Derya Sayın’ı anıyoruz!


Mizah dünyamızın en renkli ve sevilen çizerlerinden Derya Sayın’ı tam 5 yıl önce yitirmiştik. Sevgili Derya’yı yakın arkadaşı Hüseyin Işık’ın 2019 yılında düzenlenen “Derya Sayın Sergisi” için kaleme aldığı yazıyla anıyoruz.

BİR ÇİZGİ DERVİŞİ DERYA SAYIN

Sanatçı öldükten sonra onun ne kadar değerli ne kadar önemli biri olduğunu söylemenin çok fazla kıymeti yok. Aslolan Derya Sayın gibi sanatçıların yaşarken değerlerinin bilinmesiydi. En azından bu tür sanatçıların, sıkıntısız bir şekilde özgürce üretebilecekleri ortamın hazır edilmesiydi. Maalesef bu mümkün olmadı. 

Bazı insanların doğal tılsımları vardır. Derya Sayın da bunlardan biriydi. Girdiği her ortamda kendisini sevdirirdi. Bundan bazen kendisi sıkılsa da bu onun doğasında vardı. Yayın Grafiği dersi asistanımız Berna Hanım, teyzemin kızı Sultan Abla, annem ve Karadenizli komşularımı birleştiren Derya’nın bu tılsımıydı ve hepsi Derya’nın ne kadar efendi, sevimli çok hoş ve güzel bir insan olduğu konusunda hemfikirdi.

Vahşi bir mezbeleliğin berbat ve korkunç kargaşasından, karikatürü böylesine soylu bir karaktere büründüren kaç çizer kaldı ki bu dünyada? Derya Sayın’ın işlerindeki sanat direncinin akıl ötesi tılsımını, dikkatli izleyici hemen fark edecektir. Onun çizdiği karikatürler sadece geçen ve bu yüzyılın Türkiye’sinin tomografisi değil aynı zamanda yaşadığımız, yerküresi dediğimiz, bu bataklığın da bir resmidir.

Derya Sayın çizginin dayanılmaz hafifliğine, kendi deyimiyle genç biri olarak girdiği Tatbiki Güzel Sanatlar’da başlamış. Çünkü, sınıf arkadaşlarının çoğu meşhur Gırgır dergisi çalışanlarıymış. Sonrası malum, Oğuz Aral’ın meşhur “Pazartesi Dersleri”, ardından Gırgır dergisinde çizgilerinin yayınlanmasıyla profesyonel çizerliğe adım atması. Bu onu Türk Karikatürünün yeni ve güzel bir rengi yapmasına yetmiştir.

Derya Sayın konularını, kendi yaşadıklarından, çevresinden alır ve onları kendi masalsı dünyasının öğeleriyle süsler. Bunların içinde her şey vardır, denizden çıkan sardalye konservesi sürüleri, örgü ören deniz kızları, tepelere çıkıp koç ve boğaları salan Zodyak dedeler… Derya’nın dünyasında kimi kendini şehirlerarası otobüs zanneder, kimi de otobüste oturan psikiyatrist. Çok renkli bir o kadar da acımasız dünyanın mizahını Derya tarama ucunu çini mürekkebine banarak, siyah beyaz, bazen de renkli olarak bize sundu. Küçük insanları büyük düşüncelerle süsleyerek çizdi, sivri zekâsıyla çevresinde gördüklerini harmanladı durdu. Sevdiği ne varsa onun konusuydu. Örneğin Karadeniz pidesini çok severdi. Biz ne zaman Derya’yı moralsiz görsek “Hadi gidip bir yerlerde pide yiyelim” lafı yeterdi onun moralini yerine getirmeye… İyi Karadeniz pidesi uzayda bile olsa gidip bulurdu.

Harita metot defterli lise yıllarımız, sınav korkularımız, hepsi Derya’nın karikatürlerinde yerini bulur. Devasa bir T harfi bu Türkiye haritasındaki Türkiye’nin T harfidir ve bir sonraki harf 275 km sonradır. Yaşadığımız saçma sapan eğitim sistemine verilmiş absürt cevaplar dizisidir bu çizimler. 

Zamanın moda ve aktüel olan konularına da ister istemez bulaşan Derya, (haftalık bir dergide ya da günlük bir gazetede çalışıp da bu konulara bulaşmamak o dönemlerde mümkün değildi) bu konularda da çok güzel örnekler vermiştir. Kimi zaman bir futbolcuya, bir televizyon ya da sinema oyuncusuna ama daha çok da yazarlara, entelektüellere karikatürlerinde rol verirdi. Okuyucu bilmez tabi, karikatürlerinde çizdiği tipleri bazen yakalarız” Aa bu Mehmet değil mi? Bak burada Hülya’yı çizmiş” diye… ne kadar doğrudur bu hiç bilinmez. Onların hepsi Derya Sayın’ın giz defterine not edilmiştir. Her şeyden önce, “Derya Sayın karikatüründen” bahsedecek olursak, onu ele veren en büyük özellik, bir tepeden şehre bakan insanların düşündükleri ve söyledikleridir.

Öğrencilik yıllarımızda Derya ile dere tepe İstanbul’u dolaştığımız zamanlardı. Yorulduğumuzda mola verdiğimiz yerler, genellikle Boğaz’a hâkim tepelerde bulduğumuz çay bahçeleri ya da kahveleriydi. Buralar bazen Kuzguncuk`un tepeleri ya da Rumeli Kavağı, Telli Baba gibi yerler olurdu. Boğaz’ı kuşbakışı seyrettiğimiz bu tepelerde çaylarımızı yudumlarken her şeye bir laf atıp, kulp uydururduk. Hele büyük bir Sovyet tankeri geçtiğinde, bu gemiyle ilgili düşüncelerimiz, bilim kurgu sınırlarını aşıp başka bir hal alırdı.

Derya’nın asıl felsefesi, bu şehre uzak ve hâkim bir tepeden bakışta yatar. Uzakta yüzlerce ev, binlerce pencere ve bir o kadar çok hayat. İste bu hayatlar ilgilendirir sanatçımızı. Onlar üzerinden varsayımlar yapar ki çoğu doğrudur. Bazen şehirler bir transatlantiğe dönüşür, buna uygun olarak boğaza hâkim bir tepeden bakan figürün varsayımsal düşüncesi de bu duruma adapte olur.

Zamanla, Derya’ya şehre hâkim bir tepeden bakmak yeterli gelmedi. Şimdi konuları daha globaldir. Uzay boşluğunda, ıssız adaya benzeyen bir gezegenden, yaşlı dünyamıza bakışlar fırlatılır. Uzaydan Türkiye’de garip gözükür. Bazen o boşluğun içinden birinin sesini duyarız, “Arkadaş olabilir miyiz?” başkası cevap verir, “Başka sansımız mı var?”

Derya kalabalıkları çizmeyi severdi, içine de sadece çok dikkatli gözlerin fark edebileceği detayları işlerdi. Kompozisyonu ne kadar kalabalık olursa olsun mutlaka bir yalnızlık vardı. Bu Derya’nın kendi seçimi, kendi yalnızlığıydı. “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar” şarkısını kendi hayatına uyarlamıştı. O da bu kâinatta bir yıldız gibi parlak ve yalnızdı. Arkadaşları vardı ve hepsi kendi seçimiydi ve hepsi de söz birliği etmişçesine “Derya’nın en yakın arkadaşı bendim, bütün sırlarını benimle paylaşırdı” der. Doğrudur Derya Sayın’ın herkesle paylaştığı kişiye özel bir sırrı vardır ve bunu öyle bir incelikle yapardı ki başkalarının haberi bile olmazdı.

Sanat eğitimine ve karikatüre başladığı yıllar, Türkiye’nin en karanlık dönemi olan baskıcı 12 Eylül rejiminin iş başında olduğu, nerdeyse nefes almanın bile yasaklandığı bir dönemdi. O yıllar sık sık Sarıyer tepelerinde, babamın yaptığı gecekonduda kalırdık. Derya elinde gitarıyla gelirdi. Kiraz ve erik ağacı dallarına, dayımın Metris cezaevinden yapıp bize gönderdiği has ipekten dokunmuş hamağa binip sabahlara kadar şarkı söyleyip muhabbet ederdik. Karikatüre başladığı zaman, bu baskıcı rejimin bütün zorbalıklarına rağmen sanatını, hiç başını eğmeden icra etti ve savunmasız insanların ruhunun silahı oldu. Derya gibi barışsever, huzur sever bir insanın bu silaha sarılması, eleştiri oklarını, acımasızca gördüğü her yamukluğa batırması onun ancak doğal savunma mekanizması ile açıklanabilir.

Kimseye zararı dokunmayan bu çağdaş mizahçımız, zamane dervişimiz aslında dışardan gelecek darbelere karşı kendini korumaya almıştı ve üzerinde kimsenin fark etmediği zırhlar taşırdı ve belki de dünyanın en kırılgan yüreğine sahipti. Mizah dünyasında ve çalıştığı yayın basın organlarından hiçbir zaman emeğinin gerçek karşılığını alamadı. Başkalarının emeği ve hakları için ölesiye uğraşan sanatçımız kendi hakkı için tek bir laf bile etmedi ve hiçbir zaman yükselmek için başkalarını ezip üstünden geçmedi. İçinde bulunduğu olumsuz koşulları bir nebze düzeltebilmek için başka arayışlara yöneldi, suluboya resimler, portreler yaptı. Okulda öğrendiğimiz, eline hangi malzeme geçerse onunla çiz şiarını (Bu bazen bir kibrit çöpü, bazen bir sonbahar yaprağı olabilirdi). Eline hangi malzeme geçtiyse hepsini hakkını vererek kullandı.

Hayatının en verimli geçmesi gereken zamanı, yokluk ve hastalıkla boğuşarak geçiren ve aramızdan çok vakitsiz ayrılan Derya Sayın’ın anısına bu sergiyi hazırladık.  Tabii ki hiçbir sanatçı bir sergiyle, bir kitapla özetlenemez. Hele ki Derya Sayın hiç, ama illaki bir özet gerekirse Derya Sayın insandır.

O artık kendi yolundan giderek, kendi güneşine ulaştı ve artık iyiden de kurtuldu, kötüden de.

Hüseyin Işık, 20 Ekim 2019, Viyana

[zombify_post]


Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir