34,8028$% 0.33
36,8774€% 0.17
44,4850£% 0.27
2.946,33%0,41
2.627,68%-0,13
10.068,42%1,33
Seneler önce aynı iş yerinde çalıştığın bir arkadaşın, neden öyle dediğini şimdi bile anımsamadığın; "Kitap çıkarırsam imza gününde okurlardan ben imza alacağım" sözün üzerine, "Sahi neden yazdıklarını bir araya toplamayı, kitap yapmayı düşünmüyorsun" diye sordu.
Bu sana ilk başta pek mantıklı gelmemişti fakat düşününce "neden olmasın" diye geçirdin içinden; belki yazdıkların kendin için yol gösterici olmamıştı ama başkaları için olabilirdi.
Aslında yazarken tarifsiz zevkler alıyor, bir süreliğine de olsa yarattığın kahramanın kişiliğine bürünüp, onun gibi bakmanın, yürümenin, konuşmanın mutluluğunu yaşıyordun. Sonra virüs bulaşmış bilgisayarda kendiliğinden açılan sayısız internet sayfası gibi kırgınlıklar, hüzünler, ölümler, yaşam hengâmesi açılıyordu önünde peş peşe… Biraz daha fazla para kazanma hırsıyla yazmaya ara verdin, arada sırada ilham geldikçe sağa sola notlar alıyordun ama o da kapağı açık kalmış gazlı içecek gibi sonradan bir tat vermiyordu.
Birkaç gün sonra, gereksiz şeyleri, kullanım ömrünü tamamlamış eşyaları kolilere koyup depoladığın, evin alt katındaki toza, toprağa, örümcek ağlarına bulanmış bodruma indin.
Dokunduğun her şey geçmişten bir an’ı, bir zamanı şimdiye taşıyordu. Bir süre sonra tıka basa dolu bir valizde yazdıklarını buldun. Yirmi beş sene öncesinden başlayan ajandalar, dergiler, sarı saman kâğıtlarına yazılmış anekdotlar, şiirler, öyküler, denemeler tümü ordaydı. Hepsini heyecanla eve taşıdın, içindekileri itinayla odana tarih sırasına göre yaymaya başladın. Akşama doğru ayıklama işin bitti.
Yemekten sonra belki de günlerce yaşamla olan bağlarının kopmasına sebep olacak uğraşın başlamıştı. Odadan lüzumlu ihtiyaçların haricinde çıkmıyor; hoşuna giden, duygularını okşayan, başkalarının da işine yarayacak, ders almalarını sağlayacak yazıları, notları bilgisayara geçiriyordun.
Gözün, kapağına siyah üzerine altın sarısı semboller, şekiller çizilmiş deftere ilişti. Defterin ilk sayfasına yazdıklarını okurken fark ettin ki ilk satırından itibaren, okudukların aslında yaşadıklarındı. Daha çok önemli anların, verdiğin hayati kararların, yaptığın hataların, iyiliklerin gün gün yazıldığı…
Günlük mü tutmuşum yoksa, diye düşünecek oldun, imkânsız, en başarısız olduğun şeydir günlük.
“Aklım bana oyunlar mı oynuyor, yoksa abandone mi oldum, göz yanılması mıdır nedir”, deyişin sesli olarak dudaklarından döküldü.
Cesaretini toplayıp ellerin titreyerek okumayı sürdürdün, okudukça gözlerin yerinden çıkacakmış gibi oluyor, kalbin yakıtına su karışmış motor gibi patır, kütür atıyordu. Bugüne kadarki sayfaları bitirmiş, artık geleceğini okumaya başlamıştın…
“Yazı benim yazım, yazgı benim yazgım”.
Geri kalan sayfaları okumaya cesaret edemedin. Kalkıp pencereyi açtın. Yıllar önce bıraktığın ama kısa süre önce tekrar içmeye başladığın sigaranı yakıp, nefesini gecenin yüzüne yüzüne üfledin.
Hz. Âli’nin kader konusunda söylediği, “O karanlık bir yoldur, ona girme. O sana gizlenmiştir. Fazla karıştırma” sözü aklına geldi. Korkuya kapıldın, ne yapacağını bilemedin. İçinde bulunduğun durumu kimseye açıklayamazdın, bilgisayarın yanındaki defter sana, sen ona öylece bakıyordunuz.
Koltuğa çöktün, başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladın, Zekâ düzeyin, içinde bulunduğun durumu anlamana, tanımlamana izin vermiyordu. Sonunda göz kapaklarına güç yetiremedin, için geçti, uyuya kaldın.
Uyandığında saate baktın. Nerdeyse öğlen olmuştu, gece yaşadıklarını hatırlayınca ürperdin. Ne yapacağın hakkında hiçbir fikrin yoktu.
“Biraz dolaşıp kendime gelmeliyim”
Sokağa çıktın, nereye gideceğini bilmiyordun. Adımların seni, çocukken sahiplerinin sen hariç hiçbir seyyar satıcıya izin vermediği, deniz kenarındaki semtinizin en sevdiğin mekânı Lale Çay Bahçesi’ne götürdü. Boş bir masaya oturdun, sigaranı yakıp bir kahve söyledin.
Kahvenin son yudumunu içmiştin ki yan masada oturan yaşlı bir kadın, kalkıp masasına doğru ağır aksak yürüdü, titrek elleriyle zar zor zapt ettiği fincanı ters çevirip, “ah evladım çok dertlisin falına bakayım mı?” diye sordu.
Boş boş güldün. Evde cesaret edip açamadığın, geleceğinin yazılı olduğu defter öylece okunmayı beklerken…
-Bak bakalım, dedin.
Yaşlı kadın, serçe parmağıyla dibinin ısısını kontrol ettikten sonra ters çevrilmiş fincanı kaldırıp kendine çevirdi. Kahve telvelerinden oluşan izleri anlamak için fincanı bir topaç gibi döndürmeye başladı, az önce titreyen ellerinden eser yoktu.
– Ne görüyorsun içim mi kabarmış? Üç vakte kadar ne var? Kısmet var mı kısmet? Hah hah ah ha…
-Vah vah vah! Ah evladım, senin durumun içler acısı, dedi sert bir ses tonuyla, üzerinde sır perdesi var senin, hiçbir şey göremiyorum. Fakat yedi camiden birer şişe su alır da birbirine karıştırıp yedi gün boyunca Ayet-el Kürsi okuduktan sonra içersen, sonra kalanıyla bir leğenin içinde boy abdesti alıp arındığın suyu yedi yol ağzına dökersen belki perde aralanır. İşte o zaman söylerim üç vakte kadarı, beş vakte kadarı…
Fincanı yavaşça tabağa koyup kendinden beklenmeyen bir çeviklikle sandalyeden kalkıp gitti. Söylediklerine mi kızmıştı da böyle davranmıştı, yoksa gerçekten hiçbir şey görememiş miydi anlamadın. Umurunda da değildi zaten.
Stresten “için kıyıldı”, tost söyledin. Bir süre daha oturduktan sonra kalktın seyrüsefer halindeki kalabalığa karıştın.
Karşından
gelen gelene
yanından
geçen geçene
sen mi gidiyorsun
onlar mı
onlar mı duruyor
sen mi
bilmiyorsun
bildiğin;
anlayamadığın gideni.
Eve döndün. Kafan allak bullak bir halde internette araştırmaya başladın kader konusunu. Derken bir ayete denk geldin:
“Bilmez misin Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir. Bu, bir kitap içindedir. Bu Allah’a çok kolaydır” Hac, 70.
Sonra bir başkası:
“Ne yerde ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılı olmasın. Doğrusu bu Allah’a kolaydır” Hadid, 22.
Okudukça sıkıntın artıyor, sıkıntın arttıkça okuma isteğin tavan yapıyordu. Tek başına bunun üstesinden gelmen mümkün görünmüyordu. Yaşlı kadının söyledikleri, eski Türk filmlerinde sevgilinin söylediği olumsuz sözlerin, başrol oyuncusunun beyninde yankılanması gibi kafanda yankılanıyordu.
Oldum olası büyüye, sihre, fala karşı çıkmış olmana rağmen, semtinizde bulunan camilere hangi sırayla gideceğini belirledin. Zaman kaybetmeden evden çıktın, o gece ve sonraki yedi gece boyunca yaşlı kadının istediklerini yerine getirdin.
Ardından gazete bayisinden vakit geçirmek için onlarca gazete, dergi aldın. Lale Çay Bahçesi’ne gidip aynı masaya oturdun, bir yandan gazete okuyor, diğer yandan da göz ucuyla etrafı kolaçan ediyordun.
Zaman su gibi akıp gitti. Sayısız çay, kahve tükettin, birkaç kez karnını doyurdun. Yaşlı kadın akşamüstü denizde batan güneşin kızıllığında çıkıp geldi. Hiçbir şey demeden yanındaki boş sandalyeye oturdu.
-Nasılsın evladım?
-Teşekkür ederim iyiyim, siz nasılsınız?
-Nasıl olayım hep aynı. Söylediklerimi yaptın mı?
-Evet, yaptım
-Güzeeel şimdi söyle birer kahve de falımıza bakalım
-Garson bakar mısın?
Gelen kahveler içildikten bir süre sonra fincanı eline almasıyla bırakması bir oldu. Sandalyeden kalkıp gidecekken kolundan tutup, başından geçenleri anlattın. Sanki başından sürekli böyle bir olay geçiyormuş, her gün böyle şeyler dinliyormuş gibi sakince dinledi. Çantasından artık seri olarak üretilen bir cevşen çıkardı, gözlerini evire çevire bir dua okuduktan sonra sana uzattı.
– Al bunu, bu seni belalardan korur, benden bu kadar, ben sana yardım edemem.
– Ne yapmalıyım, ne etmeliyim bilmiyorum. Geleceğimi okuyayım mı? Bana yardım et.
– İstersen Ayvalıklı Murat Hoca diye birini tanıyorum, senin derdini bir o çözer.
– Nasıl bulurum Murat Hoca’yı?
– Telefon numarası var bende. Vereyim ara, numarayı benden aldığını söyle, ona anlat derdini.
Hemen Murat Hoca’yı aradın. Başından geçenleri, ne var, ne yok en ince detayına kadar aktardın.
Besmele çekip anlatmaya başladı:
– Allah, mahlûkatın kaderlerini Levh-i Mahfuz’a yazmıştır. Allah önce kalemi yarattı ve ona “yaz” emrini verdi. Kalem: “Ne yazayım ya Rab?” dedi? Allah: “Kıyamete kadar olacak her şeyi yaz!” buyurdu. İnsana isabet eden şey, mutlaka isabet edecektir, isabet etmemesi diye bir durum söz konusu değildir. İsabet etmeyecek şeyin de isabet etmesi söz konusu değildir. Kaderle ilgili yazı kurudu ve sayfalar dürüldü…
Sonra bir soluklanıp;
– İki gün sonra İstanbul’da işlerim var, gelince bakarım. Yok işim acele, dersen defterini al Ayvalık’a gel, kime sorsan evi gösterir, dedi.
Hemen yola çıktın, sana ancak Murat Hoca yardım edebilirdi, Ayvalık’taydın…
Gözüne kestirdiğin bir kafeye geçip oturdun. Sigara yasağını kaldırımlara kadar uzattıkları sürgülü camlarla delen yurdum esnafını takdir ederek bir şeyler atıştırdın. Adalar manzarası eşliğinde sigara yaktın. Telefon etmek aklına geldi, aradın açan olmadı. Garsona, Murat Hoca diye birini aradığını söyledin. “Hangi okulda?” sorusu aradığın cevap değildi. Hesabı ödeyip kalktın.
Birkaç esnafa daha sordun, tanıyan çıkmadı. Belki cami cemaati tanır, düşüncesiyle çarşıda dolaşıp, namaz saatine doğru Hamidiye Camisi’ne gittin. Orada da Murat Hoca’yı aradığını söyledin. Sonunda bastonuna iki eliyle sarılarak ayakta zor duran bir ihtiyar, oturduğu yeri bildiğini söyledi. Adresi tarif etti, on dakika sonra aradığın yerdeydin.
Bahçe kapısını geçip zili çaldın, açan olmadı. Bir süre bekleyip tekrar çaldın, geçten geç “kim o” sesi geldi. Murat Hoca’yla görüşmek için geldiğini söyleyip ismini verdin, kapı açıldı. Kapıyı açan kişi “hoş geldin” deyip içeri buyur etti. Gösterdiği koltuğa geçip oturdun. Defteri uzatıp durumunu tekrar anlattın.
Defteri istedi, verdin. Anlamadığın mırıltılar eşliğinde okudu. Yüksek sesle dualar etti. Gözlerini ve tüm duyularını kapatıp astral seyahate çıktı. Geri döndü, yanında birileri varmış gibi sorular sordu. Duymadığın cevapları dinleyip yenilerini sordu. Ve sonunda düşüp bayıldı.
Bir süre, kendine gelir diye bekledin, bardaktaki suyla yüzünü ıslattın, uyandı. Sürahiden diğer bardağa su doldurup bir yudum aldıktan sonra anlatmaya başladı:
“Dinle oğlum, Allah insanla birlikte ölene dek onunla olan iki özel melek yaratmıştır. Be meleklere Kiramen Kâtibin denir. Kiramen Kâtibin bu ikisinin ortak ismidir. Sağdakinin ismi Rakip soldakinin ismi ise Atid dir. Sen her nasıl olmuşsa bu iki meleğin tuttuğu o deftere ulaşmışsın. Kalan sayfalar boş, bunu doldurmak ya da doldurmamak senin elinde. Yaptığın iyilikler ve kötülükler yazıldığı için ömrünü bir çırpıda bitirebilirsin veya etliye sütlüye karışmadan uzunca bir süre yaşayabilirsin, tercih senin.
Suya sabuna dokunmadan eve döndün. Kapandığın odada öyküler yazıp kimselere ilişmeden kalan ömrünü tamamlamayı beklemeye başladın.
Pürmüz-Gürz-Gürbüz
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.