35,4556$% -0.03
36,5553€% -0.01
43,3674£% -0.19
3.079,94%0,20
2.703,48%0,28
9.784,98%0,46
sifiliz, frenginin tıptaki adı… nörosifiliz ise, treponema pallidum denen bakterinin neden olduğu bir tür beyin ve omurilik enfeksiyonu… tedavi edilmeyen sifiliz hastalarında on ila yirmi yıl sonra bir anda pörtleyen ve semptomlarını davranış bozukluğu, kişilik değişimi, manik krizler ve demans gibi farklı durumlarda sergileyen bir illet… josh trank’in senaryosunu yazıp yönettiği ‘capone’, kendisinden daha akıllı, başarılı ve organizyon becerisine sahip bir çok isme rağmen amerika tarihinin en ünlü mafya lideri albert francis capone’un nörosifiliz’li son yıllarını konu alan bir film… zira capone, onbeş yaşında frengiye yakalanıp tedavi olsa da, hastalığın bedelini yıllar sonra ödeyen bir figür… kalabalık italyan bir ailede katı katolik öğretilerle yetiştirilen capone, aslında tam da ‘yetiştirilememiş’ bir çocuktur… zeki, hırçın, gözükara… ve bence biraz da komik… arka planda bindokuzyüzyirmidokuz ekonomik bunalımının gıpgri koşullarında kendi yolunu bulmaya çalışan bir velet… komik, çünkü o günleri şöyle anlatır;
‘çocukken her akşam yatmadan önce ve aklıma geldiği her an tanrıya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. bir gün tanrının çalışma tarzının bu olmadığını anladım. ertesi gün gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce tanrıya günahlarımı affetmesi için dua ettim…’
capone, gece kulübü benzeri mafyatik ortamlarda getir-götür türü ayak işlerinden, badigardlığa, tahsilatçılığa dek bir çok işe girerek pişer… bu arada, zaten beraberinde her türlü fırsatları da getiren ekonomik kriz, tüm kıtayı kapsayan içki yasağı üzerinden genç capone’a tahmin edilemez olanaklar sunar… bilen bilir, zaten bilmeyenler için anlatıyorum, çaylak capone bir süre devre dışı kalan chicago’nun önemli mafya babalarından johnny torrio’nun makamına vekaleten oturur… ve sonra giderek büyür, büyür, büyür…
neyse, filmin konusu bu diil… film, al capone’un neredeyse yedi yıllık chicago hükümramlığında yediği bir çok halta, verdiği cinayet emirlerine, hatta bizzat şahsi infazlarına, yasadışı bütün işlerine yönelik tüm mevzuulardan zekice sıyrılırken, paçayı üfürükten bir vergi mevzusunda kaptırmasının sonrasını anlatıyor… kolay diil, o kadar iyi bir tezgah kurmuşsun ki, can alıyorsun, para aklıyorsun, kaçak içki satıyorsun, kafana esiyor rakip çetelere dalıyorsun ve hiç biri kanıtlanamıyor… yani fbi’da bin kişi çalışıyorsa, bunun yüzü-yüzellisi seni gece gündüz izliyor ve ortaya tek bir kanıt koyamıyor… her iki taraf için de delirtici bir durum olmalı… yani, bir taraf hazdan delirirken, diğeri salak kafalarını betona vurmaktan delirmiş olmalı… neyse, uzatmayıp tarihsel gerçekler üzerinden ilerleyelim, hayatında sadece bir kere, o da ruhsatsız silah taşımaktan ondokuz yaşındayken sekiz ay hapis cezasına çarptırılan ve üzerinde daima ‘ikinci el mobilya satıcısı’ yazılı kartvizit taşıyan al capone, bindokuzyüzotuzbir’de vergi kaçakçılığından hapse girer… bu, aynı zaman da sonun başlangıcıdır… bindokuzyüzotuziki’de onbir yıl hapis cezasına çarptırılan capone, sırasıyla atalanta, lincoln ve nihayetinde ünlü alkatraz hapishanesi’ni şereflendirir…
o deli, gözükara herif gitmiş yerine necefli maşrapa gibi bişi gelmiştir
bizim film de buradan itibaren başlıyor zaten… capone, yaklaşık on yıl sonra cezaevinden sağlık nedenleriyle serbest bırakılır… iyi de artık, o deli, gözükara herif gitmiş yerine necefli maşrapa gibi bişi gelmiştir… o korkutucu figürden sonra, ortaya çıkan bu ‘dümbük’ hali gerçekten hüzün veriyor insana… filmi seyrederken sürekli düşündüm, adamı bu hale getiren nörosifiliz mi, yoksa hiç ama hiç ihtimal vermediği bir yerden ketenpereye gelmeyi sindirememesi mi… yanıtını bilemem ama bunun capone’u hayli yıprattığı ortada… sanrılar, hayal görmeler, kabuslar, ağızdan akan salyalar… berbat bir durum yani.. hatta daha ileri gideyim mi… yatakta yatarken, masada otururken altına sıçmalar… berbat, çok berbat… capone neden bu hale geldi, tartışılır… adam henüz kırk yaşında yahu… ölümüne daha yedi yıl var ve bitik durumda… sadece ve sadece iowa’dan gelen ‘templeton rye’ viski ile özel üretim küba puroları içen o adamı, puro yerine havuç emerken görmek üzücü… ve o on milyon dolar… zamanında bir yerlere zulaladığı… fbi dinlemelerine düşen… düşünsenize o tarihte on milyon dolar nasıl abuk bir para… fbi dahil bütün millet de, yerini hatırlamadığı bu paranın peşinde…
biraz capone'a benzesin yahu
biraz da capone'u oynayan tom hardy'den bahsetmek gerek... çok sevdiğim bir aktör... mad max-fury road, legend, child 44... neredeyse adı geçen her işini seyrettim... bence lawless'da çok daha iyiydi... ama özellikle bronson, belki de çoğunuzun seyretmediği bir erken dönem işi olan bronson'da çok çok daha iyiydi... ama ilk defa bu filminde rahatsız oldum... nedeni ne bilemem ama tom hardy olmadığı kesin... kardeşim daha geçen yıl scorsese'nin 'the irishman'inde de niro'yu, pacino'yu hatta hatta pesci'yi özel efektlerle neredeyse tiineycır haline getirmediniz mi... ee... şimdi de tom hardy'e yapın bunu... yani biraz capone'a benzesin adamcağız yahu... çünkü film boyunca karşımda capone diil hardy vardı... tanrım, makyaja o kadar özen gösterilmiş ki... capone'un tartakladığı bir kadının abisi tarafından yüzünün sol tarafına atılan üç bıçak yarası hardy'nin gerçek façasıymış gibiydi... bir de adamın gözleri sürekli kanlı... bu, nörosifiliz'in etkilerinden kaynaklanan bişi mi bilmiyorum... biraz araştırdım, capone'un son dönemlerine ait tek tük fotoğrafı var... hani filmde, yakaladığı balığı oltadan kapan timsahı tüfekle öldürdüğü sembolik sahneyi yansıtan günlerine ait... ama o fotoğraflarında bile gözleri kanlı diil sanki...
velhasılı kelam, capone ilginç bir karakter... başta fbi ve rakip çeteler olmak üzere bütün millete kök söktürmüş bir herif... ama tüm zeka pırıltısına rağmen kıytırık bir vergi mevzusundan çuvallaması hayli ironik... düşünüyorum da, adamcağız kendisinden on yıllarca sonra çok çok uzak bir coğrafyada bir takım müteahhit bozması heriflerin devlete trilyonluk vergi borcu taktığını, o borçlarının sıfırlandığını, 'o halde bu milletin .mına koymaya devam edelim' demelerinin yeni kaymak ihalelerle ödüllendirildiğini bilse mezarında ters dönerdi... eminim...
capone, çok önereceğim bir film diil anlayacağınız üzere... benim gibi tom hardy meraklısı bir herifseniz, o başka tabii... ama madem mafya muhabbetine girdik, seyretmeyen ya da haberi olmayanlar için daha haysiyetli dizi projesi 'godfather of harlem' hakkında iki kelam daha etmek isterim...
öleceğini anladığı an kuyruğunu feda eden kertenkele
amerika mafya tarihinde, sicilya odaklı italyan aileleri dışında onlar kadar güçlü, onlar kadar zeki, zalim ve onlar kadar borusunu öttüren 'zenci' bir mafya lideri varmış meğer... bildiklerim, her zaman zencilerin torbacı ya da ispiyoncu oldukları yönündeydi... bu arada, şu 'zenci', 'siyahi' geyiği beni sıkıyor ayrıca... 'zenci' derken siyahi insanları aşağılamıyorum sonuçta... o nedenle zenci demeye devam edeyim...
'bumpy'ce... yani zekice...
dizi, bindokuzyüzaltmışlı yılların harlem-new york'un da geçiyor... işbirliği yaptığı italyan mafyasını içeride kaldığı onbir yıl boyunca satmayan zenci mafya lideri bumpy johnson nihayet hapisten çıkıp özgür kalıyor... ama ilk gördüğü, italyanların onu sattığı ve yokluğunda hükümran olduğu alanlara çöktükleri... ama kendi coğrafyasını geri kazanmak, bunun için sert italya ailelerine kafa tutmak kolay bişi diil, malumunuz... ancak bumpy hayli zeki bir adam... ve zekası doğrultusunda bu savaşa giriyor... savaşa dediysem öyle vurdulu-kırdılı diil tabii ki... 'bumpy'ce... yani zekice... belirttim, böyle bir figürden daha önce haberim yoktu, bu dizi sayesinde öğrendim... bumpy, bir manevra uzmanı... hayatını kaybedeceğini anladığı anda kuyruğunu feda eden bir kertenkele gibi... karşısında beş güçlü aileden oluşan local bir 'cosa nostra' var ve adam her saniye hepsiyle başettiği gibi, hepsine sürekli ot yoldurtuyor...
forest whitaker, bumpy johnson rolünde hayli başarılı... dizi, klasik olarak bizi 'mafya filmlerinin gedikli ve unutulmaz' adamlarıyla da buluşturuyor... bunlardan biri joe bonanno'yu canlandıran chazz palminteri (-ki, kendisini özellikle usual suspect'te baş köşeme koymuştum) ve frank costello'yu oynayan paul sorvino... yaşlanmışlar... ama umarım daha çoook çok işlerini seyrederiz... filmin bir diğer karakteri ise congressman powell'ı canlandıran giancarlo esposito... o'na daha fazla ne kadar övgü düzebilirim ki... o derece karaktersiz bir karakter daha iyi nasıl yorumlanabilir ki... ve son olarak, vincent d'onofrio... dizinin ana karakterlerinden vincent 'chin' gigante rolünde... 'full metal jacket'in er pyle'ı... o kadar yıllanmış, o kadar oturmuş ki oyunculuğunu ve de o kadar özlemişim ki...
din+siyaset+güç =faşizm odaklı emperyalizm
dizi gerçek olaylar, karakterler çevresinde dönüyor... daha bahsetmediğim bir çok isim var, malcolm x, casius clay (muhammed ali yani), elijah muhammed... hepsi reel ve tarihe geçmiş, iz bırakmış figürler... bir çok konuda hafif ve gevşek bulduğum, yani 'burasını daha iyi deşebilirdi' dediğim dizide bu isimler önemli rol oynuyor aslında... ırkçılık, ayrımcılık, emperyal zihniyet ve en çok önemsediğim denklem... din+siyaset+güç =faşizm odaklı emperyalizm... tabii ki konuyu buraya getirmek gibi derdim yok... ama seyrettiğinizde dizi ister istemez sizi bu noktaya getiriyor... içi boş dini söylemler ve buna inanan, hatta eyleme geçen güruhlar, nemalanan, muktedirle cilveleşen dini liderler, çıkarı için kendi çocuğunu boğmaktan saniye kaçınmayan sermaye grubu... hepsi de bu lanet olası egemen sisteme dair...
Öksüz kalan balkon bahçem
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.