34,2830$% 0.11
37,7152€% 0.29
44,9358£% 0.22
2.908,99%-0,01
2.640,95%-0,05
9.074,49%0,47
Halk güldürüsüyle çizgi roman arasındaki ilişkiyi sorgulamaya devam ediyoruz… Diyemiyorum, çünkü hâlâ çizgi roman aşamasına gelemedik. Ve bilin bakalım ne oldu? Evet, gene gelemiyoruz. Halk güldürüsünü biraz daha açmak istiyorum ki daha sonra çizgi roman konuşmaya başladığımızda örnekler rahat anlaşılabilsin.
Anadolu mitolojisinin eşsiz hikayelerindendir “Midas’ın Eşek Kulakları” (daha çok Yunan gibi algılanır aslen Frig’dir). Herkes biliyordur ucundan kıyısından.
Efenim, Midas adında bir kral varmış ve bir gün ülkesinde ciddi bir tanrısal kriz yaşanmış. Tanrı Apollo çaldığı lirden akan nağmelerin en üstün sanat formu olduğunu iddia ederken Tanrı Pan çaldığı kavalın daha üstün olduğunu söylüyormuş. Olay bu ya, bu ikili yarışmaya ve bu yarışma için de bir hakem aranmaya başlamışlar. Aklı başında hiçbir ölümlü ve hatta iki tanrı arasındaki itişe kapılmak istemeyen hiç bir tanrı buna yanaşmamış. Tabii Midas hariç. İşte tanrılar sırayla çıkıp çalmış huzurunda. Apollo’dan ilahi ve eşsiz bir ezgi dinlemiş Midas. Pan’dan ise son derece oynak, eğlenceli ve kaba sayılabilecek bir oyun havası. Midas kararını vermiş ve Pan’ın oyun havasını seçmiş. Bundan hoşlanmayan Apollo “zarif ve estetik” bir müziği anlayamayan kulakları lanetleyerek eşek kulaklarına dönüştürmüş.
Hah, işte, diyorum ya, çizgi roman tam da bu eşek kulaklarının sahiplerinin binlerce yıl sonraki torunlarının sanatı olarak ortaya çıkıyor. Kaba, sıradan, halk yığınlarının yansıması ve gülmecesi yaya yaya gelişiyor, genişliyor. Ama ona örnekleriyle geleceğiz. Şimdi biraz daha geriye gidelim. Hatta günümüzde köylerimizi gezelim belirli günler, inanın halk gülmecesinin en ilkel formlarını zamanda yolculuk eder gibi izleyebileceksiniz.
Anadolu’da binlerce yıl önce oynanan/sergilenen ve daha sonra antik Yunan tiyatrosunun oluşmasına ilham veren hasat festivali oyunlarına uzanıyoruz burada. Her sene baharda Anadolu köylüleri tanrılara şükranlarını sunmak için törenler yapıyor, sokaklara yayılıyor, çalgılar çalıyor, danslar ediyor, edepsiz tiyatro oyunları sergiliyor ve abartılı kahkahalarla ovaları inletiyorlardı. Bu törenlerde bereketi simgelemek üzere köy sokaklarında dev bir “fallus” (erkeklik organı) taşırlardı; son yıllarda Japonya’da ortaya çıkarak bir festivale dönüşen, örneğin. Böylece gök babadan gelen yağmurun toprak anayı döllemesine vurgu yapılırdı. Ve görüleceği üzere modern dünyanın ilginç ahlak anlayışına göre de hayli terbiyesizceydi.
Günümüzde azalmış olmakla birlikte bu törenlerde sergilenen oyunların birçok özel günde halen sergilendiğini hatırlatayım. Yıllar önce izlediklerimden bir tanesini aktarayım daha iyi anlarsınız: Köy meydanına toplanan bütün köy oyun izlemeye hazırlanır. Çoban rolü oynayan bir erkek köy meydanına çıkar ve çok yorgun olduğunu söyler. Sırt üstü uzanarak uykuya dalar. Uyku sırasında irice bir dal parçasını alıp kasıklarının arasında tutarak dikleştirir. Uykusunda erekte olmuştur. Bu sırada ormana yemiş toplamaya gelen kadın kılığındaki iki erkekten biri başının ağrıdığını bahane ederek oturmaya karar verir ve nasıl oluyorsa koca ormanda erekte olan penisin üzerine oturur. Başının ağrısı geçiverir. Sonra diğerinin de başı ağrıyıverir. Böylece sırayla ve defalarca iyileşmek gayesiyle oturup kalkarlar. Sonunda baş ağrıları geçer, çoban da rahatlatıcı bir rüyadan uyanarak mutlu mesut köy meydanını terk eder.
Bu oyunlar daha sonra Aristoteles’in “Poetika”sında sadece kısa cümlelerle andığı bir form olarak geçer. Metinler yazılmamıştır, tam olarak ne oynandığı bilinmemektedir. Ama neyse ki bu gülmeceli oyunlar Roma Tiyatrosunda “Commedia dell’arte”nin bir parçası olarak kayda alınmıştır. Köylerde maskelerle sergilenen oyunlar sahnede sergilenen muziplikler, edepsizlikler, zıpırlıklar olarak hayat bulurlar. Osurmak, geğirmek, işemek, sıçmak cinsel şakaların yanında önemli bir yer tutar.
Ortaçağda ortaya çıkan “Fars” türü tiyatro oyunları da bir bakıma bu akımın parçası gibidir.
18. yüzyılla birlikte hayatın sunduğu nimetlerden faydalanma hakkını savunan halk aynı zamanda eserlerde kendi yaşamını da görmek ister. Ve tabii gülmecesini de.
Çizgi romanın ortaya çıktığı topraklar elbette Anadolu’dan çok uzaktır ama ilkel çağlardan bu yana insanoğlunun izlediği yol/yöntem çok da farklı olmamıştır. Ve halk yığınları seçkin zümrelerce tıpkı Midas gibi aşağılanırken köy seyirlik oyunlarında rol alan ve izleyenler gibi de “biz varız” demekten hiç vazgeçmemiştir.
Çizgi roman sanatı işte bütün bu anlattıklarımın yansıması olarak ortaya çıkacaktır.
Artık örneklere geçebilir miyiz? Geçeriz, kesin geçeriz. Zemin sağlamlaştı, inşaata başlayalım.
Açlık Sepeti CEO’suyla tanışın!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.