34,3122$% 0.21
37,2200€% -0.48
44,4322£% 0.46
3.017,79%-0,07
2.736,14%-0,26
8.885,00%0,24
Bazı insanların değişik huyları, değişik alışkanlıkları vardır: Kimi, misafirlikte ikram edilen yiyeceklerden sonra getirilen cam tabaktaki el örgüsü, yün, el temizleme bezinin, ellerini daha kötü kokutacağını bildiği için (tecrübeyle sabit) o bezi asla kullanmayıp yıkamayı tercih eder ellerini (benim gibi). Kimi, el öptürmez (sen öpücem diye eğildikçe boynun deveboynu, dudakların zürafa dudağı gibi uzar ha uzar). Kimi, gece tuvalete kalkmaktansa sabaha kadar kabuslara gark olur. Kimi de arkadaşının evine girer girmez lavaboya koşup, banyodaki fayansları çınlata çınlata sümkürür (Adem abi gibi).
O gün yine kapımda belirdiğinde, “Çava bi dur, çekil kenara!” diyerek lavaboya olan özlemini dindirmek üzere banyoya daldığında ben banyo kapısına ritmik vuruşlar yaparak sümkürmesine melodik bir altyapı oluşturmaya çalışıyordum.
İçeri geçip oturunca açılan kanalları tekrar ziftle sıvamak için bir sigara yaktı. Kıpır kıpır olmasından ve sürekli zap yapmasından anladım bana bir şey söylemek için sabırsızlandığını. “Çavoli ne kıprayıp duruyon keşkül gibi?” diye sorunca aradığı mecrayı bulup aktı Adem abi: “Çava beş kasa on numara çekirdeksiz üzüm aldım bugün, benim bahçeye gidip şarap yapalım yarın!” . “Çavoli kaçak içki işine mi giriyon, bu işler bize göre değil, bizim yapacağımız üzüm suyu sirkeye döner, beceremeyiz” dedimse de bir türlü ikna edemedim Çavostaksis’i. “Çava, ben her şeyi ayarladım, leğen aldım, fortum aldım, maşrapa aldım, evladiyelik turşu bidonu da aldım” deyince itirazlarımın faydasız olduğunu anlamıştım. Çünkü adam dev yatırım yapmış ve kaçak içkinin olmazsa olmazı olan tüm malzemeleri tedarik etmişti. “Çavostaksis merdiven var mı bahçede?”. “Var ama seyyar merdiven var” . Böylece merdiven altı kaçak içki imalatının bütün unsurları tamamlanmış olduğu için benim içimdeki olmazlanma yerini yasadışı iş çevirmenin tatlı heyecanına bıraktı.
Ertesi gün Adem abinin arabasının kornasını duymamla aşağı inmem bir oldu. Bahçeye doğru giderken “Çava! Bunda kötü bi şey yok, kendimiz yapıp kendimiz içcez” diyerek beni rahatlatmaya çalışırken, benim çoktan bu yola baş koyduğumdan haberi yoktu.
Adem abinin bahçesi yarı toz, yarı toprak zeminli bir araziydi. Kendi yaptığı altı uç taraftan tek tekerlekli tahta kapıyı açıp girdiğimde gördüm toz zemine diktiği domates, biber ve patlıcan fidanlarının yeşerip meyveye durduğunu. Niye toprağa değil de toza diktiğini ve hadi o dikti diyelim nasıl olup da o fidanların meyve verdiğini düşünerek yürürken, yine kendi elleriyle yaptığı derme çatma, pencereleri kalın naylonla kaplı, kapısı eski ev odalarından çıkma kulübesini gördüm. Kapının hemen yanında da duvara yaslanmış merdiven vardı. “İşte benim sarayım Çava!” dedi Adem abi, bıyık altından ama gururla gülümseyerek.
Kulübenin içinde eski bir çek-yat, yerde pürçeklenmiş eski bir halı, bir tahta sandalye ve henüz kurulmamış boruları yerde boynu bükük yatan hüzünlü bir kuzine soba vardı. Ben içeriyi incelerken, Adem abi arka tarafa istiflediği üzüm kasalarını ön tarafa taşımaya başlamıştı bile.
Dışarı çıktığımda üzüm kasalarının yanında güneşin sarısıyla yarışan bayrak kırmızısı büyük bir leğen, mavi bir maşrapa, hortum ve evladiyelik turşu bidonlarıyla karşılaştım. “Çava teşkilat tamam, hadi başlayalım” diyerek işe girişti. Ben de çorbada tuzum bulunsun düsturuyla önce merdiveni getirip, leğenin üstündeki eğreti merteğe yaslayıp üzümleri yıkamaya başladım. Merdiveni yaslarken Adem abinin sorularla dolu, şaşkın bakışlarını yakaladımsa da ne o sordu ne de ben bir şey söyledim. Yıkandıkça rengi berraklaşan, neredeyse saydam hale gelen üzümlerin yeşile çalan sarısının tadına bakmamak olmazdı elbette.
Yıkama işlemi bitince üzümlerim üç kasasını leğenin içine döktük birlikte. Adem abi büyük bir şevkle giydiği bok kahverengisi plastik çizmeleriyle leğene girdiğinde kaçacak hiçbir yerleri olmayan gariban üzüm tanelerinden “şırk şırk “ diye sesler geliyordu. Sapıyla, salkımıyla hunharca ezildi taneler zalim çizmelerin altında.
Leğenden dışarı zıplayan Adem abi, maşrapayla posanın üstünde kalan suyu itinayla evladiyelik bidonlara aktarırken yüzüne yansıyan keyfi iyice belli ederek, “büyük bi iş yapıyoruz Çava, kendinle iftihar etmelisin” dedi. Bana söylüyormuş gibi yapıyordu ama kendini övüyordu aslında. Posanın içine saklanan son suları leğenle dökerken, ben de bidonu kaçış yolu zannedip bidona akmaya çalışan posaları yakalamaya çalışıyordum tülbentle. Posa geçişini engelledimse de Adem abinin kel kafasından tülbente damlayan terleri engelleyemedim maalesef.
İkinci ve son seansa başlarken, ilk sıkımdan sonra leğenden çizmeleriyle çıktığını fark eden Çavostaksis, çamurlu çizmeleri yıkayıp devam etmek yerine, çizmelerini ve çoraplarını çıkarıp çıplak ayaklarıyla daldı bu sefer leğenin içine. O sırada orda bulunan üzümler kendilerinden önce ezilen arkadaşlarının daha şanslı olduklarını düşünüyorlardı muhtemelen. Benim afallamış ve ürkek bakışlarımı gören Çavoli “Çava! Böyle daha iyi oluyo, hem organik hem de aromatik olur, plastik çizme çok da sağlıklı bi şey değil sonuçta” derken altındaki leğenin, maşrapanın ve doldurduğu bidonun plastik olduğunu unutmuş gibiydi. Adem abinin ayak parmakları arasında bir görünüp bir kaybolan zavallı tanecikler, bazen mantarlı ayak başparmağının üstüne yapışıp bazen de bileğindeki tek tük kıllara tutunarak kurtulmaya çalışıyorlardı ekmek tahtası gibi ayakların işkencesinden, vücutlarının bir kısmını kaybetmiş olsalar da.
Şekerli suyunu ve mayasını da ekleyen Çavoli gaz çıkışını sağlayacak olan hortumlu düzeneği de kurduktan sonra içerdeki tahta sandalyeyi kapı eşiğine çıkarıp sigarasını ateşledi. Uzaklara bakıp derin bir nefes çektiğinde hala ayaklarında olan birkaç posa, takatleri kalmadığı için hiçbir şey düşünemiyorlardı muhtemelen.
Aradan geçen yirmi günün sonunda “Çava! Yarın büyük gün, beklenen gün geldi! Bahçeye gidiyoruz ve şarabı içmeye başlıyoruz” dedi telefonda. “Abi” dedim. “Ben şarap sevmiyorum aslında, hele hele organik şarap hiç sevmiyorum” dedim.
Eylül’ü dokuz geçerken güzel İzmir’in kurtuluşunun üzerinden doksansekiz yıl geçmişti.
Mehmet İlhan’dan 3 mini öykü
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Her ne kadar şaraptan soğutsa da güzel bir hikayeydi.
Teşekkür ederim Yasemin Saraç 🙂 Ve fakat şaraptan değil organik şaraptan soğuyun lütfen 🙂