34,2734$% -0.22
37,5808€% 0.38
44,8340£% 0.5
3.026,04%0,12
2.743,74%0,24
8.618,57%-0,52
27 Nisan 2024 Cumartesi
Kar, kış, kıyamet: Abdülkadir Tamer'den bir öykü
Kaleminin gücüyle ayakta kalan babam: Burhan Arpad
... Ve Zonguldak
Yer altında Romanlar ve Gebenler
"Göğü kucaklayıp getirdim sana, kokla açılırsın"
İçimdeki cinayet (Altıncı Bölüm-FİNAL)
T3R5 mahallede herkes kendi yağında kavrulur, tencerede pişirip kapağında yerdi. Bir gün mahallenin bir ucuna yüpyüksek duvarlarla çevrilmiş kocaman bir ev yapıldı. O eve herkese kendi yağında kavrulmayı öğütleyen ama kendileri başkalarının yağına göz diken ve kocaman tencerelerde pişirip altın yaldızlı sofralarda yedikten sonra kalanı da çöpe atan bir aile taşındı. Ters mahallelilerin bahçeleri bile altı metrekare yokken, o evin salonuna altı tane altı metrekare halı serildi de hâlâ halı serilecek yer kaldı.
Gençler şaşkın şaşkın eve bakıp şakalaşıyorlardı.
“Ev değil oğlum o şato!”
“Şato Fransa’da olur lan, bu villa!”
“Oğlum villa İspanya’da olur lan, bu saray!
“Hadi lan oradan. Ne sarayı? Padişah mı gelecek? Bu malikâne oğlum malikâne.”
“E bu malikâneyse bizimkiler ne o zaman?”
“Kümes lan kümes!”
“Hahahahahhaa!”
***
T3R5 Mahalle Lisesi diğer liseler gibi mezunlarını boş beleş üniversitelere postalayıp işsiz bırakmazdı. Çeşit çeşit bölümü olan meslek lisesinden mezun olan gençler hemen çırak olarak iş bulur, vatanına milletine hadi abartmayalım, mahalleliye faydalı birer vatandaş olarak toplumda yerini alırdı. Uğur, Fırat ve Dumrul, okul gazetesini çıkaran üç gençti. Bu hepi topu dört yapraklı okul gazetesi, seçim zamanı adaylarla röportaj yapmış ve eni konu seçim sonuçlarını etkilemişti. Bu gazetenin ve onun toy muhabirlerinin gördüğü itibar mahallenin yakışıklı ve acar olmayan delikanlısı Tersettin’in gözünden kaçmamıştı.
***
Malikâneye yerleşen ailenin iki yetişkin kızı ve iki yetişkin oğlu vardı. Evin hanımı, kadın kuaför ve terzisi aradığını mahalleye haber saldı. Terzi Erol ellerini ovuşturdu: “Amanın gelsin paracıklar, gitsin paracıklar!” Malikânenin hanımı, iki kızı ve şoförü ile Terzi Erol’a geldi. En parlak, en can alıcı, en allı pullu kumaşlarını çıkardı, gösterdi Terzi Erol. Fakat kadınlar bunlara üst perdeden bakıp “I-ıh!” dediler. “Bize daha mütedeyyin daha muhafazakâr daha münasip renkli kumaşlar lazım!” Terzi Erol’dan çıkıp Kuaför Jasmin’e gittiler. Oradan da burunlarını kıvırarak ayrıldılar.
***
Tersettin artistik patinaj şampiyonasına hazırlanırken ettiği artist artist hareketlerinin onu kurtaramayacağını anlamıştı ama geç kalmıştı. Dans partneri Dilli Didem’in hamile kalmasından ona neydi ki? Erkeğin vücudundan fırlayan hissedemeyeceği kadar küçük bir zerrenin, girdiği kadının içinde büyümesinden erkeğe neydi ki? O zerrenin malum yerinden fırlama anındaki mutluluktan başka hiçbir şeyi zerre kadar malum yerine takmayan erkeğin…
Tıpkı zavallı sevdiceği Hatçe’nin, Torosların zirvesindeki bir mağarada yokluk yoksulluk içinde hamile kalıp doğurmasının ve ölmesinin, anası Döne’nin yana yana döne döne evladım diye diye Abdi Ağa’nın zalim çizmesi altında can vererek kimsesizce gömülmesinin ve Hatçe’den doğan çocuğa sahip çıkan Iraz Ana’nın başına kim bilir neler gelmesinin İnce Memed’in umurunda olmadığı gibi…
Neyse… Tersettin’e gelirsek, ardında göz yaşlı kadınlar ve bebeler bırakmak erkekliğin şanındandır deyip fişek kuşanıp altına atlayıp dağlara çıkmadı tabii ki. O, burnuna gelen kokuları takip etti. Kendisinin bir gazeteyi eline alıp iki sayfasını çevirerek okumuşluğu yoktu ama seçim zamanı kahvedeki her amcanın, berberdeki her adamın, halı sahadaki her gencin elinde gezen dört yapraklı okul gazetesini görünce aklına bir fikir geldi. Mahallenin yegâne malikânesine taşınan ailenin, Terzi Erol ve Kuaför Jasmin’den burun kıvırarak ayrılışını duymuştu. Terzi Erol’un dükkânına girdiğinde Erol kan ağlıyordu.
“Daha mütedeyyin, daha muhafazakâr, daha münasip kumaşlar istediler benden Tersettin! Ben de daha az parlak, daha az can alıcı, daha az allı pullu kumaşlar getirttim. Sonra bu kumaşlar bize uygun değil! Biz her sene Arabistan’a gideriz, dediler. Biz de her sene Paris’e gideriz ama moda tanrılarına bizi cennetinize alın diye yalvarmıyoruz! Ha haaaayt, demişim. Ne bileyim ben? Gözlerini belerte belerte bana baktıkları zaman anladım pot kırdığımı! Benim yerlere kadar etek anlayışım assolistlerle konsomatrislerin dekolteli kuyruklu abiyeleri!”
“Bak Erol abi!”
“Abi deme bana!”
“Tamam Erol ablacığım. Mahalleye yeni terzi ve yeni kuaför açtırıyor bunlar. Sen bunlarla baş edemezsin. Biz baş edeceğiz. Modayı, allı pullu kumaşları, Paris’i, permalı saçları biz önereceğiz.”
“Siz kimsiniz ayol?”
“Bugünden itibaren T3R5 mahallenin amiral gemisi olacak gazetenin sahibiyim. Üç de acar muhabirim var ki sorma! Artık bu mahallede piyasayı biz belirleyeceğiz. Güç bizde artık.”
“Git işine Tersettin! Neyin gücüymüş bu?”
“Keskin bir kalemin gücü!”
***
Tersettin gidip liseyi bitirmiş ama iş bulamamış olan Uğur, Fırat ve Dumrul’la anlaştı ve T3R5 GAZETE isimli gazetesini kurdu. O günden sonra T3R5 GAZETE önce 50 adetle başlayan tirajını haftadan haftaya katlayarak 200’e hatta 500’e çıkardı. Uğur, Dumrul ve Fırat Dinç, gazetenin hem yazarı hem muhabiri hem dizgicisi hem dağıtımcısı idiler. Sorumlu yazı işleri müdürü Tersettin, mahalledeki tüm esnafları gezip onlardan reklam alıyordu. İşine gelene daha doğrusu, Boğaz’ın kıyısında mükellef bir sofra kurdurana da yağlı ballı bir yazı attırarak işleri tıkırında yürütüyordu. Bu yağlama bağlama yazılarını ekseriya Dumrul’a yazdırıyordu. Zaten Boğaz sefalarında onu yanından eksik etmiyordu. Uğur ve Fırat bu duruma karşı çıkıyor, bir gazetecinin patronuyla aynı çöplükte gezinmesinin ve başka başka patronlar önlerine ne koyarsa onu yiyip sonra gelip övme yazıları yazmasının etik olmadığını söylüyorlardı.
“Ben yediğim kaba pislemem oğlum!” diyordu Dumrul. Uğur dayanamıyordu.
“Senin anlamadığın yediğin kabı da içindeki yemeği de kendi emeğinle kazanmak zorunda olduğuna kafanın basmaması! Önüne kap içine de yemek koyan adam, boynuna yuları geçirir de haberin bile olmaz!”
“Aman siz de dürüst olacağız diye fakirlikten kırıldınız be! Sen lise sıralarından beri hâlâ aynı kırık gözlüğü takıyorsun Uğur, senin de pabucun hâlâ yamalı Fırat! İş bilenin kılıç kuşananın oğlum!”
***
Tersettin kendine masif cevizden mamul, altın yaldızlı oymalarla süslü kocaman bir masa, üzerinde deri sümen takımı ve arkasındaki duvarda bordo deriden makam panosu olan bir büro tutmuştu. Terzi Erol gazeteye verdiği ilanlarla diğer mahallelerdeki pavyon karılarını müşteri edinmiş fakat malikânedeki ailenin gözüne bir türlü girememişti. Ne zaman bu büronun kapısını çalsa, Tersettin ya meşguldü ya da çayından iki yudum aldıktan sonra “Erol abla benim Boğaz’da acilen bir toplantım var, söz sana da bir baş sayfa haberi patlatacağım!” diyerek sıvışıyordu.
“Bak Erol abla! Bırak artık pavyon işlerini. Memlekette dekoltesi kapatılmış Hürrem Sultanlar daha çok reyting yaptı. Pavyonlara takılıp kalırsan RTÜK’e de takılırsın!” diye uyarmayı da ihmal etmiyordu.
Seçimler gelip çattığında malikânedeki ailenin reisi belediye başkanlığına aday oldu. Hiçbir gazeteci henüz bu malikâneden içeri adımını atamamıştı. Tersettin malikâneye röportaj için davet edildiğinde ağzı kulaklarına vardı. Gazeteyi yakından takip eden emekli edebiyat öğretmeni Vah Vah Vahdettin, “Oğlum sen ne anlarsın röportajdan? Hele Dumrul yalakalıktan başka bir şey yazmadı bugüne kadar. Oraya gideceksen yanında ya Uğur’u ya Fırat’ı al da millet hakiki bir röportaj okusun!” diye Tersettin’i uyardı.
“İhtiyar, asıl sen ne anlarsın bu işlerden? Senin zamanın geçti artık!” diye kovaladı öğretmeni Tersettin.
Söylene söylene kahveye girdi Vah Vah Vahdettin: “Dürüst gazeteciliğin, inandığın yoldan sapmamanın ve halkı doğru haberle bilgilendirmenin zamanı ne zaman geçti acaba?”
“Ohooooo! O eskidenmiş Vahdettin Hoca! Şimdi artık gazeteci olanı yazmıyor, gazeteci ne yazarsa o oluyor. Dolar fırlayacak diyor fırlıyor. Balık fiyatları diyor, hamsi fırlıyor. Zerzevat fiyatları diyor zerzevatın yanına yanaşılmıyor. Sen derdine yan!” diye bağırdı Das Kapital Necmi oturduğu kumar masasından.
***
Tersettin yaveri Dumrul’la yalakalığın dibini sıyırdığı malikâneden dönedursun, Uğur ve Fırat malikâne reisinin seçimler için ibraz ettiği diplomanın sahte olduğu bilgisine ulaştılar. Patronlarına danışmadan ön sayfadaki yalaka röportajın peşine bu bilgiyi bastılar. Gazete 500 tane basılıp dağıtılmıştı ama talep üzerine akşamına 500 tane daha basıldı. Mahallede ortalık karıştı. Tüm parti teşkilatları ayağa kalktı. Rakiplerine bu şekilde iftira atılmasının demokrasiye, insan haklarına, kişisel hak ve özgürlüklere bir saldırı, falan, filan, feşmekân… Halkın sahte diplomalı bir adam tarafından yönetilmesi hangi demokrasi hangi insan hakları hangi özgürlüğe sığıyordu, soran olmadı.
Tersettin’in amiral gemisi battı. Gazetenin 999 nüshası da toplatıldı. Gazete belirsiz bir süre kapatıldı. Tersettin sorumlu yazı işleri müdürü olarak gözaltına alındı. Peşinden ertesi gün sahte olduğu iddia edilen diplomanın verildiği T3R5 Mahalle Meslek Yüksek Okulu müdürüyle, malikâne reisinin diplomayı alıp verirken çekilmiş fotoları başka gazetelerde tam sayfa boy gösterdi. Uğur ve Fırat yalan haber yaptılar diye mahalleden sürgün edildiler. Her ikisi de kendi yollarına gidip mesleklerinde ilerlediler. Dumrul da kendi yolunda ilerledi. Onun yolu otoban gibi asfaltla döşenmişti.
Tersettin, Boğaz’da mükellef sofralarına davet edildiği kodamanların araya girmesiyle göz altından salıverildi. “Bu sana son iyiliğimiz!” dediler. “Artık gazeten de gücün de yok. Bir daha sesini duymayalım. Otur oturduğun yerde!”
Tersettin dersini almıştı da ediyordu ezber. Bu küçücük başımla bir daha büyükbaşların işine karışmayacağım diye tövbeler ediyordu. Ne var ki tavuk götü tövbe tutmazdı.
***
Gazeteci Uğur, yani Uğur Mumcu dürüst gazeteciliğin kitabını yazdı. Fakat dürüstlüğü bazılarının işine gelmedi. Kimisi diplomasız, kimisi sahte diplomalı, kimisi de ilahi yat yani kocaman boyutlu yatlarda gezerek diploma edinmiş, derin hatta dipsiz kuyulardan çıkıp gelen güçler tarafından suikasta uğratıldı. Arabasına konmuş bomba patladığında tarihler 24 Ocak 1993’ü gösteriyordu, bir pazar sabahıydı, Ankara karlar altındaydı.
Fırat Dinç yani Hrant Dink, T3R5 mahalle baskısı yüzünden Ermeni olduğunu söyleyememişti. Uğur’dan 14 yıl sonra aynı akıbetle vefat etti. Genel yayın yönetmeni olduğu Agos Gazetesi binasının önünde silahlı saldırıya uğradı. Tarih 19 Ocak 2007 idi.
Dumrul, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması hakkında üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla, gazetecilik yapmaya devam ediyor hâlâ.
***
Gazetenin o gün basılan 1000 nüshasından 999’u toplatılmıştı. Vah Vah Vahdettin, bir nüshayı “Neme lazım, bu pilav daha çok su kaldırır…” diyerek evinde gizli bir yere kilitledi. Çünkü gazetede diplomanın sahte olduğu su götürmez bir biçimde ispatlanmıştı.
Tersettin kuyruğu kıstırıp Terzi Erol’un dükkânına girdiğinde yüzüne tokadı yedi.
“Hak ettim ben bunu Erol Abla. Ben ettim sen etme!”
“O değil de Tersettin, biz her sene Arabistan’a gidiyoruz demişlerdi ya! Putlar bin üç yüz doksan dört sene önce yıkılmadı mı? Her sene Arabistan’a gitmek puta tapmak değil de ne, dediğimde o yerleri süpüren etekliklerini toplaya toplaya bir gidişleri vardı görmeliydin! Bunlar beni böyle allı pullu görüp bir şeyden habersiz sandılar. Mütedeyyin olmak kendilerinin tek elinde sandılar. Bizi paralarıyla dövmeye kalktılar. Ama ne oldu? Sonunda bu mahalleden çekip gittiler!”
“İyi de Erol abla gittiler de nereye gittiler? Adamı bıraksak sadece bizim mahalleyi yönetecekti. Biz kaybettik, adam kazandı. Bak şimdi tüm şehrin belediye başkan adayı…”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.