35,9976$% 0.22
37,2320€% -0.56
44,6905£% -0.07
3.307,64%0,36
2.860,40%0,15
9.951,65%1,11
1
Son iki yıldır hayat ciddi bir şekilde değişti. En önemlisi, ilginç bir olay; hırsızlık neredeyse bitti. Herkes gayet pozitif ve ağırbaşlı oldu. Daha az hırsızlık yapılıyor. Neredeyse kimse rüşvet almıyor.
Hicivcinin kalemi pek yakında pas tutacak gibi.
Tabii ki rüşvet faslında mevzu biraz daha karmaşık.
Rüşvet almıyorlar da, para alıyorlar. Toplumun eğitimi bağlamında yeni ahlaki akımlar ortaya çıkıyor. Toz dumana karışıyor, neyin ne olduğunu anlamıyorsun ilk bakışta.
Geçenlerde güneyde bir yerde bu alanda bir kurnazlığa rast geldim. Başkaları da günahsız yere aynı duruma düşmesin diye meseleye bir ışık tutmak isterim.
Olay şu: bir otelde, oda vermemek için münakaşa çıkarmaya kalktılar. Anlayacağınız, rüşvet almak istediler.
Tabii eskiden, birkaç yıl önce de bu sıradan konuda öyle bir hikâye yazardım.
2
Varsayalım ki dostlarım, bir vapurda gidiyorum.
Tabii, Karadeniz. Görülmemiş bir güzellik. Dağlar. Kartallar uçuyor. Her bir şey var. Ne ararsanız yani.
Bu güzelliğe bakıyorum, insanlara da öyle bir hürmet hissi duyuyorum ki içimde!
"İşte," diye düşünüyorum, "İnsan hayatın efendisi: gemiye binmiş gidiyor, ister kartallara bakar, isterse de sahile inip bir otele yerleşir."
Ruhumda öyle bir ferahlık var ki!
Tabii hoşnutluk vermeyen bir düşünce de var zihnim de: oraya ulaşınca en adisinden de olsa bir oda bulabilecek miyim acaba?
Vapurda öyle bir tasa içindeyim ki… Kaptan geliyor:
"Beyefendi," diyor, "halinizi görmek beni çok üzüyor. Nereye gidiyorsunuz? Ne hesaplıyorsunuz? Aydan mı düştünüz buraya?"
"Niye ki?" diyorum.
"Yani," diyor, "Çocuk değilsiniz ya? Nerede kalacaksınız? Ne demeye gidiyorsunuz? Siz gidip sıkıntıya düşmeyesiniz diye vapuru geri çevirmeye bile hazırım."
"Yani," diyorum, "acınacak halde miyim?"
"Eğer tanıdığınız varsa bir otelde oda bulursunuz; akrabanız, sütkardeşiniz falan var mı? Ben," diyor, "sadece şaşırdım halinize."
"Hallolur," diyorum, "yeri gelince diklenmeyi de bili rim, öyle otelde kuru gürültüye pabuç bırakmam. "
Kaptan diyor ki:
"Ne haliniz varsa görün! Ben uyardım. Gerisini keyfiniz bilir. İsterseniz vapurdan atlayın."
Öyle vardım gideceğim yere.
Elimde iki parça şey var. Birincisi gayet sıradan bir Sovyet sırt çantası. Hiç ilginç bir tarafı yok. Öbürü de, muhteşem, kaplamalı bir valiz.
Sırt çantasını gazeteciye bırakıyorum; damalı ithal paltomu atıyorum sırtıma; aynı şekilde ithal valizimle birlikte otele damlıyorum.
Kapıcı diyor ki: "Boşuna girmeyin, oda yok."
Resepsiyona yaklaşıp kırık bir Almancayla diyorum ki:
"Ein chamber zimmer," diyorum, "jawohl! "
Resepsiyondaki diyor ki: " Hey babalar, bir yabancı düştü!"
Ve o da kırık Almancayla cevap veriyor.
"]awohl, jawohl. Ohne chamber-zimmer, kesinlikle jawohl. Bitte, dritte dakika. Şimdi düzgün ve tahtakurusu az bir oda ayarlıyorum."
Acayip mağrur bir pozda bekliyorum. Yabancı dilde konuşmaya bayılan resepsiyoncu soruyor:
"Pardon," diyor, "beyefendi, özür dilerim. Konsetes Almanya, oder başka bir yer mi?"
"Hay Allah," diye düşünüyorum, "Almanca ne diyeceğim şimdi?"
"No," diyorum, "lch bin eine chamber-zimmer İspanya. Compraindez? İspanya. Padcspan. Camamilia."
Resepsiyoncu hepten allak bullak.
"Hey babalar," diyor, "daha önce hiç İspanyol düşmemişti. Bir dakika," diyor. "Nasıl denir," diyor, "biliyordum yahu, işitmiştim. İspanya, Padespan; Espanol ka… "
Onun da elleri titriyor, benim de. İkimiz de böyle titreşip konuşuyoruz.
Kırık bir İspanyolcayla konuşuyorum:
"]awohl," diyorum, "bitte, sir bitte. Valizimi," diyorum, "odama getirin. Sonra da," diyorum, "konuşalım, ne lazımsa anlaşalım."
"]awohl, jawohl," diyor beriki, "endişe etmeyin."
Yalnız belli ki ticari bir hırs ağır basıyor. "Şimdi mi ödeyeceksiniz?" diyor, "ihr döviz oder bizimkiyle mi?"
"Parmaklarıyla da her yabancının anlayacağı bir işaret yapıyor. Diyorum ki:
"Ben yok anlamak. Şu valizi," diyorum, "çabucak götürün de."
"Hele bir odaya yerleşeyim de gerisini sonra hallederiz," diye düşünüyorum.
Valizimi kaldırıyor. Heyecandan öyle bir sıkı sarılıyor ki üstelik kilidi bozuk valiz açılıveriyor.
Valiz açılıyor ve tabii, doğruca söyleyeyim, bir sürü ıvır zıvır ortalığa saçılıyor: beyaz fanila, paçalı don, bir kalıp sabun, ülkenizin mütevazı süprüntüleri.
Resepsiyoncu bunlara bakıyor, bembeyaz kesiliyor, tabii mevzuyu anlıyor.
"Seni adi herif," diyor, "göster bakalım kimliğini."
Diyorum ki: "Anlamamak var. Oda yoksa" diyorum, "ben gideyim."
Resepsiyoncu, kapıcıya diyor ki: "Gördünüz mü? Şu süprüntü yabancı ülke bayrağıyla gelmeye kalktı. " Çabucak eşyalarımı toplayıp çıkıyorum.
Başka bir otelde oda buluyorum: normal ücretin üzerine bir de elli ruble.
3
Gördüğünüz gibi üç-dört yıl önce de aynı konuda bir hikâye anlatabilirim.
Ama tabii, gençlik. Tasasız düşünceler. Olaylara boş bir bakış.
Şimdiyse böyle değil. Şimdi gerçeğe daha yakın olmak gerek. Abartmamalı, uydurmamalı, dört takla atıp lafı uzatmamalı. Artık öyle bir sürü masala fazla gerek yok.
Yani daha iyiye gitmiş olarak, her tür yalandan uzak konuşmalı.
Ve bu konudaki hikaye de hakikaten tamamen yaşanmış, her tür süslemeden, her tür uydurmadan uzak, akademik bir tarzda yazılmıştır.
4
Vapurdan iner inmez doğruca otele gittim.
Yarım ağızla gülümseyen resepsiyon görevlisi benden önce, daha kapıdan girerken konuştu:
"Şu zamane müşterilerine acayip şaşırıyorum, biliyor musunuz. İner inmez doğruca bize geliyorlar. Sanki bizde hepsi için de oda hazır edilmiş de… Neyiniz var, aydan mı düştünüz siz? Durumu anlamıyor musunuz?"
Çıkmaya davranıyorum, ama kapıcı hafifçe iç çekerek diyor ki:
"Neden biliyor musunuz? Oda sıkıntımız var da. Hiçbir yerde oda yok. Tabii bizde bulunabilirdi ama… İyisi mi, resepsiyoncuyla tatlılıkla konuşun."
"Allah kahretsin," diyorum, "ne istiyorsunuz?"
Resepsiyoncu yerinden, başının üzerinden kapıcıya sesleniyor:
"Size şaşıyorum, Fyodr Mihayloviç. Boş yerimiz mi var? Ne diye tutuyorsunuz? Evet bir oda var ama kendiniz de biliyorsunuz, anahtarı yok. İsterse tutsun."
Diyorum ki:
"Tamam, anahtarsız olsun." " Peki, anahtarsız odayı alın," diyor resepsiyoncu.
"Yalnız, bizde hırsızlık olur. Her bir şeyi yürütürler, bana inanın.,
Diyorum ki:
"En kötü durumda ben de odadan ayrılmam. Deniz tuttu, zorla ayakta duruyorum."
"Peki," diyor resepsiyoncu, yalnız uyardım: anahtar kayıp, kapı kilitli. Belki de ters anladınız: yani anahtar kayıp da kapı açık duruyor gibi yani."
"Merhamet edin,"diyorum,içeri giremeyeceğim odayı ne yapayım ben."
"Ben bilmem," diyor resepsiyoncu. "Canınız nasıl ısterse."
Kapıcı yanıma yaklaşıyor: "Ben size bir akıl vereyim." Üç ruble uzatıyorum. "Mersi," diyor. "Dilerseniz bir koşu yan sokağa gideyim. Bizim çilingir orada çalışıyor. Maymuncukla kapıyı açabilir."
Çilingir geliyor.
"Evet," diyor, "Tabii, mesele anlaşıldı. Kapıyı açmak," diyor, "iş değil. Ama ta en üst kata çıkamam şimdi; her dakikam değerli benim."
Çilingire de bir beşlik veriyorum.
Kapıyı maymuncukla açıyor ve dost canlısı bir sesle diyor ki:
"Evet," diyor, "tabii, mesele anlaşıldı. Anahtarsız bir odada oturmak pek de hoş değil. Belki de, canınız bir şeyler yemek ya da bir-iki tek atmak için bir yerlere gitmek İsteyecek, ama aptal gibi burada oturmanız gerekecek."
"Of," diyorum, "bunun için de mi birini çağıracağım!"
"Yok," diyor, "sudan ucuz, ben sizin için sekiz ruble ye bir anahtar yaparım."
Anahtar da hazır. Paşalar gibi yatıyorum yatakta. Yan odadan bir gramofon sesi geliyor. Vertinskiy şarkı söylüyor. Odada volta atıyorum. Anahtarım sayesinde kendimi komşumla aynı seviyede hissediyorum tabii.
Akşam, biraz dolaşmaya çıkıyorum, ama resepsiyon görevlisi diyor ki:
"Biliyor musunuz, anahtar meselesiyle başınızı çok ağrıttık… Kaybolduğunu sanıyorduk ama meğer başka çivide asılıymış."
"Sağlık olsun," diyorum, "oda beş ruble, geri kalan masraflar da on altı ruble."
"Nasıl yani," diyor, "on altı ruble mi?"
"Evet," diyorum, "on altı ruble. Kapıcıya üç, çilingire beş, anahtara sekiz."
"Hangi anahtara?"
"Çilingirin getirdiği anahtara."
"Affedersiniz," diyor, "o adi size bizim anahtarı vermedi mi? İşte," diyor, "bizimki yerinde değil, onu vermiş size. Durun bakalım, ben şimdi ona… "
"Demek ki sizin burada bir alavere-dalavere var," diyorum.
Resepsiyoncu ücretlerin düşüklüğüyle ilgili bir şeyler evelemeye, yalanlara başlıyor, sonra elini sallıyor ve yeni bir müşteriyle konuşmaya koyuluyor.
Dediğini işitiyorum:
"Evet, bir oda var ama anahtarı yok."
Otelden hızla ayrıldım.
Lafı gelmişken, tren biletlerinde de aynı türden bir düzen ve ek giderler olacağını sanmıştım ama hiç de öyle çıkmadı. Bileti bir tanıdık aracılığıyla aklını ve devlet ne kadar ücret koymuşsa o kadar ödedim. Böylece güneyden tam bir gönül rahatlığıyla döndüm.
(1932)
Şairin imkansız tercihi: İntihar? Mücadele? Alkol?..
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.