33,9008$% 0.03
37,6352€% -0.04
44,6724£% -0.16
2.809,88%0,81
2.577,74%0,76
9.685,49%1,73
05 Ekim 2023 Perşembe
Kar, kış, kıyamet: Abdülkadir Tamer'den bir öykü
Kaleminin gücüyle ayakta kalan babam: Burhan Arpad
... Ve Zonguldak
Yer altında Romanlar ve Gebenler
"Göğü kucaklayıp getirdim sana, kokla açılırsın"
İçimdeki cinayet (Altıncı Bölüm-FİNAL)
Kel Hamza, Tenekeci Mahmut, Bekçi Bakır, Kazancı Bedih, Mukim Tahir ve niceleri… Kaşeleri yoktu; türküleri vardı… Çok söylediler, çok söylettiler. “Dağ Yatıları”ndan “Sıra Geceleri” demlerine kadar onların türküleri, hoyratları söylendi durdu. İçlerinden biri var ki bir dikili ağacı, bir mezar taşı bile olmadan bu dünyadan göçüp gitti: Mukim Tahir…
Bilenlerin çok iyi bildiği, bilmeyenlerin bilmesi gereken bir yaşam öyküsü aslında Mukim Tahir’in hayatı…
Yüzyılın başında doğar Mukim Tahir; hem de varlıklı bir ailenin oğlu olarak. Okuduğu türkülerle, hoyratlarıyla namı Urfa’da yayılır… Genç yaşta arazi anlaşmazlığı nedeniyle amcasını öldürünce 101 yıl ceza alır. Ekim 1933’te Cumhuriyet’in kuruluşunun 10. yılı nedeniyle çıkarılan aftan faydalanır… Hapishane günlerine karısını kaybetmenin acısı da eklenir. Elde avuçta ne varsa satar, sıfırı tüketir.
Türkiye’nin önemli folklor araştırmacısı Abuzer Akbıyık’ın anlatımına göre mesleği olmadığı için bir süre hamamcılık yapar, bir süre de dayısının fırınında çalışır. Bazı günler de dönemin gazinosu sayılan “Saz”larda türkü söyler… Alkolü bırakır; Tenekeci Mahmut ve Hacı Nuri Hafız ile ev ev dolaşıp mevlit okumaya gider. Halkevi saz ekibini de çalıştırarak halk konserleri verir. 1938 yılında ise Türk Halk Müziği Derlemecisi Muzaffer Sarısözen’le tanışır. Aralarında Karacaoğlan’ın “Gele gele geldik bir karataşa” türküsünün de olduğu hazine o günlerde Mukim Tahir sayesinde TRT kayıtlarına taşınır… İstanbul’a davet edilir; Sahibinin Sesi Plak için “Hüsnün senin ey dilber-i nadide kamer mi” gazelini ve “Elleri Pamuk” türküsünü okur. Beğenilir. “Ayağında Kundura” ve “Kapıyı Çalan Kimdir”le devam eder…
Muzaffer Sarısözen’in onu Ankara Radyosu’na davet ettiği günlerin birinde kadın görevli Mukim Tahir’e giyim kuşamından ötürü saygısızca davranır. Mukim Tahir kadına adını sorar. “Emine” yanıtını alınca da “Kırmızı kurdele kör olasın Emine, İndim derelerine, Bilmem nerelerine, Kaytan bıyıklarımı sürem nerelerine” dizelerini söyleyiverir. TRT binasında doğan, sonraki plakta okuduğu bu şarkı da bir süre sonra TRT repertuarına alınır…
Safahattan sefalete düşüş, Mukim Tahir’in kaldırabileceği bir yük değildir. Urfa’da kalmak istemez. O dönem demiryolu ihalesini yapmakta olan Urfalı Herrem Nuri, Mukim Tahir’i Zonguldak’a, şimdi Karabük’e bağlı Yenice’ye davet eder. Mukim Tahir “Bir daha dönmeyeceğim” diyerek Urfa’dan ayrılır. Çok kısa bir süre sonra rahatsızlanır, vefat eder. Mezar olmayan bir çukura gömülür; mezar kaybolur…
Urfalı Babi, Zeki Müren, Selda Bağcan ve nice isimlerin seslendirdiği; İbrahim Tatlıses’e ise şöhretin kapılarını açan Ayağında Kundura türküsünün sahibiydi Mukim Tahir… Eseri yüzyıllar sonra milyon dolarlara satılan ressamlar gibi, mezarının nerede olduğu bilinmeyen Mozart gibi, Mukim Tahir de 45 yaşında göçer bu diyardan. Hem de sessiz sedasız…
Son yıllarda Mukim Tahir için Zonguldak’ta, Yenice’de, Urfa’da çokça çalışma yapılır. Belediye başkanları, araştırmacılar, siyasiler konuya el atar. Ancak mezarın nerede olduğu bir türlü bulunamaz… Yazı sırasında görüştüğümüz Araştırmacı-Yazar İbrahim Kekeç, yaptığı uzun çalışmalar sonucu Mukim Tahir’in Yenice’deki Orman içi dekovil hattının yapımında çalıştığını, bu sırada rahatsızlanarak vefat ettiğini ve hattın geçtiği Güney Köyü’nde yolun kenarına defnedildiğini tanıklar ve bilgiler eşliğinde ortaya çıkarır.
Başlıkta Mozart dedik Mozart ile bitirelim.
İbrahim Kekeç şimdi yeni bir görevin arifesinde. Tıpkı St. Marx mezarlığındaki orijinal mezarı kaybolan Mozart’ın Viyana Merkez Mezarlığı’ndaki anıtsal mezarı gibi Yenice’de Mukim Tahir için bir anıt mezarın yapımı için girişimleri başlatmış… Karabük, Zonguldak ve Urfa üçgeninde yapılacak kültür etkinlikleri, akademik toplantılar için de gerekli destekler alınarak sac ayakları tamamlanmış.
Abuzer Akbıyık’ın dediği gibi; mezar taşı olan isimlerin bıraktığı değerlere bile ne kadar sahip çıktığımız tartışılır ama hiç değilse Mukim Tahir’e olan vefa borcu ödenmek üzere…
Sergen Yalçın; altyapıdan itibaren gözlem altındaydı. Bizim spor yazarı olarak tanıdığımız ekonomist Deniz Gökçe özel olarak Beşiktaş alt yapı maçlarını izlemeye gittiğini yazardı köşesinde. Sergen Yalçın, beklendi; beklendiğine değdi…
Rıdvan Dilmen; Muğla, Bolu ve Sarıyer… İsmini yavaş yavaş duyurdu; Sarıyer’den ayrılırken paylaşılamayan adam oldu. 1988-89’da Fenerbahçe 103 golle şampiyon olurken Rıdvan Dilmen o sezonun efsanesi oldu, Türkiye’nin en iyi sezon performanslarından birini yaşadı.
Arda Turan; Galatasaray altyapısı ve genç milli takımların yıldızıydı. 2004-05’te 2 resmi maç yapıp ertesi sezon Manisa’ya kiralandı. Namının tüm Türkiye’ye yayılması için Boleslav maçının santrası beklendi. Spektaküler futboluyla izleyenleri büyüledi.
Emre Belözoğlu, 1992 yılında gazetelere manşet oldu; vitrine çıkışı 1996-97 sezonunun son haftasında oldu.
Sergen Yalçın, Rıdvan Dilmen, Arda Turan, Emre Belözoğlu… Türk futbolunun sayısız yeteneklerinden sadece birkaçı. Oynadıkları dönemlerde özel seyircileri olan isimlerdi. Her birinin ayrı ayrı TOP dönemleri oldu ancak başlangıçları, çıkışları, etkisi, ülkede isimlerinin hızlı bir şekilde yayılması Okan gibi değildi… Okan; tıpkı şarkıcı Mirkelam’ın bir gecede patlaması gibi Türk futboluna bir anda giriverdi.
17 Mayıs 1992’de Galatasaray ligin son haftasında Bakırköyspor’u konuk etti. Avrupa’ya veda edilmiş; şampiyonluk halatı çoktan bırakılmıştı. Mustafa Denizli Galatasaray’dan ayrılırken son kıyağını yapıyor, Okan’ı 11’de sahaya dürüyordu. Okan, ligin son maçında ilk kez sahadaydı. Sezon içerisinde abisi Fuat nedeniyle sık sık gittiği Şenlikköy’de antrenman yaptığı büyüklerine 2 gol atmıştı. Türk medyası henüz onu tanımadığı, mevkisini bilmediği için “Galatasaray yeni Tanju’yu buldu” bile demişti….
Okan’ın o 2 golünden sonra Fenerbahçe’de dönemin futbol şube sorumlusu Aziz Yıldırım, Okan’ı Fenerbahçe’ye transfer etmek istedi. Sarı-lacivertli kulüpteki kongre süreci transfere engel oldu. Okan, A Genç Milli Takım’la şampiyon tamamlayacakları Avrupa Şampiyonası için Almanya’ya gidince Fenerbahçe defteri de açılmadan kapandı.
Okan, Avrupa Şampiyonası sonrası İstanbul’da ilk kez sahaya TSYD Kupası’ndaki Beşiktaş maçıyla çıktı. 2 gol attı, Galatasaray 3-2 kazandı. O günlerde, golleri değil çalımları, sürati, saçları hafızalara kazındı. Artık Tanju olmaktan sıyrılıp Rıdvan’a benzetilmeye başlandı. Hatta aynı Rıdvan’ın San Marino maçı öncesi “Bize gel” dediği bile iddaa edildi. Beşiktaş’ın yenilmezliğinin bittiği karşılaşmada Kadir Akbulut, Okan’ı sakatladı; Galatasaray Roma rövanşına Okan’sız çıkıp talihsiz biçimde elendi.
10 Şubat 1993… Türkiye Kupası yarı final ilk maçında Galatasaray-Trabzon ile karşı karşıyaydı. Maç 1-0 Galatasaray üstünlüğü ile devam ederken Trabzonspor’dan Soner Tolungüç’ün darbesiyle Okan yere serildi; Okan’ın ayağı kırıdı. Okan’ın TSYD maçlarında başlayan futbol şovu bir Trabzon maçıyla sona erdi. Türkiye Okan’a ağladı. O dönem var olan birkaç özel televizyonun ana haberlerinde Okan, gazetelerin manşetinde yine Okan…
Evet, Okan’lı günler çok hızlı başladı; çok çabuk bitti. Sonrası malum; Okan sakatlığı atlatıp 1994 yılında geri döndü. Oynaması değil ama eski ritmini yakalaması zaman aldı. Emre ve Suat’la birlikte unutulmaz üçlüler arasına girdi. 3 sezonluk Inter dönemi, sonrasında Beşiktaş transferi. Galatasaray’da son bir şampiyonluk ve o dönemki adıyla İstanbul Büyükşehir’de futbolculuğa veda.
Okan Buruk, 2011’de başladı antrenörlük deneyiminde 2013 yılında teknik adam sıfatı aldı. 6 kulüp takımında çalıştıktan sonra 2019 yılı Haziran ayında Başakşehir’e imza attı. O imza Türk Futbol Tarihi’nde yeni sayfalardan birini açtı; Başakşehir ligin altıncı büyüğü, Okan Buruk ise hem futbolcu hem de teknik adam olarak şampiyonluk yaşayan beşinci futbol adamı oldu.
1992’de Emrah Kayalıoğlu’na verdiği röportajda “Galatasaray’dan sonra İtalya’ya gitmek istiyorum” demişti. Sözünü tuttu. Şimdilerde yine dilinde Serie A, hedefinde İtalya olduğunu söylüyor. Şampiyonluğun kutlu, yolun açık olsun Okan Buruk…
Hiç o 1960’larda Sirkeci’den kalkan trenden, Almanya’ya giden ilk neslin Türkiye’de çok sevilen çocuklarından, torunlarından bir zafer hikayesi gibi bahsetmeyelim… Sıradan bir gurbetçi futbolcu olarak 1995 yılında İstanbul’a gelen; 25 yıl sonra da Fenerbahçe’nin başına geçen Erol Bulut’un çeyrek asırlık hikayesine kısa bir göz atalım…
1990’lı yılların ilk yarısında Türk hocalar, Almanya’da yerli oyuncu taraması yapmaz; gurbetçi topçular Türkiye’ye gelerek kendilerini göstermeye çalışırlardı. Birinci lig kulüplerinin kapısında sabahlayan gurbetçi oyunculara çokça tanıklık edilirdi. Şayet oyuncu kalburüstü bir takımın altyapısında ise milli takımlarda şans bulur, birkaç takımın takibine girerdi…
O şansı bulanlardan biri de Eintracht Frankfurt altyapısındaki Erol Bulut’tu. 1994 yılının Ümit Milli Takım hocası Erdoğan Arıca da ismi hafiften anılmaya başlayan Erol’u milli takıma davet etmişti.
Şans bu ya; Erol’un Letonya’ya karşı ilk milli maçında Münih’in iki yakasındaki Ercan Buyar ve Timur Yanyalı’yı takip etmek için Fenerbahçe’nin hocası Holger Osieck de maçın oynandığı Balıkesir’deydi. Kasım 1994’teki o karşılaşmayı ümitler 4-0 kazandı. Alman teknik adam; “Timur ve Ercan’ı değil, Erol’u çok beğendim” dedi… Bir hafta sonra da dönemin menajeri Yılmaz Yücetürk ile birlikte Frankfurt’a gitti. Transfer gerçekleşmedi, zira Erol’un takımıyla 3 yıllık kontratı vardı.
Erol’un ismi Osieck’in ağzından çıkınca kulüpler onu en az bir kez yokladı. Galatasaray formalı fotoğrafı basında yer aldı. Beşiktaş ile de adı anıldı. Hatta Daum, “Stuttgart’ın amatör takımındaki Tayfun’u almam ama Erol’u düşünebilirim” demişti. Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav da Erol’u izletmiş “Daha iki yılı var” denilince almaktan vazgeçmişti. Erol Bulut’u ilk keşfedenlerden Sinan Engin de o dönem çalıştığı Petrolofisi’ne tavsiye etmiş, yine Erol’un 3 yıllık mukavelesine takılmıştı.
1995 yılının Nisan ayında futbol şubesinden Selim Soydan’ın “olur” raporu sonrası Erol Bulut, Fenerbahçe’ye transfer oldu… Boliç, Högh, Tarık, Atkinson’lu yeni takımın yeni üyelerinden biri de artık Erol Bulut’tu…
Erol Bulut’un Türkiye günleriyle birlikte ecnebilerin coexistence yani birlikte yaşama ya da var olma dedikleri süreç başladı. Kader birliği yaptığı arkadaşı, bir diğer gurbetçi Tayfun Korkut ile adı hep anılıyordu. “Erol’la Tayfun”, o takımda “Uche ve Högh”, “Boliç ve Mustafa Özer”den sonra bir başka futbolcu tamlamasıydı. Aynı Tayfun, ilerleyen dönemde Erol Bulut ile Abdullah Avcı’nın sık sık bir araya gelmesinde de önemli rol oynayacaktı. Sonra Tarık’la gece alemlerine atıldı Erol. O dönem gazetelerde Brezilyalı teknik adam Carlos Alberto Parreira’nın sık sık Tarık ve Erol’a uyarı haberleri yazıyordu… Ve Erol Bulut’un spor sayfalarına taşan ilişkisi… O dönemin ünlü VJ’lerinden Gülman Somer’le birlikteliği hafta sonları magazin dergilerinde sıkça yer alıyordu.
4 yılda 117 kez Fenerbahçe forması giydikten ve bir kez şampiyonluk yaşadıktan sonra 1999 yılı Haziran ayında ayrıldı Fenerbahçe’den. Artık, Anadolu takımlarında dolaştıktan sonra futbolu bırakır gözüyle bakılıyordu. Panionios’la başlayan ve özellikle Olympiakos’ta zirve yapan Yunanistan deneyimi Erol Bulut’u diğer Almancılardan bir adım öne çıkardı.
2012 yılında Özcan Kızıltan’dan gelen telefon hayatını değiştirdi. Ajax’ın futbol okulunda kursa katılmaktan son anda vazgeçip Kartalspor’da yardımcı hoca olarak göreve başladı. Aynı Özcan Kızıltan ile Yeni Malatya’ya gitmesi de uzun sürmedi. Erol’un bir sonraki durağı ise Okan Buruk’un çalıştırdığı Elazığ’dı.
2005 yılında Atina’da tanıştığı, Tayfun Korkut aracılığıyla sık sık görüştüğü, yardımcı hocalık kariyerinde onu yönlendiren Abdullah Avcı, Erol’u bu kez Başakşehir teknik ekibine dahil etti. 3 yıl burada staj yaptı. 2017’de Yeni Malatya’yı tek başına devraldı. İki yıla yakın kaldığı Malatya’yı Avrupa kupalarına taşıdı. Alanya ile ligdeki olumlu işlerini kupada final oynatarak süsledi. Zaten bu süksesi de ona Fenerbahçe kapılarını açtı…
Yönetim böylesi bir kadro kurabileceğini kestirebilse Erol Bulut’u getirir miydi ya da Erol Bulut halihazırda şampiyonluk projesinin önemli bir parçası mı? Bu ayrı bir tartışma konusu ancak bilinen bir şey var ki şu anda Fenerbahçe’nin teknik direktörü Erol Bulut…
Futbolculuğundaki ilk Fenerbahçe döneminde 6 sezonluk hasrete şampiyonluk pasıyla katkı yapmıştı. Şimdi ise yine 6 sezondur zirveden uzak kalan sarı-lacivertlilerin rejisör koltuğunda. Cast hazır, mekan belli, kamera kayıtta. Bakalım filmin sonu nasıl bitecek?
“Bu ödülü; İnsan Hakları Derneği adına, Cumartesi Anneleri adına, magazine emek veren bütün insanlar adına, bu ödülü bütün Türkiye adına alıyorum. Bir de bir şey daha söyleyeceğim; önümüzdeki kasette Kürt asıllı olduğum için Kürtçe bir şarkı yapıyorum ve Kürtçe bir de klip çekiyorum. Ve bu klibi yayınlayacak yürekli insanların da olduğunu biliyorum. Yayınlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını da biliyorum…”
Çokça belgeselde, çokça kayıtlarda bu sözleri dinledik. Türkiye sınırları içerisinde Ahmet Kaya’ya ait hatırladığımız son sözler, bunlar oldu.
Kayınbiraderi Yusuf Hayaloğlu onun bu sözleri için “Masum bir türküydü sadece” dedi ama konuşması 1999 Türkiye’sine ağır geldi. Kaya belki de sempatik değildi. Belki de “Her doğru her yerde söylenmez” kuralını çiğnedi… “Politik şarkıcı” kimliğiyle tanındı ama hiçbir zaman “Urfalı” gibi “politik” olamadı. Aksine, Kürt kimliği ile tanınan İbrahim Tatlıses “Kürtçe sürecini” hep iyi yönetti… Yumuşak tabirle hep politik davrandı…
Nasıl mı?
1986’da İsveç’te verdiği bir konserde Kürtçe şarkı söylediği için hakim karşısına çıktı. Geri adım attı.
Bakanlar kurulunda Kürtçe’nin serbest bırakılması ile ilgili konu görüşüldükten saatler sonra Maksim’deki gecesinde Kürtçe şarkı bile söyledi. Ses edilmedi…
Vur Gitsin Beni Albümü’nde sessiz sedasız iki Kürtçe şarkı okudu. Bandrol krizi yaşandı. Kaset önce toplatıldı. Tatlıses devlete yakındı, kriz aşıldı.
Kasım 1993’te “Gerekirse arabuluculuğa hazırım” dedi. Susturuldu. O da daha sonra ses etmedi.
“Kürtçe kaset yapsam 3 milyon satar” dedi. “Kürtçe bilmeyen pişman olacak” dedi… Öcalan onun için “Bizim toprağın çocuğudur” dese bile Tatlıses verdiği röportajlarda belki kaale alınmadı; belki tüm sözlerinin önüne, ardına bir çiğ köfte esprisi patlattı, gülündü geçildi.
Ahmet Kaya 1991 yılında Tele On’da çıktığı “Elma” programda izleyicinin sorduğu “Yabancı dil biliyor musunuz?” Sorusuna “Türkçe” yanıtını verdiğinde ilk uyarıyı almıştı aslında… İkinci sözleri onunla vedamızının başlangıcı oldu. 1999’daki MGD Gecesi’ndeki konuşmaları o gün için sertti, sempatik değildi. O sözler sonunu hazırladı. Kısacası; “politik şarkıcı” olarak anıldı, ama hiçbir zaman “politik” olamadı.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.