DOLAR

35,4500$% -0.04

EURO

36,6037% 0.11

STERLİN

43,3809£% -0.15

GRAM ALTIN

3.085,18%0,36

ONS

2.708,62%0,47

BİST100

9.781,10%0,42

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul PARÇALI BULUTLU
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Metin Fidan

Metin Fidan

15 Mart 2024 Cuma

Yerde ve gökte

Yerde ve gökte
0

BEĞENDİM

ABONE OL

   Sular idaresinin, çarşıdaki merkez binasına gitmiştim. Faturamı  yatıracaktım. Yolumun da üzerindeydi. Ama bayağı erken gitmişim. Öğle tatiliydi ve veznelerin açılmasına daha kırk dakika vardı. Geri dönmeye veya gidip başka bir yerde beklemeye üşendim. Orada bir yere oturdum. 

   Hemen yanımdaki bahçenin kenarında, dört kişi ayakta konuşuyorlardı sevgili okurlar. Daha doğrusu üçü bir konu üzerinde tartışıyor, biri ise sadece dinliyordu. Özetlemem gerekirse, konu Tanrı’nın büyüklüğü ve bulunduğu yerler hakkındaydı. 

   İnançlar üzerine yapılan bu tür sohbetlere bizim kültürümüzde elbette sıkça rastlanır. Günlük hayatta, sokakta böyle heyecanlı konuşmalara kulak misafiri oluruz. Çoğu ne yazık ki safsatadır, uyduruk ve önemsiz tartışmalardır. Çünkü bilmeden, fikir sahibi olmadan, yalnızca inandıkları şeylere ne kadar çok inandıklarını göstermek hevesiyle konuşurlar. Halbuki gerçek inanan, kalbinde bir aidiyetin dinginliğini yaşadığından, inancını kanıtlama telaşına düşmez. Herneyse, bu kez şahit olduğum konuşma ise farklıydı. İlgimi çekmişti! Derin, felsefi bir yönü de vardı. Bu seferki konuşmacılar, her söylenene kanan cahil insanlara değil, söyleyecek bir sözü olan, eğitimli kişilere benziyorlardı. Kulak verdim.

   İçlerinde konuyu açtığı belli olan kişi, şöyle diyordu: 

   “Sizce de doğru değil mi bu!? Yaradanı arayacağız diye, hep yukarıya, bulutlara bakıyoruz. Halbuki Tanrı her yerdedir! Niçin sürekli tepelerde arıyoruz? Tanrı’yı aramayı bırakın, güzel bir hayal, bir ev veya araba düşü kurmak istediğimizde bile kafamızı az kaldırıp yukarıya, havaya bakıyoruz! Yukarısı derken, yükseğe yani. Yüksek ağaçların en tepedeki dallarına, yüksek apartmanlara filan…” 

   Kısa boylu ve eğlenceli olan tip araya girdi:

   “Ben de bazen lüks semtlerde yürürken, kafamı kaldırıp, apartmanların en üst katlarına bakıyorum! Çünkü ileride iyi para kazanıp, öyle kocaman bir dairede oturmak istiyorum.” 

   “Haklısın elbet. Bu yaptığın mantıklı! Fakat niçin, sadece üst katlarına bakıyorsun kardeş? Oturmayı istediğin binanın giriş kapısı aşağıda mesela. Aşağıdaki kocaman süslü kapıya bakarak da o durumu hayal edebilirsin. Demem o ki, bütün güzel anlamlar yukarılarda değil.” 

   Bu adama pek inanmayan, sadece vakit geçsin diye dinlediği belli olan ciddi ifadeli bir adam:

   “Sadede gel. Ne demek istiyorsun?” dedi. 

   “Yere de bakabiliriz.” dedi, tartışmayı açan adam.

   İçlerinde, herşeye şaşıran heyecanlı bir adam:

   “Ne yeri yahu? Yer mi! Kaldırım mı yani?” dedi. 

   “Evet, bildiğimiz yer. Zemin, asfalt! Yere de bakabiliriz Tanrı’yı aramak için. Belki ilk bakışta, yukarıdaki boşluk kadar uzaklık hissi vermez bize. Vücudumuza, yani o anda bulunduğumuz pozisyona daha yakındır, yer. Ama onun da sonu yoktur. Örneğin, şimdi şuradaki direğin dibine bakıyorum. Ne var orada?”

   Eğlenceli tip, hemen baktı o noktaya:

   “Büyükçe bir yaprak var!” dedi. 

   “Onun altında ne var peki?”

   “Galiba bir gazoz kapağı gördüm!” dedi eğlenceli adam, neşeyle. Gitti, eğilip aldı teneke kapağı. 

   “İşte, bunu söylüyorum,” diye devam etti konuyu açan adam: “Yaprağın altında bir kapak. Bir kapağın altında belki bir böcek vardır. Böceğin altında toprak. Toprağın altında başka böcekler ve farklı katmanlar. Dünyanın merkezine gider bu, öte taraftan çıkıp tekrar uzaya karışırsın!.. Peki bu kadar kolaysa, niçin yere bakmıyoruz hiç? Hemen kafamızı havaya dikiyoruz!?” 

   “Ne alâkası var,” dedi, ciddi görünüşlü adam: “Niçin çamurlu toprağa, ölmüş yapraklara bakacakmışım. Çerle çöple, iğrenç böceklerle canımı sıkacağım. Ferah ferah yukarıya, temiz bulutlara bakarım elbet!” 

   “Yahu, yukarıya da bak. Fakat bütün seçimimiz yukarısıysa, bu acayip işte! Tanrı’yı aramak için her yere bakmamız gerekli. Şunu demeye çalışıyorum: Hep havaya bakıyoruz, çünküü: Yere bakmaktan utanıyoruz! Sert geleneklerimiz var bu konuda. ‘Dost başa düşman ayağa bakar’ diyerek, yere bakmayı küçümsüyoruz. ‘Kafanı kaldır, başını eğme!’ şeklinde tavsiyeler veriyoruz birbirimize sürekli.” 

   Şaşkın görünüşlü adam:

   “Ama yer çok kısa,” dedi, “Anlatamadım, pardon. Bu tür felsefi konularda konuşmakta pek iyi değilimdir. Yani, yer hemen ayağımızın ucunda. Yoğunlaşamıyoruz. Bakar bakmaz bitiyor hemen. Ama yukarıya kafamızı kaldırdığımızda bak bak bitmiyor!” 

   Konuyu açan şöyle dedi: 

   “Seninki, açıklık, yani ferahlık denilen duygu. Önün ne kadar açık olursa, o kadar ferahlarsın tabii. İnsan, balkonunda böyle bir manzara ister. Tam karşısında tuğla bir duvar değil. Fakat, çay içip izleyeceğimiz güzel bir manzaradan söz etmiyoruz burada beyler! Tanrı’yı aramaktan bahsediyoruz.”

   “Tanrı öyle kedi arar gibi aranmaz,” dedi ciddi adam. Grubu terketti, içeriye girdi. 

   Üç kişi kalmışlardı. Sürekli karşı çıkan adam ayrıldığı için, konuyu açan adam kendisini daha rahat hissediyordu. Aslına bakılırsa, araya dalıp, dördüncü kişi ben olmak istiyordum sevgili okurlar! Fakat bu konudaki eksik felsefi düşüncelerimi nasıl tamamlayacağımı bilemiyordum. Üstelik pek iyi bir konuşmacı da sayılmazdım. 

   Adam, hızla devam etti. Bir acelesi olduğu belliydi: 

   “Kedi veya kuş aramaktan konuşmuyoruz burada elbette. Arama denilen şey, içimizde, yüreğimizde gerçekleşir! Ama orada gerçekleşiyor diye de gözlerimizi sıkıca yummayız. Eninde sonunda birşeye bakarız, şuraya buraya göz atarız. Yani, bir kalem, yere düşen bir eşya arıyormuşuz gibi yaparız farkında olmadan. Örneğin, gökyüzüne öylesine bakarken bile, bir buluta veya bir kuşa odaklanırız istemeden. O yüzden, yere bakarken de, maddî birşey arıyormuş gibi disiplinli bir şekilde bakmalıyız mutlaka.”

   Diğer iki adam kafalarını sallayıp onayladılar. 

   “İsterseniz bunu test edelim?” deyip, telaşlı bir şekilde saatine baktı bizimki:

   “Daha 15 dakikamız var veznelerin açılmasına. Diyorum ki: Bahçe kenarında şu hat boyunca, beş-altı dakika kadar, yere dikkatlice bakarak yürüyelim! Sonra bu noktada toplanalım, herkes o anlarda neler hissettiğini söylesin.” 

   “Eh, ilginç olur,” diye karar verdi hepsi, “Nasıl olsa şu anda yapacak daha önemli işimiz yok.” 

   Dördü de, belirlenen yedi-sekiz metrelik hat üzerinde, yere bakarak yürümeye başladılar. Onları izliyordum. 

   Eğlenceli tip, işini ciddiye alarak yeri gözlemliyordu. Hattâ eğildi, mavi bir su şişesi kapağı ve bir çalı parçası aldı eline. Sonra başka birşey daha buldu, üzerindeki toprağı üfleyerek, bulduğu bu küçük şeyi inceledi. Şaşkın adam da yere bakarak yürüyordu ama sıkılmış gibiydi. Havaya bakıyordu bazen. Konuyu açan adam ise, farklı bir telaş ve bir beklenti içerisindeydi. 

   Beş dakika kadar sonra aynı yerde, benim birazcık önümde buluştular.

   “Evet, herkes yerde ne bulduğunu, pardon, yani düşüncelerini söylesin!?” 

   Eğlenceli tip, heyecanla elindeki minik şeyi uzattı: Cep telefonlarımızdaki, SIM kart denilen mikroçipti bu. 

   ‘Tanrı’yı yerde de aramalıyız’ tartışmasını başlatan adam, büyük sevincini gizlemeye gerek görmedi: 

   “Allah razı olsun kardeş senden!” diyerek, sim kartını bulan adamı kucakladı: “Buraya geldiğimde telefonum sertçe yere düştü, o anda içindeki herşey, kapağı, pili, simkartı filan etrafa saçıldı. Çok aradım fakat şunu bulamadım. Tekrar sağol!” 

   Şaşkın görünüşlü adam lafa girdi: 

   “Ben de düşündüm ki!..” dedi, “Tanrıyı aramak için göğe veya yere bakarken, gözlerimizi azıcık kısmamız gerekiyor galiba. Çünkü…”

   Telefonunun parçalarını yerleştiren ve açıp çalıştıran adam, onun sözünü kesti: 

   “Evet, kısmak iyi olabilir. Sonra konuşalım isterseniz!? Vezneler açılacak, numara alıp sıramıza girelim.”

   Döner kapıdan içeriye girdiler. Ben de kalktım… 

   Telefonunun kartını bulan adam, sırada önümdeydi. Geniş düşünceli, rahat birisine benziyordu aslında. O yüzden herşeyi göze alarak, gülümseyerek kendisine baktım ve sordum:  

   “Kayıp eşyanızı o kişilere arattırdığınızı farkettim. Yalnız, bunun için inançlarla ilgili bir alanda tartışma başlatmaya gerek var mıydı? Normal bir şekilde rica ederek yardım isteyebilirdiniz?”

   “Onları hiç tanımıyorum ki,” dedi adam. “Burada karşılaştık. Nasıl böyle bir istekte bulunabilirim? Hem, simkartımı bulmak için yardım etmeyi kabul etseler bile, fazla ciddiye almayacaklardı. Üstünkörü bakacaklardı yere. Kayıp olan herşeyimizi, Tanrı’yı arar gibi ararsak daha hızlı buluruz! Orada anlattıklarımda ciddiyim yani ben. Hep yukarıya bakıyoruz, yalan mı?”

   “Evet ama,” dedim, “İnsan medeniyeti yukarıya doğru inşaa edilmiş, o yüzden böyle oluyor belki. Binalar, ağaçlar…”

   “Aşağıda da tohumlar var,” dedi, “sonra binaların bodrum katları, su tesisatları… Yere bakınca onları göremememiz, orada olmadıkları anlamına gelmiyor.” 

   “O anlama gelmez tabii. Göremiyoruz da zaten. Belki bir kazı, tamirat çalışması olduğu gün…” (İyi bir konuşmacı olmadığımı söylemiştim sevgili okurlar.)

   “Ayrıca, yukarılara öyle anlamlı bir şekilde bakınca, havayı görüyorsunuz yalnızca. Daha ötesini, galaksileri filan gördüğünüzü mü zannediyorsunuz?” 

   Artık pilim bitmişti, buna cevap veremedim. Adam, açıkçası beni de etkilemişti! Eve dönerken, en azından oyalanırım diyerek hep yere baktım. Çalışan bir çakmak ve 1 lira buldum!

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.