DOLAR

33,9008$% 0.03

EURO

37,6352% -0.04

STERLİN

44,6724£% -0.16

GRAM ALTIN

2.809,88%0,81

ONS

2.577,74%0,76

BİST100

9.685,49%1,73

Öğle Vakti a 13:05
İstanbul AÇIK 27°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Bit pazarının Oz Büyücüsü…

ad826x90
ad826x90
ad826x90

   geçen gün mutfakta bişilerle uğraşıyorum… salondan da o an açık olan ntv ‘gece-gündüz’den sunucunun sesi geliyor… bit pazarına rahmet yağdı tarzında bir haberi okuyor… bilmem neyin yaptığı araştırmaya göre, pandemi nedeniyle küresel anlamda bir çok film projesi ertelenirken, seyirci tercihleri açısından eski filmlere ilgide bir patlama yaşanmış… tersi ne olabilirdi ki… salakça bir tesbit… ama esas ilgimi çeken, o filmlerin ilk sırasında ‘oz büyücüsü’nün olmasıydı… nefistir tek kelimeyle, hiç bir itirazım yok… hele de benim dahil olduğum jenerasyonun aklına geldiği an, yüzlere hafif bir tebessüm konduran filmdir… ama eski film kardeşim, çok eski… sonrasında onlarca muhteşem film çekildi ayrıca… milletin bu ilginç teveccühü -şaşırtıcı bir bilgi olarak- hafızamdaki yerini aldı böylece… şimdi hangileri hatırlamıyorum ama ikinci ve üçüncü sırada ise daha akla yatkın filmlerin adı geçiyordu… haberi sağlıklı dinleyemedim velhasılı… ‘amaaaan, sonra bakarım detaylarına, belki bir yerde de işime yarar bu datalar’ deyip geçiştirdim, sonra da unuttum… eeee şimdi bu yazıda kullanayım dedim… gugıl’da dakikalarca dolaşsam da, böyle bir araştırmaya rastlayamadım… takip etmeye çalışıyorum, yeni filmler çıkıyor piyasaya… ama her ne kadar ikibinyirmi yılı üretimi gibi görünseler de hemen hemen hepsi -en azından çekim süreci- pandemiden önce tamamlanmış filmler… haliyle sektör tekrar hareketlenene kadar ben de bit pazarına dikeceğim gözlerimi… yazacak tonlarca film var… ama ben aylarca, yıllarca bir kenarda beklettiğim ve ilk defa seyrettiğim filmleri yazmaya niyetliyim… 

ad826x90

   ilki, cesc gay'in senaryosunu tomàs aragay ile beraber yazdıktan sonra yönetmen koltuğuna oturduğu 'truman'... diğeri ise, senaryosu nissar modi ile robert c. o'brien'a ait, craig zobel'in yönettiği 'z for zachariah'... her iki film de ikibinonbeş yılı yapımı...

   truman, arjantin sinemasının hayli önemli ismi ricardo darín ile yine ispanya sinemasının önde gelen oyuncularından javier cámara'yı yanyana getiriyor... gay, bu oyuncu tercihiyle çok güçlü iki lokomotifi olan bir tren yaratmış sanki... güçlü ve yolda kalması neredeyse imkansız... bu arada, darin ve cámara performanslarıyla san sebastian film festivali'nde en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanırken, filmin yine bu iki ismin de dahil olduğu beş kategoride goya ödülleri var... daha önce seyretmediyseniz, hem darín'in hem de cámara'nın rol aldığı filmleri hararetle öneririm...

ad826x90

   kanada'da yaşayan profesör tomas (cámara), bir gün evden çıkar ve yıllar önce terkettiği ispanya'ya, madrid'e doğru yola koyulur... vardığında çaldığı kapı çocukluk arkadaşı tiyatro oyuncusu julián'ın (darin) kapısıdır... biraz kırıcı bir ayrılıktan yıllarca sonra biraraya gelmelerinin nedeni ise, julián'ın kanserinin son evresine girmesidir... böyle bir konu üzerine kurulan filmin, buruk, insanı aşağı çeken bir iş olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz... her karesiyle insana, ilişkilere ve hayata dokunan bir film ama bir çok yerinde de tebessüm ettiriyor... oldukça başarılı bir aktör olmasına karşın, pervasız, çapkın, alkol ve madde düşkünü, cebindeki paralar da dahil olmak üzere karısını, çocuğunu, evliliğini har vurup harman savuran julián artık ölümle burun burunadır ve hayat ona 'bari giderayak biraz ciddi ol' demiştir... o da, özellikle eski dostu tomas'ın desteğiyle buna girişir... tamam, gitmeden bir şeyleri yoluna sokmak iyi güzel de, son yıllarda hemen hemen herşeyini paylaştığı köpeği yaşlı truman n'olucaktır... öyle ki, truman'ın geleceği julián'ı amsterdam'da okuyan oğlu nico'nun geleceğinden daha çok endişelendirir... elbette bu endişeye saygı duyuyorum ama julián zaman zaman bunu o kadar abartıyor ki, filmi seyrederken kendimi tutamayıp, 'eyy julián kardeş... yat kalk da dua et, bu ülkede yaşamıyorsun... bu coğrafyada her yıl binlerce köpek terkediliyor... onu da geçtim, beceriliyor... hatta onu da geçtim katlediliyor... teheheeeeyyyy, sen neden bahsediyorsun beee...' diye nara attım valla... şimdi, 'iyi de burada truman'ın günahı ne' demiyorsunuzdur umarım... tabii ki bir günahı yok... ama -siz de julián gibi ıskalamayın lütfen- nico'nun da günahı yok... hıyar herif, kalkıp günü birlik amsterdam'a uçup oğluna doğumgünü sürprizi yapıyor... hem de tomas'ın parasıyla... çocuğu harcamışsın, hayatı, yaşadıkları hakkın en ufak bir fikrin yok, hiç bir zaman da olmamış, sonra giderayak, 'sürppriiiizzz... hepi börtdeeeeyyy...' diye çıkıveriyorsun çocuğun karşısına... ama öte yandan truman'a n'olucak diye kıvranıyorsun... yok, öyle olmuyor bu işler azizim...

ad826x90

   belirtmiştim, film hayata, insanlara, ilişkilere dair çok hoş ayrıntılar içeriyor... restoranda karşılaşıp da görmemezlikten gelen bir başka aktörün masasına julián'ın ölümcül/yok edici sortisi, çok az zamanı kaldığını öğrendiği an, sahnelenen oyunun başrolünü oynamasına rağmen julián'ı anında kapının önüne koyan tiyatro sahibi... kısacası, julián'ın giderayak hayatla, tomas'ın ise geçmişiyle yüzleştiği sıkı bir film, 'truman'... haaa, spoiler vermiş gibi olmayayım ama finalde truman kalan ömrünü en mutlu şekilde geçireceği bir yuva buluyor, merak etmeyin... ya da edin ve seyretmediyseniz seyredin... 

   gelelim, z for zachariah'a... 

   seyretmeden önce filmin kadrosuna baktım, üç kişi... yahu figürasyon da mı yok deyip başladım seyretmeye... yok valla... velhasılı film bitti, dördüncü bir kelle göremedim... chiwetel ejiofor, margot robbie ve chris pine... kadro, hepi topu bu... filmin seti de allahın dağında... yani tam pandemi projesi... sesçisi, ışıkçısı falanı filanı yirmi kişi mi.. tamam... al hepsini karantinaya... onbeş gün sonra da bütün ekipmanı, yiyeceği-içeceği, karavanları filan organize et, bas git dağın tepesine paşa paşa çek filmini... şu senaristler ne iş yapar yahu... baktın pandemiye girildi, sektör çatala gelmiş, klaketler örümcek ağı bağlamış, otur yaz hemen böyle bir senaryo, tencere kaynasın, milyonlar da iyi-kötü yeni film seyretsin...

   neyse, filme dönelim... bittiğinde iyi mi kötü mü bir karar veremediğimi itiraf etmeliyim... yani bomboş bir film değil... en azından bu üç isim hiç kasmadıkları performanslarıyla kurtarıyor zaten filmi... her yıl yüzlercesi çekilen felaket filmlerinden... nükleer savaş sonrası neredeyse tüm insanlığın yokolduğu, radyasyonun yeryüzünü sardığı bir belirsiz zaman filmi... buna karşın, radyasyonsuz bir dağın yamacında tek başına yaşayan genç bir kadın, yani ann, yani margot robbie... yoo yalnız diil, köpeği de var... yoksa iyice kafayı yerdi... ve bir anda ortaya çıkan bir adam... john yani, yani chiwetel ejiofor... nasıl olmuşsa o felaketten kurtulmuş bir mühendis... karşılıklı şüphe-güven eşikleri aşıldıktan sonra başlayan ortak bir hayat... reel sorunlara çözüm arayışları... çünkü elektrikleri yok... mevcut jeneratör onarılamayacak şekilde bozulmuş... ama adam mühendis ya, hemen çözüm üretip, 'yakındaki şelaleye bir değirmen yapar elde ettiğimiz elektriği eve taşırız' diyor... iyi de bakıyorlar ki, değirmen yapmak için kullanabilecekleri tek malzeme ann'in rahip babasının elcağızlarıyla yaptığı küçük ahşap kilise... john, 'hadi yıkıp işe koyulalım' dese de, tepeden tırnağa dini öğretilerle yoğurulmuş ann, 'yıktırmam valla, babam elleriyle yaptı, hem o bir kilise' diye caz yapıyor... john, 'kızım saçmalama, hayatta devamlılık esastır, bak evde elekrik olucaak, buzdolabı çalışacak, geceleri fener yakmıycaaz, yedirtme babanın kilisesini' dediyse de, ann, nuh diyor peygamber demiyor, 'illa da isa' deyip duruyor... bir de o sırada ortaya maden kaçkını, defileye giderken yolunu şaşırmış manken kılıklı caleb, yani chris pine çıkmasın mı... işe bak, kız yıllarca tek başına yaşasın, sonra allahın dağı bir anda otobana dönsün... uzatmayayım, siz kurgulayın artık gerisini ya da oturup seyredin... dağın başında genç bir kadın ve skati ışınlamışcasına bir anda ortaya çıkan iki erkek... ama beğenmezseniz, arkamdan saydırmak yok, ona göre...

ad826x90

   son olarak, beni hayalkırıklığına uğrattığınızı belirtmeliyim... yutubda esmeray'ın ve jesahel’in tıklanma sayıları olduğu gibi duruyor...bakmadığımı sanıyordunuz di mi... oysa her sabah kalkar kalkmaz ilk işim o... aşkolsun sizlere...

Comments

comments

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

Kendi kurtarıcın olamazsan gülümsemenin katili olursun

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

Araç çubuğuna atla