34,2339$% -0.07
37,3189€% -0.24
44,8053£% 0.02
2.931,65%0,50
2.663,66%0,57
8.860,30%1,85
Sebastiani’nin Sultan Selim döneminde Napolyon’un elçisi bulunduğu günlerde, bir binbaşı elçiliğin kayıkhanesine saklanmıştır. Zavallı adam, Yeniçeri ağası tarafından nedense ölüm hükmü giymiş ve peşinden koşan bir sürü çavuşun elinden kaçmaya çalışmaktadır. General Sebastiani, Yeniçeri ağasından binbaşının bağışlanmasını istemiş ve bunu başarmıştır da.
Birkaç gün sonra elçi Boğaziçi’nde dolaşırken, biraz ötede Yeniçeri ağasının kayığını görür. Ağa bir pupaya oturmuş, çubuğunu tüttürmektedir. General suya bir sandal indirtir ve bu karşılaşmayı fırsat bilerek emir subayı Franchini’yi binbaşının bağışlanan kellesi için teşekkür etmeye gönderir.
Franchini kayığa çıkar ve türlü el hareketleriyle görevini yerine getirir. Türk, çubuğunu bir ara ağzından çıkarır ve şöyle yanıtlar:
– Efendin generale söyle ben onun dostuyum. Benden bir kelle istedi, verdim. Bu kadar küçük bir şey için teşekküre değmez. Söyle keyfine baksın ve beni hizmetinde bilsin, istediği zaman kendisine bir değil on, yüz kelle bağışlamaya hazırım. İstediğini yerine getirmekten dolayı kıvanç duyuyorum.
Ve çubuğunu tüttürmeye devam eder.
Bir yerde şunları yazdığımı hatırlıyorum: Fransa Avrupa’da moda oldu. 1846 Fransa modası Avrupa dışına da yayıldı. Özellikle Afrika, gelecek için umutla bir özenti içindeydi bize karşı. Fas Sultanı Abdurrahman, Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa elçiler gönderiyorlardı. Mehmet Ali Paşa, kendi oğlu İbrahim Paşa’yı göndermişti. Tunus Beyi Ahmet, Paris’e gelmişti. Cezayir Dayısı Hüseyin 1831’de kendi isteiği dışında da olsa gelmişti Fransa’ya.
Altes adını verdikleri ve Toulon’da yirmi bir pare top ateşi ile selamladıkları Tunus Beyi Ahmet, kırk beş yaşlarında bir adamdı. Ama rahat altmış gösteriyordu. Guizot’un evinde verilen bir şölende gördüm kendisini! Oldukça güzel bir başı, büyük bir burnu, uzun kır sakalı, canlı bakışları vardı. Öğrenmek isteyen zeki ve haşarı bir çocuğun bakışları! Barbarlar gerçekten de çocukturlar. Bugünün o gülünç Türk modasına uyarak giyinmişti. Bu moda, iki Fransızın Sultan İkinci Mahmut’u uygarlığın pantolon ve redingot giymek demek olduğuna inandırdıkları günden beri bütün Osmanlı İmparatorluğu’na yayıldı… Böylece yiğit Türkler geleneksel giysilerini, insan giysilerinin bu en güzel ve en gösterişlisini bir kenara attılar ve bizim giysilerimizi yalan yanlış taklit etmeye çalıştılar. Türklerin bizden fazla bir şeyleri, güzellikleri vardı; biz onlara kendi çirkinliğimizi vermeyi başardık. Bizim uygarlık taslayan bilgiçlerimiz ise buna ilerleme adını veriyorlar.
Sultan Abdülmecit’in yüzünde belirgin bir anlam yok gibi, yakışıklıdan çok çirkin sayılır; ama yine de tatlı ve zeki gözleri var. Yürüyüşü, davranışları ağır ve yavaş; bu durumu gereği mi, yoksa dermansızlık belirtisi mi belli değil. Her halde iyi niyetli bir insan. Geçenlerde genç bir Fransız ressamına portresini yaptırmış. Resmini yaptırmak ise bir Türk için olağanüstü şey, hele bir sultan için olacak iş değil, korkunç mu korkunç! Ressamla tarihten söz etmiş ve kendisini soru yağmuruna tutmuş. Birdenbire sözünü keserek içini çekmiş ve şöyle demiş: “Ah! Elimden geldiği kadar okumaya, öğrenmeye çalışıyorum! Biz sultanlardan bugünü de geçmişi de gizlerlerdi. Ama ben artık Hanya’yı Konya’yı anlamaya başlıyorum. Bütün milletlerin tarihinde ve özellikle bizimkinde, çok acıklı ve kötü şeyler olmuştur. Ama tanrının yardımıyla benim hükümdarlığım döneminde ve benim yüzümden artık bu gibi şeylerin olmayacağına inanıyorum”.
Padişah bu düşünce ile Selanik Paşası’nı, tıpkı bizim aşırılarımız gibi eski yanılgıları ve kıyımları din perdesi altında yineleyen bu yaşlı Türk’ü görevden aldı. İnsanların en acımasızı ve Osmanlıların en softası olan bu paşanın, sultanın kendisini işten atan buyruğunu aldığında şöyle haykırdığı söylenir: “Her şey bitti, eski inançlar ortadan kalktı! Dünya dinsizlerin eline kaldı”.
Her yerde olduğu gibi Türkiye’de de protokol kuralları değişiyor. Artık Sultan, yabancı elçileri ayakta karşılıyor. Elçiler kendisini üç defa selamladıktan sonra, aralarına giriyor ve konuşuyor. Türkçeden başka dil bilmiyor ve ara sıra birkaç İtalyanca kelime paralıyor. Tek tük Fransızca sözcükler kekelediği de oluyor. Uygarlık yolunda emekleyen milletinin simgesi!
Uygarlık sözcüğünün kendisi bile Türkçeye girmiş. Türklerin bu kavramı karşılayacak bir kelimeleri yoktu. Ah barbarlık!
Yine de zeki insanlar Türkler. Geçen yıl Türkiye’ye giden büyük Duka Konstantin Türkçe bilir ve konuşurdu. Böylelikle onların hoşuna gideceğini sanıyordu. Oysa hiç hoşlarına gitmedi. Bir Avrupalı prensin bu eşine rastlanmayan bilgisini, Türkler art düşünceye bağladılar ve yadırgadılar.
Osmanlı Padişahı devrildi. Millete pahalıya mal olan budalanın biriydi. Bu Abdülaziz’in yerine, yeğeni 5. Murat geçmiş.
Yeni sultan 5. Murat, benim “Les Orientales”imi (Doğulular) Türkçeye çevirtmiş.
5. Murat “Doğulular”ı o kadar güzel çevirtmiş ki Türkçeye, Abdülaziz’i boğdurmuş!
* Anılar, Victor Hugo, Çev: Şiar Yalçın
Hoşaf, tazeden mi yapılır kurudan mı?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.