DOLAR

34,0015$% 0.24

EURO

37,6825% 0.05

STERLİN

44,8140£% 0.18

GRAM ALTIN

2.797,74%0,37

ONS

2.562,43%0,15

BİST100

9.521,04%1,08

Öğle Vakti a 13:05
İstanbul AZ BULUTLU 27°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Yıllar önce, yıllar sonra…

ad826x90
ad826x90
ad826x90

“Alo… Faruken?”
“Buyrun benim”
“Naber ya? Yıllar oldu görüşmeyeli nerelerdesin?”
“Sesin tanıdık geliyor ama çıkaramadım.”
“Demek unuttun beni. Dilem ben.”

ad826x90

Kalbim deli gibi atmaya başladı. Arayan yıllar önceki platonik aşkımdı. 

Kalp atışımın yavaşlamasının beklerken anılara daldım. Dilem’in evi Kızıltoprak’taydı. Arada bir onun evinde kalıyordum. Çoğu zaman da o benim Ortaköy’deki evimde kalıyordu. Onun evinde kaldığım bir gün öğleden sonra iki gibi uyandık. 

Böyle anlatınca sevgiliymişiz gibi geliyor kulağa değil mi? Sevgili falan değildik, ama birlikte çok iyi vakit geçiriyorduk. Ya da sadece ben iyi vakit geçiriyordum bilemedim şimdi. Ben o sıralar Alfa takılıyorum. Biri Pendik’te, diğeri Levent’te oturan iki sevgiliyi birden idare ediyorum.

ad826x90

Dilem’in sevgilisi yoktu ama gözüne kestirdiği erkeklerle yatıp kalkıyordu. Bir benle sevişmiyordu. 

ad826x90

Neyse… Geceden kalan bira ve patateslerle kahvaltı ettikten sonra bir barda rock konseri izlemek üzere motosiklete atlayıp İstiklal’e doğru yola çıktık. Tam Boğaz Köprüsü’ne girdiğimiz anda çok kısa süren bir yağmura yakalandık. Köprünün çıkışına geldiğimizde yağmur dinmişti. İstiklal’e vardığımızda her yer kupkuruydu. Oraya yağmamıştı. Elimizde kasklar üzerimizden damlayan sularla İstiklal’de kahkahalar atarak yürüyorduk. Herkes bize bakıyordu. Çok eğlenmiştik.

Bir süre sonra İstiklal’deki âlemlere uzak olduğu için Kızıltoprak’taki evini bırakıp benim Ortaköy’deki evime yerleşti. Pendik’teki sevgilim ailesiyle kaldığı için Ortaköy’e gelemiyordu, Levent’teki sevgilim ise evime bir kere gelmiş ve dağınıklığı gördükten sonra bir daha gelmek istememişti. Dolayısıyla Dilem’in bende kalması problem yaratmıyordu.

O sıralar bir mizah dergisinde çalışıyordum. Akşama doğru işimi bitirip teslim ettikten sonra eve döndüm. Anahtarı kapıya sokarken içerden gelen müzik sesini ve esrar kokusunu duydum. Dilem esrar içerek müzik keyfi yapıyordu anlaşılan. İçeri girdiğimde Dilem’in yalnız olmadığını gördüm. Yaklaşık on-oniki kişilik bir turist grubu salonun ortasında halıya oturarak bir çember oluşturmuşlardı. Elden ele dolaştırdıkları esrardan birer fırt çekerek plaktan dinledikleri Ted Nugent’ın Stranglehod parçasındaki uzun gitar solosu eşliğinde sağa sola sallanıyorlardı. Çemberin tam merkezinde oturan Dilem el işaretiyle beni yanına çağırdı. Gidip yanına oturdum. Dilem halıya  sırtüstü uzanarak başını kucağıma koydu. Gecenin geç vakitlerine kadar plak arşivimden eski rock albümlerini dinleyerek elden ele dolaştırdık.

Ertesi sabah yatağımda iki kızla uyandım. İkisi de turistti. Hemen halıda sızmış kalabalığın arasında Dilem’i aradı gözlerim. Tekli koltukta sızmış olan Avustralyalı çocuğun kucağında uyuyakaldığını gördüm. İçim cız ederken “Nasıl oluyor da hâlâ bu kıza aşık olabiliyorum?” diye düşünüyordum.

ad826x90

Günlerimiz buna benzer şekilde akıp gidiyordu. Çok da şikayetçi değildim. Böyle güzel bir kızın benimle takılıyor olması ortamlarda prim yapmamı sağlıyordu. İstiklal’de gezerken koluma giriyor hatta bazen elele dolaşıyorduk. Tüm bunları benim evimde bedavaya kaldığı için vicdan azabından yaptığını biliyordum ama yine de hoşuma gidiyordu. Platonik aşkıma bu kadar dokunabildiğim için kendimi şanslı hissediyordum.

Bir gün sabaha karşı dörtte eve geldi. Körkütük sarhoştu. Yatağa çıktı. Dizlerinin üstünde durarak soyunmaya başladı. O kadar sarhoştu ki tişörtünü bir türlü çıkaramıyordu. Kolunu yukarı kaldırarak yardım ettim. Sonunda tişört çıkmıştı. Göğüslerini ilk defa görüyordum, bu kadar küçük olduklarını düşünmemiştim hiç. Özellikle benim gibi bir göğüs fetişisti için. Benimle sevişmek istiyordu. Yanağına bir öpücük kondurup saçlarını okşayarak sevişme isteğini nazikçe reddettim. Normalde hiçbir erkek böyle bir fırsatı kaçırmaz, fakat benim derdim onunla sevişmek değildi. Yani sadece sevişmek değildi çünkü ona o kadar aşıktım ki onun da beni sevmesini istiyordum. Ancak o zaman sevişmemiz bir anlam kazanabilirdi. 

Büyük ihtimalle kankilerinden biri o gece Dilem’e “Yazık lan aylardır herifin evinde bedavaya kalıyorsun hiç değilse bir kere ver de sevinsin garip” tarzında bir şeyler söylemiş olmalıydı.

O günden sonra Dilem’i bir daha hiç görmedim. Ama yıllarca o gün sevişme isteğini reddetmeseydim neler olurdu diye düşünüp durdum. Eminim o da benim ibne olduğunu düşünmüştür. Bütün erkeklerin etrafında pervane olduğu güzel bir kızın sevişme isteğini reddeden bir erkek başka ne olabilirdi ki?

Uzun uzun anlattığım bu anıların beynimde tekrar canlanması üç-dört saniyeden fazla sürmemiştir.

ad826x90

“………..”
“Faruken? Orda mısın?”

Kalbim hâlâ deli gibi atıyordu. Neler oluyor amk? Hani aşk geçici bir hastalık gibiydi, zamanla unutuluyordu. Bu kalp çarpıntısı da ne şimdi? 

“Telefondan bile duyuluyor valla kalp atışların”
“Sittiir… Sesli mi söyledim ben bunları?
“Ha ha ha… Hâlâ güldürebiliyorsun beni.”
“Sen de hâlâ heyecanlandırıyorsun beni” dedim ama bu defa içimden.
“Bu arada hiç yakıştıramadım sana Faruken.” diye devam etti.
“Neyi yakıştıramadın?”
“Evlenip çoluk çocuğa karışmanı… Motosikletle dünyayı gezip fotoğraflar çekecek adamdın sen.”
“Teşekkür ederim. Tonlarca kitap okuyup gezgin bir yazar olma hayali kurarken boşanma avukatı olan birinden bunları duymak çok hoş.”
“Vay be, sosyal medyanın gücüne bak… Yıllardır görüşmüyoruz ama birbirimizin her şeyini biliyoruz.”
“Biliyoruz da ne oluyor amk? Birbirimizi tanımıyoruz.”
“Instagram’daki paylaşımlarından İstanbul’da olduğun anlaşılıyor. Şu sıralar ben de İstanbul’dayım görüşelim mi?”

Parkinson hastalığından dolayı titreyen sol elimi ve kamburlaşmış sırtımı görüp bana acımasını istemiyordum ama onu tekrar görmek için de can atıyordum. Kafam allak bullak olmuştu. Görüşme isteğini reddederek kabalaşmak da istemiyordum. Ne yapacağıma karar vermeye çalışırken ağzımdan “Görüşeceğiz de ne olacak?” diye olabilecek en kaba cümle çıktı. Bu kaba cümleden sonra telefonu suratıma kapatmasını bekledim. Kapatmadı.

“Aşk olsun Faruken!” dedi sadece.
“Aşk olmuştu zaten zamanında”
“Zamanında mı? Sesindeki titreme ve kalp atışların hala bana karşı bir şeyler hissettiğini söylüyor.”
“Sesim ve kalp atışlarım doğru söylüyor. Hâlâ sana aşığım da bundan sana ne?”
“Nietszche’den bu di mi?”
“Hayır. Goethe’den. Nietszche ondan alıntı yapmıştı.”
“Vaay… Kitap kurdu olmuşsun görmeyeli.”
“Estağfurullah… Senin okuduklarının yanında benimkiler ‘Cin Ali Tatilde’ gibi kalır.”
“Ha ha ha… Özlemişim senin esprilerini…”

Beynimin aradan seçtiği kelime

“Özlemişim”
“Özlemişim”
“Özlemişim” 

…diye yankılanınca Dilem’i görmeye karar verdim. Ama sadece görmeye… Planım şuydu: Onunla buluşmayı kabul edecek ve uzaktan sadece bir kere görüp ortadan kaybolacaktım.

“Sabahları kahvaltı ettiğimiz Ortaköy sahildeki kafeyi hatırlıyor musun?”
“Tabii ki” dedi heyecanla.
“Yarın sabah dokuz nasıl?”
“Benim için uygun.”
“O halde yarın kahvaltıda görüşürüz.”
“Görüşürüz. Kendine iyi bak. Öpüyorum seni.”

“Öpüyorum seni!”
“Öpüyorum seni!”
“Öpüyorum seni!”

“Bir dur amk, hemen başlama”
“Efendim?”
“Sana demedim. Beynime dedim. Hemen lapin gibi atlayıp yankı yapıyor da”
“Ha ha ha!”

*******************

Ertesi sabah dokuza çeyrek kala buluşacağımız kafenin önünde kapüşonlu mont ve güneş gözlüğü ile kendimi kamufle ederek, sahilde martılara simit atıyordum. Arada bir çaktırmadan kafeye bakıp gelmiş mi diye kontrol ediyordum. Elimdeki simitlerden daha birincisi bitmeden caminin oradaki ara sokaktan gelen Dilem’i gördüm. Kalbim yine deli gibi atmaya başladı. Gözlerimi ondan alamıyordum. Daha da güzelleşmişti. Hemen solumda balık tutan yaşlı amcanın sesi ile kendime geldim.

“Evladım ne yapıyorsun? Hiç bütün simit atılır mı? Martılar nasıl yiyecek onu?”

Heyecandan elimdeki bütün simitleri denize atmıştım.

Dilem en dıştaki masaya oturup bir çay sipariş etti. Az ilerdeki simitçiyi kendime siper ederek onu seyretmeye devam ediyordum. Garson çayı masasına bırakırken Dilem bir sigara yakıp saatine baktı. Bir taraftan “Daha kaç dakika böyle seyredicem, ne zaman gitmem gerekiyor?” diye hesap yaparken diğer taraftan yanına gidip ona sarılmamak için kendimi zor tutuyordum.

“Abi iyi misin? Gel otur istersen benim tabureye” dedi simitçi.
“İyiyim iyiyim sağol.”
“Elin çok fena titremeye başladı da… Açsan bir simit vereyim, para istemez.”
“Yok yok açlıktan değil… Parkinson hastalığı var da bende, ondan titriyor elim. Yine de teşekkür ederim.”
“Geçmiş olsun abi.”
“Eyvallah bilader” Dediğim anda arkadan birinin yaklaşıp koluma girdiğini hissettim.
“Kahvaltı için simit mi alıyorsun?”

Simitçi ile konuşurken bakışımı Dilem’den kaçırmıştım. O da etrafına bakınırken beni görmüş ve yanıma gelmişti. Yıllardır birbirine hasret kalmış iki sevgili gibi sarıldık. Kafeye doğru yürürken titreyen elimden tuttu ve o anda titremem durdu.

Tıpkı eski günlerdeki gibi üç saat süren kahvaltı boyunca Ortaköy ve İstiklal anılarından bahsettik.
Ben hesabı öderken “Bana hediye ettiğin plağı hatırlıyor musun?” diye sordu.

“Evet  hatırlıyorum. Bob Dylan’ın Desire albümü.”
“Bana gidip bu albümü dinlemeye ne dersin? Biraz ot da var.”

Cevap olarak gözlerine bakıp sadece gülümsedim.

“Arabam kumpircilerin oradaki otoparkta” diyerek koluma girdi ve otoparka doğru yürümeye başladık.

***********

Orgazm sigaralarımızı içerken başını göğsüme yasladı. Saçlarını okşarken “Silikonlar çok yakışmış” dedim. Başını hafifçe çevirip göbeğimden öperek teşekkür etti.

“Demek üç senedir ayrı yaşıyorsunuz ve boşanmaya karar verdiniz. O halde senin iyi bir boşanma avukatına ihtiyacın var.”
“Evet ama avukatların müvekkilleri ile ilişkiye girmesi yasak değil miydi?”

Comments

comments

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

Nevzat çizdi: Kadının Adı Yok!

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

Araç çubuğuna atla