34,7564$% 0.1
36,5338€% 0.1
44,0367£% 0.19
2.951,72%0,29
2.641,69%0,18
9.681,11%0,30
Her şey o rüyayla başladı. Çok korktum ve aniden uyandım. Düşündüm. İşin içinden çıkamadım. Önce bir pişmanlık kapladı içimi rüyadan uyandığım için sonra mecburen unuttum gitti. Unuttuğumu sanmışım. Bugün de hâlâ bu rüyayı anlatır pişmanlığımı içimde saklarım… Her şey o kedinin rüyama girmesiyle başladı; diyorum ya çok korkmuştum…
Kediler gizemli hayvanlardır. Onları çoğumuz severiz. Hele İstanbul gibi büyük şehirlerde sokak kedilerine gösterilen sevgi, onlara sokaklarda bakma kültürü de artık bir parçamız olmuştur. Velhasıl, o rüyadan sonra kedilere farklı bir gözle bakmaya başladım. Kediler üzerine kitaplar okumaya, araştırmalar yapmaya merak salmıştım. Kedisi olan dostlarımı tekrar aklımdan geçirdim. Mesela Taner’in şişman kedisi, karnı şiş mi şiş nerdeyse yere değecek, onu ziyarete gittiğim günler, kapının yanında beni karşılayışı, Taner’in de kedisi gibi şişman oluşu, kendi içine kapanık, derin düşünsel yaşamı, ezoterik konulara ve felsefeye ilgisi: Kedi sanki bunların hepsini içinde yaşıyormuş biliyormuş da sahibiyle birlikte bir balon gibi şişmiş adeta havalanacak sanırsınız. Bu arada Taner meşhur bir Fransız lisesinden mezun, felsefeye meraklı mı meraklı, Sartre seviyor. Taner bir gün beni alıp bir başka arkadaşının evine götürüyor. Bu arkadaşı, kedi ilmini yalayıp yutmuş dediğine göre. Evine gidince anlarsın dedi. Kapıdan içeri girdik, bir de ne göreyim, evde bir kedi familyası, anne baba çocukları, çocuklarının çocukları epey kalabalıklar: Bembeyaz geniş bir kedi ailesi. Bütün vaktimizi kediler üzerine konuşarak geçirdik o gün. Evde kedi kitapları, odaya girip çıkan kediler, miyavlamalar, televizyona pati atan bir tanesi. Metin idi ismi, kız arkadaşıyla şehir merkezindeki bu giriş katında yaşıyordu epeydir. Kediler yüksek yerleri sever demişti. Eve hâkim olmayı. Gözlemlemeyi.
Tabi ki bir de Perihan vardı. Bir gün kahve falında, ona toprağın altında bir kedi ölüsü gördüğümü söylediğimde, hüngür hüngür ağladı. Birkaç gün önce kedisi ölmüş. Ya Sevda’ya ne demeli? Kedisini Karaca Ahmet Mezarlığı’na gömüp, aylarca mezarını bıkıp usanmadan ziyaret etmiş, onunla konuşup söyleşmeye devam etmişti.
Bütün bunları düşünürken, rüyanın etkisi geçmemiş bende ki, bir gece ansızın yine o kedi rüyama girdi ve ben korkuyla yeniden uyandım… Besbelli kedi bana bir şey anlatmak istiyordu bense korkup uyanıveriyordum… Her uyanışımda kedilere olan merakım artıyordu.
Bir gün çok garip bir şey oldu. Yolda evime giden ara bir sokakta bir kediye rastladım: Kedi gözümün içine öyle bir baktı ki korktum; ben kendimden de korkarım bazen; gizemli güçlerim vardır gibi gelir bana; o bakışa öyle bir karşılık vermiş olmalıyım ki, kedi ile gözlerimiz kitlendi. Bu kitlenişin iyi mi kötü mü olduğundan habersiz ona bakmaya devam ettim. Ah keşke etmeseydim! Gittikçe içimi kötü bir his kapladı. Sonra ne olduysa o anda oldu. Kedi kendi etrafında, bir dervişin eteklerini açıp dönmesi misali, kuyruğuyla bir çember oluşturur gibi, hızlı hızlı dönmeye başladı, öyle böyle değil, o kadar hızlı dönüyordu ki, çok korktum ve hemen oradan uzaklaştım…
Ne oluyordu ki bana böyle? Kediler ve ben arasında büyüyen bu gizemli iletişim beni nereye sürüklüyordu? Geceler ansızın çöküyor, sessizlik odaları kaplıyor, insanlar uykularına gömülüp rüyalar görüyor ve yeniden uyanıp yeni bir güne başlıyordu. Tıpkı benim gibi. Bense kedilerle olan iletişimimi ve durumumu daha çok sorguluyordum. Gerçekten kedileri seviyor muydum? Kedileri bol bir sokakta çocukluğum geçmişti. Anneannem karton bir kutuda kapısının yanında bir kedi beslerdi. Yavru kedilerin sevimliğine hiç dayanamazdım. Küçücük ele avuca sığmaz o sevimli şeyleri avucuna alıp miyak miyak seslerini duymak, biraz içmesi için süt vermek, sanırım herkesi sevindirirdi. Sonra bir de işin öteki yüzü vardı; beni şüpheye düşüren, kedi sevgimi sorgulatan. İstanbul’un nezih bir semtinde oturuyorduk. Lise öğrencisiydim. Kapımıza torun tombalak bir kedi sık sık gelirdi, ayakkabılarımızı koymak için dışarı bıraktığımız karton kutunun içinde bazen uyurdu. Kutu bir merdivenin altına konulmuştu. Merdiven apartmanın son katında olduğumuz için, çatıya çıkış için kullanılıyordu, merdivenin üstünde bir çatı çıkış kapısı mevcuttu. Kutunun bittiği yerde ise apartmanın merdiven basamaklarını tepeden gören korkuluk tırabzanları başlıyordu. Bir sabah okula giderken kutunun içinde yine o kediye rastlamıştım. Sarman kedi. Sarı beyaz renkli, kırçıllı çizgiler, kocaman bir kafa, sevimli bir yüz, şu meşhur çizgi karakter Garfield’ı çağrıştırıyor desem yalan olmazdı. Bütün bu sevimliliğine rağmen ayakkabılarımın üstüne yattığı için midir bilmem? Ona karşı olan nefretim büyümüş olmalıydı ki bir sabah okula gitmek için kapıdan çıktığım bir anda, onu kutuda gördüğümde deliye döndüm. Bir tekme fırlattım, tekmeyi fırlattığım gibi kedi merdiven tırabzanından aşağıya düştü. Dört ayağı üstüne düşmemiş işte, merdivenlerin eğiminden olmalı ayağını kötü incitmiş, sonra ertesi günler onu ne zaman bahçede görsem kötü bir şekilde topallıyordu ve vicdanımda büyüyen bir pişmanlık ve yara açmıştı. Gördüğüm bu rüya, nedense beni kedilerle ilgili bütün anılarıma geri götürüyordu. Ya peki bu rüyayla bütün bunların nasıl bir ilişkisi vardı? Yoksa ben de mi kedi ilmini öğrenmeye başlıyordum. Belki de böylece kedilerle olan tarihimi yeniden sorgulayıp bir yön vermeye çalışıyordum.
Kediler vardı, kasapların önünde ciğer bekleyen, kediler balıkçıların önünde balık, kediler lokanta masalarının önlerinde yemek yerken size manalı mı manalı bakan, kediler mutlu huzurlu evlerin iç camlarından dışarıyı seyreden, kediler çöplüklerin içinde yemek arayan pis ve pejmürde, kediler sokaklarda köşe başlarında kıvrılmış, uyuyan… Bin bir çeşit kedi manzaraları aklımdan geçip gidiyor ve adeta bir kedi belgeselinin fragmanları oluyorlardı.
Neden sonra düşündüm ki kedi sevgimi sorgulamamın ve pratiğe geçirmemin belki de tek ve en etkili yolu bir kedi alıp evde beslemekti. Bir gün Metin’in evine gittim. “Sende istemediğin kadar kedi var bunlardan birini bana verir misin?” diye sordum. Gitti kalabalık kedi familyası içinden bir yavru kediyi eliyle kavrayıp bana uzattı. “Bunu al senin olsun” dedi. Diğerleri gibi bembeyazdı. Mavi gözleri vardı. Tüyleri kısa, kulakları sivri ve dikti. Kediyi eve getirdikten sonra içimde hep bir tedirginlik oldu. Dolapların tepesinde miydi? Hangi odadaydı? Gece ben yataktayken ve bütün ışıklar kapalıyken o ne yapıyordu? Metin’in dediği gibi evi mi gözlemliyordu? Yatağıma gelir miydi? Tabi, bir kediye nasıl bakılır: Kılı tüyü, boku, kumu, maması, tırnağı vs. ne varsa öğrendim ama nafile. Bir ay kadar kediye dayanabildim. Sürekli dört ayağı üzerinde zıplıyordu. Anormaldi. İsmini Jordan koymuştum. Bir ay içinde de gidip Metin’e kediyi geri teslim ettim ama tuhaf bir şekilde, kedi evdeyken aynı rüyayı hiç görmedim. Kedi rüyama panzehir olmuştu.
Sonra bir ara kedi edebiyatına merak sardım. Edebiyatın favori iki hayvanından biriydi kedi (Diğeri köpekmiş). Kedi şiirmiş, köpek düzyazı demiş bir yabancı yazar, siz de duymuşunuzdur, epey meşhur. Sonra çeşit çeşit kedi şiirleri okudum, madem kedi şiirmiş: Behçet Necatigil, Oktay Rıfat, Orhan Veli, Ece Ayhan, Nazım Hikmet, Metin Altıok… Sonra kedileri olan bazı yazarları da ihmal etmedim: Bilge Karasu, Tomris Uyar, Ernest Hemingway, Guisseppe Ungaretti, Jean Paul Sartre…
Sonra bir ara kediler üzerine olan batıl inançlara taktım. Benim de batıl inançlarım olduğundan belki. Şu kara kedinin uğursuzluk getirdiği meselesi. Ortaçağdan beri süre geldiği bilinse de aslında eski Yunan metinlerine kadar dayanan daha eski bir geçmişi varmış. Kara kedinin uğursuzluğuna dair bir sürü batıl inanç; kimine göre ölüm, hastalık getiren, kiminin şeytanla eşdeğer tuttuğu bir sürü rivayetlere rastladım. Sonra kara kedilerin en ünlüsü “La Chat Noir” posterindeki (Kara Kedi) 19. Yüzyıl sonlarındaki Paris’te Montmartre tepesindeki Bohem hayatının en önemli kabarelerinden birini temsil ediyor. Kabarenin sahibi kaldırımda kaybolmuş kara bir kediden esinlenerek bu eğlence mekânının ismini koymuş ve kara kedi böylece meşhur olmuş: Turnelere çıkmış, şarkılar, şiirler yazılmış üzerine. Eski Mısır’da ise tam tersi, kediler kutsalmış ve Tanrı mertebesinde görülürmüş. Sonra İtalyan bir şair kara kedinin uğursuzluğunu protesto olsun diye siyah bir kediyi evine almış ve adını “Othello” koymuş. Kedisiyle çok mutlu bir hayat geçirmiş. Bu eski ve batıl yanına rağmen şu sonu gelmez kedi ilmi beni bir girdap gibi gittikçe içine çekmeye devam ediyor, bir yandan da ara ara sürekli aynı rüyayı görmemi sağlıyordu; ben de rüyanın sonunu öğrenmek için kedilerden hiç kopmuyordum: Bir gece ansızın rüyamda bir kedi beliyordu. Yanıma yaklaşıyordu, sanki bana bir şey söylemek ister gibi manalı bakıyordu ve ben korkup uyanıyordum.
Tabi başka meşhur kediler de vardı. Bu sefer de bilimin konusu olmuş: Mesela Erwin Schrödinger’in kedisi ve onun bilim dünyasını karıştıran meşhur kedi deneyi. Bir kutunun içine kapatılmış ve dışardan gözlemleyen kişi tarafından ölü ya da diri olup olmadığı bilinemeyen bir kedinin bir düzenekle zehirli bir maddenin salınmasını takiben ölü ya da diri kalma olasılığını irdeleyen ve bunu kuantum mekaniğinin zamandan bağımsız eşitliğine bağlayan bu deney, kedi severleri, kedinin ölme olasılığına karşılık denek olarak kullanılmasından dolayı ayağa kaldırmış olabilir miydi?
Sonunda anladım ki bu kedi ilminin ve gizeminin bir sonu yoktu. Gittikçe derinleşiyordu. İçinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Tabi ben de o kedi rüyasını görmeye devam ediyordum. Bir gece kedi yine rüyama girdi. Korkulan şey oldu. Kedi bana yine manalı gözlerle sanki bir şeyler söylemek istercesine bakıyordu ki birden insan sesiyle konuşmaya başladı ve bana şöyle söyledi “Sana Jean Paul Sartre hakkında kimsenin bilmediği bir şey söyleyeceğim? “ Korkuyla yatağımdan irkilip yine uyandığımda tabi hikâyenin sonunu dinlememiştim. Bu beni çok korkutmuştu… Sonra kendi kendime kafamı kurcalayan kuşku, korku ve merak karışımı bir hisle bu bilginin ne olabileceğini, neden benim seçildiğimi ve buna hazır olup olmadığımı düşünüp durdum. Bir sonuca varamadım.
Sartre’ı araştırmaya başladığımda, “Hiçlik” adlı bir kedisinin olduğunu öğrendim. İnternette kedisiyle çekilmiş resimleri de vardı. Rüyamda gördüğüm kediye benziyor muydu? Emin değildim. Belki de oydu. Mantıken onun kedisi olması, onun hakkında kimsenin bilmediği bir şeyi bana söyleyecek olmasından akla yatkın geliyordu. İlerleyen günlerde Sartre hakkında bir detektif tavrıyla bilgiler, ipuçları toplamaya devam ettim. Adeta bir soruşturmayı derinleştirip sonuca ulaşmak isteyen bir dedektif gibiydim. Belki de bir edebiyat dedektifi. 1966’da bir makalesinde kedilerden nefret ettiğini söylemiş miydi? Cezayir’de Albert Camus’u ziyareti sırasında sokakta kedilerle problem yaşamış mıydı? Orada bir kediyi öldürmeye yeltenmiş miydi? Polise ifade vermiş miydi? Bir filmde küçük bir kedinin öldürülme sahnesine nasıl tepki göstermişti? Paris’te Cafe Le Grec’te Sartre’ın kedisi hiç görülmüş müydü? Bunların gerçekliğinden emin olamadım. Belki de hepsi uydurma olabilirdi. Kesin belgelere rastlayamadım ama “Hiçlik” her yerde karşıma çıkıyordu: Bazen bir kedi bazense başka başka biçimlerde. Buna hiç şüphe yoktu.
Bir gün rüyamda Metin kapımı çaldı ve bir kutunun içinde bana bir şey verdi ve konuşmadan çekip gitti. Arkasından seslensem de nafile. Cevap yok. Eve girip kutuyu açtığımda, içinde bir ölü kedi vardı. Kutuda zehirli bir asidi serbest bırakan bir deney düzeneği -Schrödinger’inkinin tıpkısı-, ölü kediyse Sartre’ın kedisinin aynısıydı. Bir çığlıkla yataktan fırlamışım.
Sonra orada burada hep o kedilere rastladım. Bir ciğercinin önünde Orhan Veli’nin kedisine, çeşit çeşit evlerde Behçet Necatigil’in kedilerine, Londra sahnelerinde T.S. Eliot’ınkilere, bir çınarın altında Nazım Hikmet’inkine, sokaktan geçen bir eskicinin sesinde Ece Ayhan’ın kedisine, bir yaprak dökümünde Metin Altıok’un kedisine, bir gece bahçede yıldızların altında Oktay Rıfat’ınkine…
Ama rüyamdaki kedinin hangisi olduğunu bir türlü çıkaramadım. Sartre ile ilgili gerçeği öğrenemediğim için pişmanım. Kedinin rüyama bir daha gelmesini ve her şeyi anlatmasını beklemekten başka bir temennim yok. Gerçeği bir gün öğrenirsem-ki bu da ispatlanamayacak bir yarı gerçek olarak kalacaktır- belki bu öyküyü yeniden yazar size de anlatırım ama bütün bu olanlardan sonra, şu zaman ve mekân oylumunda yaşarken göçmüş kediler bahçesinde bakışsız bir kedi kara olduğumu anladım. Şimdi sadece kendi yaşamımın gizemini araştırmanın dedektifliğini yapıyorum.
Zülfü Livaneli’nden ‘Son Ada’ya yeni final
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.