabah olunca zengin adam, bir de bakmış ki sandığın yerinde yeller esiyor. Üzüntüden ağlamaya başlamış. Aklı başına gelince, altınların yerini sır ağacına anlattığını anımsamış. Öfkeyle ağacın yanına varmış. Oracıktan topladığı çalı çırpıyla ağacı ateşe vermiş. Bu sırada ağacın tepesindeki hırsız yorgunluktan bitap düşmüş, derin uykudaymış.
– Adam yanmış mı?
– Birazcık… Alev ve dumanlardan uyanan hırsız telaşla sandığını aşağıya düşürmüş. Altınlar yere dökülünce zengin adam ağlamayı kesmiş. Hırsız dumanların içinden kaçıp gitmiş. Adam altınlarına kavuşmuş. Ağaç yanmış, hırsız kaçmış. Sonra ağaç yeniden büyümüş. Başka zenginler, başka hırsızlar gelmiş.
Frigya kralı Midas, dünya tarihinin en popüler figürleri arasında yer alır. Güçlü bir kral olduğu kadar, gülünç bir figür olarak da mitoloji dünyasında yer etmiş biridir. Gelin “has Anadolulu hemşehrimiz” Midas’ın yaşamına biraz daha yakından bakalım.
Adı efsanelere konu olmuş kral Midas, babası Gordias'la birlikte Friglerin bilinen iki kralından biridir. Frigya ile özdeşleşmiş olan Midas'la ilgili anlatımlara Asur yıllıklarında rastlanır. Yıllıklarda Anadolu'nun ortalarında "Muşkili Mita" adlı zengin ve güçlü bir kralın adı geçer. Kayıtlarda Muşkili Mita ve Asur kralı II. Sargon arasında MÖ 709'da yapılmış bir antlaşmadan söz edilir. Asurlu bir vali, Mita'nın topraklarına saldırmış, Mita, Asurlulara vergi ödemek zorunda kalmıştır. Eski Yunanlı tarihçilerinin yazdıkları da Midas'ın varlığını ve gücünü doğrular.
İki kralla ilgili gerçekler ve efsaneler birbirine karışsa da dönemlerinde toprakların genişlediği, ülkenin zenginliğinin doruğa ulaştığı açıktır. Bu dönemde Frig Krallığının egemenlik alanı Anadolu'nun büyük bir kısmına (batıda Burdur, doğuda Amasya, kuzeyde Samsun güneyde Niğde) yayılmıştı. Başkent Gordion (Polatlı yakınları) gösterişli yapılar, heykeller ve aslan kabartmaları ile ünlüydü. Şehir canlı bir yaşama sahipti. Friglerde kaliteli koyun yünü nedeniyle dokumacılık ve orman varlığı sayesinde de marangozluk gelişmişti. Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenen 2400 yıllık Frig mobilyaları göz alıcıdır. Tarihçi Herodot, Midas'ın Yunanistan'daki Apollon tapınağına muhteşem bir taht armağan ettiğini yazar. Ülkeden kemik, fildişi ve metal eşya ihracatı yapılıyordu. Metal eşya tasarımları eşsizdir. Fibula denilen çengelli iğne ve hamam tası Friglerce icat edilmiştir. Kazılarda çıkan buluntular Friglerin kendine özgü bir sanat anlayışı olduğunu gösterir.
Midas'ın öyküleri kuşaktan kuşağa aktarılıp dolaşıp günümüze kadar gelmiştir. Bu tarihte örneği pek görülmeyen bir durumdur. Genellikle güçlü ve acımasız kralları konu eden tarih anlatıları yanında Midas'ın yer yer "gülünç ve zavallı" durumlarda betimlenmesi onu "gerçek bir insan" olarak düşünmemize olanak sağlar. Hakkında söylenenlere bakarak kralın açgözlülük ve kurnazlık bakımından da şöhretli biri olduğu söylenebilir.
Romalı Ozan Ovidius, Midas'la ilgili iki öykü anlatır: Tanrı Dionysos'un akıl hocası olan ve çok sevdiği yaşlı cini Silenus kaybolur. Ormanda uyuyakalan Silenus'u köylüler bulup Midas'ın huzuruna çıkarır. Midas onu tanır, sarayında konuk eder; sonra da alıp Dionysos'un yanına götürür. Çok sevinen Dionysos, Midas'ın kendisinden bir dilekte bulunmasını ister. Açgözlü Midas dokunduğu her şeyin altın olmasını diler. Dileği yerine gelir, neye dokunursa altına dönüştüğü için giderek zenginleşir. Ancak bir süre sonra hiçbir şey yiyip içemez hale gelmiştir. Sonunda yardım istemek için dokunduğu kızı da altına dönüşüp katılaşınca Dionysos'tan af diler. Dionysos da onu bağışlar ve eski haline dönmesini sağlar.
Diğer öyküde ise tanrılar Apollon ve Pan'ın arasındaki müzik yarışması anlatılır. Pan flüt, Apollon ise lir çalmaktadır. Jüride bulunan Midas herkesin aksine oyunu Pan'a verir. Çok öfkelenen Apollon, müzikten anlamayan Midas'ın kulaklarını eşek kulaklarına çevirir. Midas bu durumdan çok utanır. Kafasından başlığını hiç çıkarmaz. Ancak bir gün gittiği berber kulaklarını görür. Midas'ın sırrını saklayamaz ve kör bir kuyuya "Midas'ın eşek kulakları var" diye fısıldar. Bu fısıltı rüzgârla yayılır ve herkes Midas'ın sırrını öğrenir.
Bazı tarihçiler, "dokunduğunu altına çevirme" metaforunu başkentin konumuyla ilişkilendirir. Ticaret yolları üzerinde önemli bir nokta olan Gordion, kervanlardan vergi olarak altın almaktadır. Midas'ın ve ülkesinin dillere destan zenginliğinin kaynağı budur. "Eşek kulaklı Midas" masalı ise ilk akla gelen yorumların aksine başka bir gerçeğe işaret ediyor olabilir.
İkibin yılı aşkın zamandır anlatılan masalların gerçek olabilme olasılığına…
1957 yılında arkeologlar Gordion'daki Midas tümülüsünü kazmaya başladılar. Mezar odası ağaç kütükleri, taş, çamur ve kumdan oluşan son derece kalın bir duvar tarafından korunuyordu ve 2400 yıldır açılmamıştı. Aylar süren çalışmalar sonucu arkeologlar 55 metrelik tümülüsün kalbine girmeyi başardılar. (Bu tümülüs Anadolu'da antik çağlarda insan eliyle yapılmış en yüksek ikinci yapıdır, ilki Sardes'teki 69 metrelik Alyattes tümülüsüdür.) Küçük mezar odası şaşılacak ölçüde sadeydi. Kalın duvarlar zamanın etkisine olduğu kadar definecilerin yağmasına da dayanmıştı.
Arkeologlar içeri girdikleri an -oksijenle temas eden- ahşap parçaları yanmaya başladı. Önlem alındıktan sonra kralın mezar odası gözler önüne serildi. İki büyük kazan ve sunu amaçlı bırakılmış ikiyüzelli parça kapkacak vardı. Cenaze için (adet olduğu üzere) ziyafet verilmişti anlaşılan… Köşedeki kerevetin üstünde sedir ağacından bir tabutun içinde kralın mumyası duruyordu. Kral, elli-altmış yaşlarında, orta boylu bir adamdı. Başucunda Frigce (hala çözülememiş bir dildir) "MATEP" benzeri bir sözcük yazılıydı. Araştırmacılar bu sözcüğün "ANNE" olabileceğini düşünüyor. Çünkü Frigler, Anadolu'nun tanrıçası Kibele'ye "Anne" derlerdi. Mumyanın incelenmesi sonucu heyecan verici sonuçlara ulaşıldı. Kralın kulaklarında anatomik bozukluklar görünüyordu. Efsanelerin gerçeklerle bağı olabileceğini gösteren parlak anlardan biridir bu...
Gordion’daki resmi tabelalarda Midas Tümülüsü yazar. Ancak bu muhtemelen yanlış bir isimlendirmedir. Çünkü mezarın yapımında kullanılan ağaçların Midas'ın devrinden daha önce kesildikleri (dendrokoroloji yöntemiyle) saptandı. Bu kişi muhtemelen Midas'ın babası ya da büyükbabasıydı. Belki de kral, kulak yapısından utanıyor, bu yüzden sürekli bir Frig başlığı ile geziyordu. Ya da ailede kalıtsal bir hastalık vardı, kimbilir! Midaslığın tıpkı Caesar'lık gibi isim değil bir krallar tarafından kullanılan bir unvan olması da olası. Yani belki de birden fazla Midas vardı.
Tarihçiler, Frig egemenliğinin MÖ 690'lı yıllarda Kimmer istilası sonucu son bulduğunu yazar. Bazılarına göre Kral Midas üzüntüsünden boğa kanı içerek intihar etmiştir. MÖ 6. yüzyılın başlarında Frigya ve başkent Gordion, Kimmerleri kovan Lidya Kralı Alyattes tarafından ele geçirilir.
Pentesilya, Yunan mitolojisine göre Terme (Samsun) yakınlarında bir krallık kurmuş olan Amazonların korkusuz kraliçesiydi. Homeros, İlyada destanında Troyalıların ondan yardım istediğini anlatır. Karadeniz kıyısında yaşayan Amazonlar, kraliçeleri Pentesilya önderliğinde Troya savunmasına katıldılar. Bunlar ata binen, mızrak atan ve pantolon giyen korkutucu kadın savaşçılardı.
Mitolojiye göre Pentesilya, Ares ve Otrera’nın kızı, Hippolyta, Antiope ve Melanippe’nin kız kardeşiydi. Pentesilya, çok iyi silah kullanırdı, hatta savaş baltasının mucidi olduğu söylenir. Bir gün avlanırken kazayla kardeşi Hippolyta’nın ölümüne neden olmuştu. Bu olay, onu derinden etkilemişti.
Homeros şöyle anlatır: Pentesilya "hem savaşmaktan zevk aldığı hem de kardeşinin ölümüne sebep olduğu için duyduğu vicdan azabı nedeniyle" savaşır. Hatta Troyalılara yarı tanrı Aşil'i öldüreceğine söz verir. Baltası ve mızrağıyla ortalığı kasıp kavurur, Yunanlıları geri çekilmeye zorlar. Ancak Aşil tarafından öldürülmekten kurtulamaz. Aşil, öldürdüğü kadından o kadar etkilenir ki, onun bedenini karşılıksız olarak Troya'ya teslim eder.
Amazonlarla ilgili bilgilerin çoğu antik Yunan kaynaklarına dayanır. Yunanlılar onları erkeklerle eşit kabul ederdi ve erkekler kadar cesur ve yetenekli bulurdu. Aşil gibi, Atina'nın kurucusu Theseus da Amazon Antiope ile savaştı ve onu yendi. Herkül'ün 12 görevinin dokuzuncusu Amazon kraliçesi Hippolyte’nin savaş kuşağını elde etmekti. Yunan sanatında Amazonlar hep güzel, fakat silahlı ve tehlikeli olarak tasvir edildiler. Homeros, İlyada’yı yazdığı zaman Yunanlılar bu heyecanlı Amazon öykülerini biliyordu.
Tarihçiler, Amazonları Asya'nın geniş topraklarında boy gösteren İskitlerle ilişkilendirir. At binme ve ok kullanma kültürüne sahip İskitler, MÖ 7. yüzyılda Karadeniz çevresinde koloniler kurmaya başladılar. Herodot'a göre Amazon adı verilen ve kadın savaşçılardan oluşan topluluk, Terme çevresinde bir krallık kurdular, Atina'ya karşı savaştılar. Amazonlar evde "kadın işi" yapmayı reddediyordu. Amazon benzeri savaşçı kadın öyküleri Mısır, İran, Kafkasya, Orta Asya, Hindistan ve Çin’de bile görülür.
Amazonların etkilendiği İskitler, atlarına otlak bulmak, avlanmak ve düşman kavimlerle mücadele etmek için devamlı hareket halinde olan göçebelerdi. Erkek, kadın, genç, yaşlı herkes ortak çalışırdı. Erkek çocukların yanı sıra kızlar da ata binme, ok atma, avlanma ve savaş eğitimi alırdı. Bu hayat tarzı eşitliği de destekliyordu. Hızlı bir atın üstünde elinde yay olan bir kadın, bir erkek gibi öldürücüydü. İskitlere ait mezarlarda savaşta ölmüş, silahlarıyla gömülmüş sayısız kadın bulunmuştur. Kadın ve çocukları evde oturup dokumacılık yapan Yunanlılar için bu insanlar şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcıydı.
Herodot'a göre Amazonlar Anadolu'da MÖ 500'den önce yaşamıştı. Anadolu'nun da aralarında bulunduğu birçok yerde resim, heykel, rölyef ve yönetici kadınların adına basılmış paralara rastlandı. Amazonlar’ın pantolon giymelerinin, ata binmelerinin, ok atmalarının, savaş baltası sallamalarının, mızrak kullanmalarının ve kahramanca dövüşüp ölmelerinin sayısız tasviri üretildi.
Amazonların rahatça mızrak ve yay kullanabilmek için sağ göğüslerini kestiklerine ilişkin bir söylence vardır. Bu iddia, MÖ 490’da tarihçi Hellanicus’un yabancı Amazon sözcüğüne Yunanca bir karşılık araması sonucu ortaya çıktı. Amazon Yunanca bir kelime değildi; ama “mazon” göğüs kelimesine benziyordu ve Yunanca’da “göğsü olmayan” anlamındaydı. Bu nedenle Hellanicus, ismin Amazonlar’ın yay gerebilmeleri için göğüslerinin birini kestikleri anlamına geldiğini ileri sürdü. Ancak bu görüşü hiçbir antik sanatçı kabul etmedi. Yunan ve Roma sanatındaki tüm Amazonlar her iki göğsü de tam olarak görünür.
Amazonlar’ın savaşçı olmak için annelikten vazgeçtikleri de ileri sürülür. Ancak hepsi anne soyunu izleyen Amazon nesillerinin olması bu düşünceyi zayıflatır. Ayrıca Amazonların bebeklerini kısrak sütüyle beslediklerini gösteren belgeler vardır. Arkeologlar, silahlarıyla gömülmüş 2500 yıllık kadın savaşçıların iskeletlerinin yanında bebek ve çocuk iskeletleri de keşfettiler; bu nedenle savaşçı kadınlar da aynı zamanda birer anneydi.
İspanyol kaşif Francisco de Orellana 1542 yılında Güney Amerika'da büyük bir ırmak keşfetti. Burada gördüğü yerli kadın savaşçıları Amazonlara benzetip bu ırmağa onların adını (Amazon) verdi.
Anadolu’nun kadim uygarlığı Hititler yüzyıllar boyunca bu toprakların dört bir yanına izlerini bıraktılar. Kurdukları görkemli şehirlerin yanı sıra kuş uçmaz kervan geçmez dağ başlarına, ıssız ovalara, metruk köylere kaya resimleri, yol işaretleri çizdiler, heykel atölyeleri kurdular. Ne yazık ki, en yenisi 3 bin yaşında olan bu eserler doğanın ve define avcılarının insafına terkedilmiş durumda. Tarihin en parlak uygarlıklarından birini kurmuş olan Hititlerin Anadolu doğasındaki mirasını koruma altına almak konuyla ilgili devlet kurumlarının öncelikli kaygısı olmalı diyoruz. Sayıları yüzlerle ifade edilen bu mirastan sadece küçük bir kısmını, 12 eserin durumunu gözler önüne sermek istiyoruz.
Yazı ve fotoğraf desteği için Sayın Tayfun Bilgin’e teşekkür ederiz.
Detaylar için www.hittitemonuments.com
Manisa-Akpınar mevkiindeki Spil Dağı'nda yer alan heykel benzeri dev rölyef yaklaşık 8 metre yüksekliğinde ve 4.5 metre genişliğinde. Geniş bir niş içerisine oyulmuş, yıpranmış durumdaki rölyef oturmuş bir figür gibi görünüyor. Önceleri oturur pozda bir tanrıça figürü olduğu düşünülmüşse de son zamanlardaki ortak görüş anıtın muhtemelen bir dağ tanrısını temsil eden sakallı bir erkek figürü olduğu yönünde. Rölyef-heykelin sağında ve solunda iki yazıt var. Kesin tarihleme mümkün olmamakla birlikte MÖ 13. yüzyıla ait olması muhtemel. Aslında bir Hitit/Luvi anıtı olmasına rağmen sonraki çağlarda da ilgi odağı olmuş ve bir dönem Tanrıça Kibele anıtı olarak adlandırılmış.
Karabel kaya anıtı Kemalpaşa-Torbalı yolundaki Karabel geçidinde bir tepenin güneye bakan yamacında bulunuyor. Yaklaşık 2.5 metreye 1.5 metre boyutlarındaki bir niş içine işlenmiş kabartma, sol elinde bir mızrak sağ elinde bir yay tutan bir erkek figürü. Figürün başı ile mızrağı arasındaki alanda 3 satırlık oldukça aşınmış ve güçlükle görülebilen Luvice bir yazıt vardır. Rölyef 2017 ve 2019 yıllarında hazine avcıları tarafından tahribata maruz kalmış, alt yarısı neredeyse tamamen yok edilmiş.
Fasıllar anıtı, iki aslan arasında ve bir dağ tanrısının üzerinde ayakta duran büyük bir Fırtına Tanrısı heykelidir. Heykel Konya’nın Beyşehir ilçesinin Fasıllar köyünün yakınında bir tepede duruyor. Genişliği 2.75, yüksekliği 8 metredir. Bazalttan yapılmış olan heykel yaklaşık 70 ton ağırlığında. Heykelin belli bölümleri detaylı işlenmiş, bazı bölümleri ise kabataslak yontulmuş. Birçok Hitit anıtının doğal kaya yüzeylerine rölyef tarzında oyulmuş olmasına karşın Fasıllar anıtı yekpare bir kaya bloğu yontularak yapılmış. MÖ 13. yüzyılın ikinci yarısını yani IV. Tuthaliya dönemini işaret ediyor.
Anıt Beyşehir’e 22 kilometre uzaklıkta. Dikdörtgen bir havuz şeklinde inşa edilmiş ve yanındaki su kaynağından besleniyor. 30 X 34 metre boyutlarındaki havuzun en göze çarpan kısmı büyük taş bloklar ile inşa edilmiş, kabartma figürlü yüksek duvar. Ortada Fırtına Tanrısı ve Güneş Tanrıçası yer alıyor. Her ikisinin üzerinde de birer kanatlı güneş kursu bulunuyor. Onların çevresindeki on adet hayvan başlı hibrit figürler hem tanrıların üstündeki güneş kurslarını hem de en üstteki devasa kanatlı güneş kursunu elleriyle destekler şekilde resmedilmiş. En altta, kısmen görünen beş dağ tanrısı bulunmaktadır. Toplu olarak rölyef kozmik bir betimleme olarak düşünülebilir: Tanrılar ve mitolojik yaratıklar, dünyayı temsil eden dağ tanrıları üzerinde durmakta ve gökyüzünü temsil eden güneş kurslarını tutuyorlar. Bu rölyefli duvarın hem cephe uzunluğu hem de tabandan yüksekliği yaklaşık 7 metre.
Karakız köyü, Yozgat ilinin Sorgun ilçesinin yaklaşık 15 kilometre doğusunda yer alıyor. Kabaca oyulmuş heykeller ve düzleştirilmiş kaya blokları bölgenin İmparatorluk döneminde bir heykel atölyesi olarak kullanıldığını göstermektedir. Heykel biçiminde yontulmuş, bilinen iki sütun kaidesinden biri köy içindeki boş bir alanda, diğeri ise köyün yakınında Hapisboğazı olarak bilinen bölgede.
Yaklaşık olarak 3 X 2 metre boyutlarında olan bir kaya bloğunun üzerine işlenmiş Fırtına Tanrısı figürü Niğde/Bor'un 18 kilometre güneydoğusundaki Gökbez köyünde. Fırtına tanrısı sağ elinde çift balta, sol elinde ise şimşek figürü tutmaktadır. Ayaklarının arasında ise üzerinde büyük üzüm salkımları olan bir asma yer alır. Üzerinde herhangi bir yazıt yok. MÖ 8.. yüzyıl sonuna tarihleniyor.
Yalburt anıtı, Konya/Ilgın'ın 23 kilometre uzağında Yalburt olarak bilinen çayırlık bir alanda bulunuyor. 1970 yılında tesadüfen bulunmuş. Yüzeyleri üzerinde hiyeroglif yazılar bulunan, 13 X 8 metre dikdörtgen şeklinde bir havuzdur. Besleyen kaynak 1970'lerde civardaki köylere yönlendirilmiş olduğu için havuz kurumuş durumda. İç tarafta Luvice bir yazıt ile işlenmiştir. Yazıtın ilk bloğunda Kral IV. Tuthaliya adı, kanatlı güneş simgesi ile birlikte açıkça görülmektedir. Yazıt, Tuthaliya‘nın savaşlarından ve başarılarından bahsediyor. Anıt son derece bakımsız durumdadır. Acilen çevre düzenlemesi yapılarak koruma altına alınması ve mümkünse blokların replikaları ile değiştirilmesi gerekmektedir.
Konya'nın 9 kilometre güneyindeki Hatip köyünde bulunan kaya kabartması 5 X 2 metre düzleştirilmiş kaya yüzeyinde yer alır. Rölyef, sağa doğru adımını atmış vaziyette bir Hitit kralı/tanrısını gösterir. Öne doğru uzattığı sol elinde dik olarak bir mızrak tutar. Başındaki uzun, konik başlık, omuzundaki yay kemerine takılı kısa kılıcı, ayaklarında kıvrık uçlu ayakkabılar diğer Hitit anıtları ile büyük benzerlikler gösterir. Bununla beraber gömleğinin kısa kolları bu rölyefe özgüdür. 1 metre gerideki yazıt "Kuruntiya, Büyük Kral, Kahraman, Muwatalli’nin oğlu, Büyük Kral, Kahraman" olarak okunmuştur.
Üzerinde Luvi hiyeroglifi ile işlenmiş yazıt bulunan bazalt blok yakın zamana kadar Karacadağ'ın hemen kuzeyindeki Karaören köyünde bir evin bahçesinde bulunuyordu. Köyde yaşayanlara göre, taş daha önce geç antik çağdan kalma bir yapının duvarından çıkarılmıştır. Ancak dörtgen blok 2014'ten beri kayıptır. Ters şekilde duran bloğun fotoğrafında en altta ikinci bir satıra ait işaretler gorülmektedir. Yani görülen kısım daha uzun bir yazıtın son satırına ait olmalıdır.
Göllüdağ, Geç Hitit dönemine ait büyük bir tepe (2172 m.) yerleşkesidir. Niğde/Gölcük'ün Kömürcü köyü yakınındadır. Yerleşke MÖ 8. yüzyıl sonlarına tarihlenir. Kalıntılar, sönmüş volkanın krater gölünün kenarındadır. Surla çevrili yerleşkede çeşitli yapı grupları mevcuttur. Kazılarda iki çift başlı aslan, iki kapı aslanı, iki sfenks ve aslan dekorlu sütun kaideleri bulunmuştur. Hepsi yerleşkenin en yüksek noktasına kurulmuş olan ve saray veya tapınak olduğu düşünülen 112 X 228 metre boyutlarındaki yapının güney tarafındaki girişe aittir.
Malkaya Kırşehir’in 14 kilometre kuzeybatısında, Sevdiğin ve Yağmurlukale köylerinin arasındaki Emirburnu tepesinin yamacında. Kıraç bir arazinin ortasında bulunan bu üzeri düz, büyükçe kaya bloğunun 4 yüzeyinde de Luvi hiyeroglifi ile dağınık olarak yazılmış bir yazıt yer almaktadır. İşaretlerin herhangibir sıra izleyip izlemediği belirgin değildir. Bazı bölümleri ağır hasar görmüş olan yazıtın kuzey yüzdeki bölümü nispeten daha iyi korunmuş ve biraz daha uzundur. Yazıt İmparatorluk dönemine tarihlenir. Hazine arayıcıları kaya bloğuna oldukça zarar vermiş, altını kazmış ayrıca birkaç yerinden dinamitlemişlerdir.
MÖ 13. yüzyıl ortalarına tarihlenen rölyef, Kayseri/Develi Gümüşören köyü yakınında. Bir duvar panosu biçiminde oyulmuş olan rölyefte iki ayrı adak sahnesi betimlenir. 1.3 X 3.2 metre uzunluğundadır. Sağ taraftaki sahne, Hitit kralı III. Hattuşili’yi Fırtına Tanrısı’na içki akıtırken (libasyon) gösterir. Kralın önünde "Büyük Kral Hattuşili" yazılıdır. Soldaki sahnede ise başından ayağına kadar uzayan bir rahibe giysisi içinde ve önündeki yazı ile tanımlanmış olarak "Büyük Kraliçe Puduhepa" tanrıça Hepat için içki akıtırken betimlenir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.