34,9515$% 0.16
36,6973€% 0.2
44,1392£% -0.26
2.986,24%-0,66
2.658,49%-0,78
10.125,46%0,66
Suat Emin, çocukluğunda oyuncaklarla doya doya oynayamadı.
Daha doğrusu, istediği oyuncaklarla oynayamadı! Bir erkek kardeşi, annesi ve anneannesi ile beraber yaşadığı ailesi yoksuldu ve zor geçiniyorlardı. Ayda en fazla iki defa sofraya konabilen sucuk kızartması büyük nimetti; herkes ekmeğini koparıp yağlı tavanın başına üşüşüyordu. Bu şartlar altında, Suat’ın oyuncakları da yırtık bir telli araba veya patlak bir toptu. Çok bunalırsa, kendisi kartondan kesip yapıştırarak birşeyler uyduruyordu. Tabii hiçbiri teneke veya sert plastik oyuncaklar gibi sağlam ve eğlenceli olmuyordu. Bir keresinde annesi paraya kıymış, kadıncağız ona Aksaray yeraltı geçidindeki dükkanlardan teneke bir uçak satın almıştı. Hepsi bu. Fakat Suat, ilk kez mahalledeki arkadaşı Yıldıray’da gördüğü, Lego oyuncaklarına gönlünü kaptırmıştı.
Bu çocuk, varlıklı bir ailenin tek çocuğuydu, binlerce parçalık legoları vardı. Bu noktada, konuya pek ilgisi olmayan okurlarımız için, sorumlu ve araştırmacı bir yazarlık örneği göstererek biraz bilgi aktaralım: Lego, dünyaca meşhur bir oyuncak markası olduğu kadar, aynı zamanda bu tür birleştirme oyuncaklarına verilen genel bir isimdir. Tabii bu türün en iyisi gene Lego markasıdır. Suat Emin’in çocukluk arkadaşı Yıldıray’ın oyuncakları, Almanya’dan getirtilmiş gerçek Legolardı ve Suat’ın aklını başından alan farklı biçimlerdeki binlerce rengârenk parça, bölmeli kutulara özenle yerleştirilmişti. Bu plastik çeşitliliğin yanı sıra, içlerinde, hareketli tren veya yarış arabası yapabilmek için elektrik düzenekli, motorlu parçalar bile vardı!
Tek sorun, Suat’ın içeriye alınmamasıydı. Belki de mahallenin yoksullarının oturduğu o döküntü evlerden geldiği için, ya da başka bir sebeple bilemiyoruz, Yıldıray’ın annesi onu içeriye davet etmez, hattâ çoğu kez apartmanın bahçesine de sokmazdı. Suat, bahçe duvarı üzerine oturarak, biraz uzaktan seyrederdi legoları. Arkadaşı, küçük parçaları birbirine ekleyerek yaptığı kamyon, tavşan gibi tasarımlarını havaya kaldırıp, gösterirdi ona. Zavallı Suatcık, dudaklarını ısırırdı. Bir keresinde, bir bayram günü, nasıl olduysa bahçeye davet edilmiş, plastik lego parçalarına yakından bakma, hattâ eline alarak dokunma hazzını yaşamıştı. Her neyse sevgili okurlar, Suat’ın bu garibanlığını anlatarak doldurmayacağız elbette öykümüzü! Amacımız o değil. Çocuk Suat’ı, arkadaşının oda penceresinin önünde görüyoruz son olarak: Yıldıray, perdeyi aralayarak, en son yaptığı helikopteri gösteriyor arkadaşına. Suat, gülümseyerek bakıyor cama. Ve biz de zaman atlayarak, yirmibeş yıl sonrasına gidiyoruz:
Suat Emin, 35 yaşına gelmişti. Üniversiteye gitti ama bitirmeden bıraktı. Gençliğinde yıllarca çalıştığı duvar kağıdı ve dekorasyon mağazasının sahibi yaşlanınca, adamın oğluyla beraber dükkana ortak oldular. Sevdiği bir kadınla evlendi, bir çocuğu dünyaya geldi. Herşey güzel gidiyor görünürken, Suat’ın bir problemi ortaya çıktı. Artık mutsuzdular. Karısı ile arası gergindi, kadın boşanmayı istiyordu. Şimdi de zamanda az birşey geriye sıçrayarak, bunun sebebini öğrenelim:
Suat, çocukken oynayamadığı o oyuncakların verdiği acılı hüzün duygusunu çoktan unutmuştu. Araya bir sürü başka şey girmişti. Kızlara ilgi duymuştu. Sinemaya gitmişti, biraz kitap bile okumuştu. İşine vermişti kendini; hem mağazada satışla ilgileniyor, arasıra da ustalarla beraber bir müşterinin evine duvar kağıdı kaplamaya gidiyordu.
Evlenmeden beş-altı ay önce kadar, bir gün kaldırımda yürürken, bir mağazanın vitrininde duran Lego oyuncağına gözü takıldı. Turuncu ve siyah renklerde bir yarış arabası modeliydi. Çok güzeldi! Birdenbire şimşekler çaktı Suat’ın kafasında. Şimşeğin bir ucu çocukluğunda, Yıldıray’ın penceresi önündeydi; diğer mavi sivri uç ise, şu an dükkanın önünde kafasına saplanmıştı. Basit bir gerçeği, onca yıl sonra ancak fark edebilmişti: Cebinde bolca parası vardı şu an! Şu küçük lego oyuncağını rahatça satın alabilirdi. Hatta isterse dört-beş tane bile alabilirdi. Şaşkınlıkla içeriye girdi. Turuncu yarış arabasının bulunduğu bir poşetle mağazadan dışarıya çıktı.
Evde, oyuncağın parçalarını bir masanın üzerine boşaltıp, yarış arabasını müthiş bir heyecanla, neredeyse mutluluktan ağlayarak monte etti. Tuhaf duygular hissediyordu. İşte, yıllardır arzuladığı oyuncaklarla oynuyordu nihayet! Filmlerde, hikayelerde ya da karikatürlerde hep konu edilen o durum aklına geldi: Yoksul bir çocukluk geçiren, oyuncaklarla oynayamayan erkekler hırslanıyor, kendi kendilerine söz veriyorlar, ve büyüyüp meslek sahibi, zengin bir adam olduklarında, evlerinin kocaman bir odasını sadece oyuncaklara, örneğin trenlere ayırıyorlar!
Suat Emin, hayattan böyle bir intikam alma planı kurmamıştı aslında. Ayrıca o sürekli dönüp duran trenleri de sevmiyordu! İsterlerse uzun dolambaçlı rayların etrafına dağ, çimen, kulübeler yerleştirsinler, tren gene de bir çember etrafında dönüyordu sonuçta. Çember duygusundan kurtulmak mümkün değildi.
Daha çok lego türü oyuncakları seviyordu Suat. Hem Legoların, yalnızca çocuklar için değil, eşek kadar adamlar için de tasarlanıp satışa sunulan bolca çeşidi ve teması vardı. Dün aldığı 130 parçalık küçük araba seti, Suat’ın dişinin kovuğuna gitmemişti. Ertesi gün iki tane daha Lego satın aldı! Bu sefer parça sayısı biraz daha fazla olanlarından, ve daha pahalılarından. Hayattaki herşey gibi, oyuncaklar da elbette malzemesinin azlığına-çokluğuna göre değerleniyordu. Ne kadar çok para, o kadar çok plastik.
Ve Suat Emin, hiç anlayamadan, birdenbire lego bağımlısı oluverdi. Haftada en az iki tane Lego set satın alıyordu. Gerçi o, bunun bir bağımlılık olduğunu düşünmüyordu. Çocukluğunda doyamadığı bazı şeyleri şimdi yaşıyordu işte, doğal ve çok samimi bir davranıştı bu. Satın aldığı oyuncakların sayısı daha fazlalaştığında ise, çevresindekilere şöyle dedi:
“İçkim yok, kumarım yok! Benim de tek zevkim, tek harcamam bu.”
Sahiden öyleydi. Kahvehaneye, bara, konsere filan da gitmezdi hiç. Yeni hobisini de bulunca, tamamen evde lego yapmaya ve onları sergilemeye verdi kendini. Monte edip bitirdiği setler için, üç tane özel, camlı vitrin yaptırdı evine. Bu oyuncaklar açıkta çabuk tozlanıyorlardı.
O sıralarda karısıyla tanıştı, altı ay kadar flört ettiler, ardından evlendiler. Bir yıl sonra da bir çocukları oldu. Flört ederken, sevgilisine oyuncaklarını göstermişti Suat. Fakat karısı nedense, onları daha çok abartılı bir dekor, ya da geçici bir hobi zannetmişti. Suat, kendisi de pek farkında olmadığından, büyümeye başlayan bağımlığından söz etmemişti müstakbel eşine. Ayrıca birazcık da utanıyordu. Ortağı Cevahir de şaka yollu, oyuncaklarla oynuyor diye onu ayıpladığından, artık mümkün olduğunca gizliyordu bu tutkusunu.
“Oğlum, kocaman adamsın yahu. Bari, şu küçük demir arabalardan al, onlardan biriktir! Plastik leko neymiş lan!?” demişti, ortağı olacak odun kafalı herif.
“O dediklerin tek parça, döküm, yani Diecast denilen araç modelleri. Ben çok parçalı, monte edilerek birleştirilen Building toysları seviyorum. Technic ve Architecture gibi, yetişkinlere özel temaları, yani Themes’leri bulunan karmaşık setler bunlar! Ayrıca kokusuz ABS plastikten hassas üretimle imal ediliyorlar ve Power Functions eklenmiş modern setlerinde elektrikli parçalar da mevcut, hıyar!”
Suat, konuşmasına bir yığın özel veya yabancı terim yerleştirip, anlayışsız ve zevksiz ortağını küçümsemeye çalışmıştı. Dükkanın vitrinine de, nasıl olsa bir dekorasyon ve inşaat firmasıyız diyerek, sarı renkli kocaman bir Lego vinç oturtmuştu.
Evlendikten sonraki üç-dört yıl içinde, Suat Emin’in oyuncak tutkusu doruğa tırmandı! Artık lego yapmadan duramıyordu. İlk başlarda birşey demeyen karısı, son zamanlarda huylanıyordu. Çünkü bu işe çok para gittiğini fark etmişti kadıncağız. Suat, sürekli lego satın alıyordu. Ya kendisi gidip bir alışveriş merkezinden poşetlere doldurup alıyordu, ya da internetten kargo ile eve koliler geliyordu. Karısı bir süre sonra, artık sadece tavır almayı bıraktı, sözlü olarak da karşı çıkmaya başladı:
“Hep kendine birşeyler alıyorsun,” dedi, “Hep kendini düşünüyorsun!”
“Sen de oyna,” dedi Suat, “Benim neyim varsa ikimizin elbet! Masaya oturup, beraber yapalım legoları? Sen de oyna benimle. Gel sen de yap!”
“Ay, sevmiyorum dedim ya! İlgimi çekmiyor fazla. Hep kendine harcama yapıyorsun işte, yalan mı? Kazandığının yarısını bunlara veriyorsun.”
“Peki sen? Sen maaşını nereye yatırıyorsun? O güya Afrika’dan getirtilmiş kakaolu özel saç bakım yağına kaç para verdin, ha? Öbür acayip iğrenç kokulu kremlerin!? Peki ya, liseden kız arkadaşlarınla Ortaköy’ün en pahalı kafelerinde her hafta toplaşıp yiyip içmen!? Ben büfelere bile gitmem, biliyorsun. Evde veya dükkanda yemeyi severim.”
Karısı, başka birşey demedi. İçeriye, yatak odasına yürüdü. Suat, arkasından seslendi:
“İçkim yok, kumarım yok! Tek zevkim ve harcamam bu işte. Karışmayın Allahaşkına!”
Suat Emin, evdeki zamanının büyük bölümünde oyuncaklarla meşgul oluyor, onları monte ediyor, özenle raflara diziyor, yumuşak mikrofiber bezle tozlarını alıyordu.
Evin her tarafı oyuncaklarla dolmuştu. Çünkü Suat, sadece lego ile yetinmeyerek, diğer oyuncak çeşitlerine de merak sarmıştı. Belki de çocukluğundan gelen oyuncak açlığı ve hırsı doymak bilmiyordu. Dünyanın bütün oyuncaklarından tatmak istiyordu!
Rusya’dan özel olarak getirttiği, dokuzlu, yani iç-içe giren dokuz küçük bebekten oluşan Matruşka bebek, televizyonun önünde duruyordu. Transformers denilen Amerikan robotlarından, mavi kırmızı renkli büyükçe bir tanesi, sehpanın üzerindeydi. Playmobil isimli küçük Alman oyuncakları ve Japon godzilla canavarları, televizyonluğun üzerindeki uzun rafta diziliydi. Ayrıca Suat, “geçmişimize saygı göstermeliyiz” diyerek, Türk malı, eski teneke oyuncaklardan da bulup almıştı. Bunlar koleksiyonluk, antika ürünler sayıldıkları için, oldukça pahalıya gelmişti. Karısına, “Boş teneke hepsi yav! Eskicide bedavaya buldum nerdeyse” diye uydurmuştu. Nadir bir teneke otomobil ile binbeşyüz liralık bir teneke jip, kapının kenarındaki vitrinde duruyordu. Odadaki diğer üç dev vitrin ise Lego setler ile doluydu… Etrafını saran tüm bu oyuncaklara karşın, Suat’ın içinde tuhaf bir hüzün vardı.
Çocukları da beş-altı yaşına gelmişti yıllar içinde. Suat Emin, üyesi olduğu bir oyuncak-severler forumundaki internet arkadaşlarına, şu satırlarla dert yandı bir gün:
“Yok, olmuyor. Ne yaparsam olmuyor! Oyuncaklarla, oğlum gibi oynayamıyorum örneğin! Onun oynayışını seyrediyorum bazen. Eline bir traktörü, veya bir uzay gemisini alıyor, havaya kaldırıyor, Vunnn! diye sesler çıkartarak, eliyle hayali bir yolda gezdiriyor. Sonra kanapeye atlıyor, Zuaar! diye tuhaf efektler mırıldanıp, oyuncağıyla başka maceralar yaşıyor! Çok belli ki, başka bir boyuta geçmiş durumda, yoğun hayaller kuruyor o anda. İşte ben, o hayallerin birazcığını bile kuramıyorum beyler. Oyuncaklarla bir çocuk gibi, samimi şekilde oynayamıyorum! Biz zavallı yetişkinlerin ne yaptığını bilirsiniz:
Daha çok oyuncakların görünüşü ile ilgileniyor, onların hangi malzemeden yapıldığını, nasıl boyandığını filan merak ediyor, bunlar üzerine konuşuyor, tartışıyoruz. Bir oyuncağı elimize alıp tuttuğumuzda, ki daha çok bir vitrinin ardından bakarken, elbette hoş duygular, estetik zevkler tadıyor olabiliriz. Ama kontrollü, sınırlandırılmış bir zevk bu! Oyuncaklarla oğlum gibi onbeş dakika oynayabilmek için, tüm biriktirdiğim oyuncaklarımı feda ederdim!”
Bir akşam Suat, oyuncağıyla oynayan oğlunun yanına sessizce yaklaştı, kanapenin arkasına saklandı. Hayal kurarken onu yakından izledi: Çocuk, ağzını burnunu büzüyor, garip şekillere sokuyordu. Ayrıca sanki bilinçsizce tuhaf sesler, arada mırlamalar ve inlemeler çıkartıyordu.
Suat, çok merak edip, dayanamayıp sordu:
“Şu an, ne kuruyorsun oğlum!? Hayal mi!? Ben de oynayabilir miyim oğlum? Bana da öğret!”
Çocuk, birdenbire düş dünyasından sıyrıldı. Öfkeli gözlerle babasına baktı:
“Ya baba, öf! Tam maceranın ortasındayım ya. Bozdun!”
Suat Emin, boynu bükük, özür dileyerek geri çekildi. Çocuk, hiçbirşey olmamış gibi önüne döndü, ‘Fruum!’ diyerek macerasına kaldığı yerden devam etti.
Belki de bu çocukça, samimi bir şekilde oynayamama hırsı yüzünden, Suat’ın oyuncak harcaması birdenbire arttı. Oynayamama eksikliğini, onları monte ederken ve sergilerken aldığı hazla kapatmaya çalışıyordu. Artık yeni çıkan Lego setlerin Türkiye’deki mağazalara gelmesini de bekleyemiyor, yurtdışından yüksek posta ve gümrük ücretleri ödeyerek getirtiyordu. Karısına hesap vermeyi de bırakmıştı. Eskiden çoğu harcamasını gizlemeye çalışırdı. Şimdi kendini salmıştı, saklamıyordu birşey.
Karısı, eve gelen yakın arkadaşlarının arasında dert yanıyordu:
“Hiç böyle değildi eskiden! Tamam, biraz oyuncağı vardı bekarlığında ama, küçük bir hobi sanmıştım. İlgilenmiyor bizimle! Ay, sürekli dükkanında legolarla vakit geçiriyor! Başka oyuncaksever arkadaşlarıyla gittiği lego, pıleymobil toplantıları bile var. Yemin ediyorum çıldırıcam, evin her yanı legoyla doldu! Her gün koltuk altlarından, elektrik süpürgesiyle minik plastik parçalar temizliyorum!”
Arkadaşları, kadını sakinleştirmeye çalıştı. İçlerinde bir tanesi şöyle dedi:
“Bir dergide okumuştum galiba. Oyuncaklarla ilgilenen yetişkin erkekler, çok zeki erkekler oluyormuş. Vallahi şanslısın işte, kız! Zeki ve akıllı bir kocan var.”
“Tamam, orası öyle olabilir de… Çocuğun bütün matematik ödevlerine üşenmeden, kolayca yardım eder mesela…”
“Güzelim, saçmalama. Bak, içkisi yok, kumarı yok! Daha ne istiyorsun?”
“Ay, yeter. Şunu söylemesin artık kimse! Kendisi de her sıkıştığında bu lafı ediyor. Keşke biraz içkisi olsa bence. Beraber bir yerlere gitsek. Gezsek! Çok mutsuzum ben arkadaşlar..” Kadıncağız kendini koyverdi ve hıçkırıklarla ağlamaya başladı…
İki gün sonra, Suat, karısının bulunduğu yatak odasının kapısını tıklattı.
“Müsait değilim!” diye bir yanıt geldi.
“Birşey verip çıkacağım. Çok önemli!”
Suat, içeriye girdi. Karısı, korkunç bir vınlama sesi çıkartan ufacık bir alet ile bacaklarını temizliyordu. Suat, yatağın kenarına oturdu. Elindeki hediye pakedini karısına uzattı.
“Seni üzdüm son günlerde. Özür dilerim. Bunu sana aldım.”
Karısı, pakedi hışırtıyla açtı. İçinden, iki adet Barbie bebek oyuncağı çıktı…
Kadın, ne diyeceğini bilemiyor, dudaklarını ısırıyordu.
“Hangisini beğendin daha çok!?” diye sordu Suat.
Oyuncak bebeklerden bir tanesi, elinde uzun bir cetvel bulunan öğretmen Barbie, ötekisi ise pembe motorsikleti olan, pembe kasklı bir Barbie modeliydi.
Eliyle, öğretmen Barbie’yi işaret etti karısı, istemiyerek.
“Ben bunu beğendim!” dedi Suat, pembe motosikletli Barbie kutusunu eline aldı:
“Çünkü daha fazla detaylı aksesuarı var! Öğretmen Barbie’nin hareketli eklemleri az hem. Yani kolları bacakları çok yerden kıvrılmıyor. Pembe kaskta, güzel işçilik çıkarmışlar, değil mi!? Gerçi sen motoru beğenmezsin belki. Bebek, kaskıyla beraber sende kalsın, motoru istersen bana ver? Farlarına filan ışıklandırma sistemi yaparım ben onun!”
Karısı, üzüntülü bir bağırdı, dışarıya çıkmasını söyledi. O akşam evde büyük bir kavga yaşandı.
Suat Emin, neredeyse piyasaya çıkan tüm lego setlerini alıyordu. Artık hepsini yapmaya, yani birleştirip monte etmeye zaman da bulamıyordu. Bir çok oyuncak, kutusunda hiç açılmamış olarak, evin çeşitli odalarında duruyordu. Korkunç bir harcama ortaya çıkmıştı, ortağıyla da kavga etmişti bu konuda. Arabasını satmıştı, kredi kartı borçları vardı.
Karısı, ne yapacağını bilemiyor, ama kocasından boşanmayı da istemiyordu. Çocuğunu düşünüyor, ayrıca Suat’ı seviyordu.
Suat Emin, ne zamandır sahip olmayı düşündüğü, neredeyse bir otomobil fiyatındaki, ondört bin liralık, ve tam beş bin parçalık Star Wars Lego setini salonun orta yerine bıraktığında:
Karısı, “Tamam, bitti bu iş,” dedi. Oğlanı alıp Bursa’daki halasının yanına gitmeye karar verdi. Bavulunu topladı. “Gidiyoruz biz,” dedi kocasına.
Suat, gurur yaptı:
“İyi gidin! N’apıym,” dedi.
Suat Emin, kendimi rahat rahat oyuncaklarıma veririm ben de, diye düşünüyordu, ama öyle olmadı. Star Wars setini bile yarıda bıraktı, tamamlamak istemedi. Öte yandan, düzenli temizlik de yapılmadığı için, evin içinde küçük plastik parçalarından geçilmiyordu, yürürken hep ayaklarına batıyordu.
Bir akşam, ortağı Cevahir ve bir duvar kağıdı fabrikasında müdür olan arkadaşları ile evde sofra kurup dertleştiler.
İçkinin de verdiği rahatlıkla, ortağı gene aynı lafları, bu kez biraz daha yüksek sesle söyledi:
“Olay basit. Evli barklı, eşşek kadar adamsın. Ve oyuncaklarla oynuyorsun hâlâ!”
“Oyuncak, genel bir kavramdır,” dedi Suat, “Sevilen, çok ilgilenilen herşey, bu anlamda bir oyuncaktır! Örneğin? Senin, otomobil aşkın gibi! Arabanı sürekli yıkıyor, cilalıyor, ona aksesuarlar alıp takıyorsun. O senin oyuncağın yani! Örneğin? (yanlarındaki öbür adama baktı) Çetin’in anahtarlık tutkusu gibi! Sürekli farklı anahtarlıklar kullanıyor, onları elinde kurcalıyor, oynuyor. (Adam, sahiden de o an elinde, kırmızı gözlü bir iskeletin bulunduğu anahtarlığı sallıyordu) Oyuncak, genel bir kavramdır yani.”
“Yaa, bırak. Kavram mavram bilmem ben! Basbayağı renkli plastiklerlen oynuyosun işte.”
“Oynayamıyorum ki. Ah, keşke oynayabilsem! Sadece sahipleniyorum. Ölü birer kelebek gibi onları camın ardında sergiliyorum!” Suat Emin, birdenbire hüzünlendi, kocaman bira bardağını kafasına dikti.
Duvarkağıdı müdürü, iyice kafayı bulmuştu. Araya girdi:
“Öyle nefis bir karım olacak, oyuncaklarla oynayacam ha!? Yuh, seni manyak,” dedi…
Suat, önce bardağı fırlattı, sonra adamın üzerine atladı. Salonda fecii bir kargaşa yaşandı. Dokuzlu ahşap Matruşka kadın, yere düşerek kırıldı; içindeki sekiz küçük bebek de zarar gördü. Sehpada duran Transformers robot paramparça oldu. Kocaman cam vitrinlerden bir tanesi, şangır ederek devrildi, raflarındaki Lego setler odanın dört bir yanına saçıldı…
Suat Emin, ertesi gün yattı uyudu.
Öbür gün, evdeki plastik oyuncak parçalarını topladı. Hepsini kocaman iki karton koliye koydu. Onları ve kutusunda açılmamış duran birçok oyuncağı, köylerdeki fakir çocuklara yardım götüren bir derneğin bürosuna götürüp hediye etti, makbuzunu aldı. Daha pahalı ve çok parçalı özel Lego setleri içinse, internetteki bir alışveriş sitesinde satılık ilanları verdi. Evi temizledi. Akşama doğru bir otobüs bileti alıp, Bursa’ya doğru yola çıktı.
Geç saatlerde halanın evinin zili çaldı. Karısı karşısına çıktı.
“Özledim.. Seni seviyorum,” dedi, Suat.
İçeriye geçtiler. Çocuk arkada uyuyordu. Üç kişi, mutfaktaki sandalyelerde oturup görüştüler. Eşinin halası:
“Lekoyu bırakacak mısın evladım?” diye sordu
“Bırakmasını istemiyorum ki,” dedi karısı, “Azaltsın, yeter. Eşimin hobilerine saygı duyuyorum ben. Bir de, bizle vakit geçirsin. Öyle, lego toplantılarına filan fazla gitmesin. Oynayacaksa da evinde, yanımızda oynasın!”
Suat Emin, sandalyesinden uzandı, aşkla karısına sarıldı:
“Söz, azaltıcam oyuncağı!” dedi.
Sabahleyin erkenden hala ile vedalaştılar. Karı koca ve çocukları, bir otobüse binip, evlerine dönmek üzere yola çıktılar.
Öykü, Metin Fidan’ın Kara Karga Yayınları’ndan çıkan “Jüpiter Kaç Lira?” kitabından alınmıştır.
Aşı ve salgında son durumlar ne?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.