34,3054$% 0.31
37,5445€% -0.07
44,9573£% 0.06
2.925,56%1,27
2.657,00%1,05
8.876,22%-0,98
Fizik, soyut olarak algılasak ve formüllerin arasında boğulup gitsek de aslında oldukça görünür ve bize hayat felsefesi sunabilecek bir alandır. Bilginin ve cehaletin eş düzeyde ve bu kadar fazla oluşu hakkında konuşmak istiyorum, fizikten yola çıkarak:
Mıknatısları düşünelim; çocukken her birimizde mutlaka olmuştur, mutlaka mıknatıs ile bir şeyleri çekmeye ya da birbirini iten aynı kutupları birleştirmeye çalışmışızdır. Standart mıknatısların bir özelliğini hatırlamanın bize faydası olacaktır. Bu özellik, mıknatısın temelde iki kutba sahip olması ve hem artı hem de eksi yükleri dengede tutup manyetik alan yaratarak çekim alanına giren metal maddeleri çekebilmesidir.
Mıknatısı ortadan ikiye böldüğümüzde tek bir kutup elde etmek ise amacımız bu yersiz bir çaba olacaktır. Mıknatısı ikiye böldüğümüzde yine iki kutup oluşacak ve mıknatıs küçülmesine rağmen etkin yüzey sayısı artacaktır. Yani kutuplar kutupları doğurur; bizim hayatımızda da “kutuplaşmalar kutuplaşmaları beraberinde getirir” olarak yorumlanabilir.
Bir şeyleri ikiye ayırdığımızda daha rahat kümeleme yapılarak bir sonuca ulaşılabilir yanılsamasına düşersek aklımıza mıknatıslar gelmeli; bir şeyi ikiye böldüğümüzde çoktan dört yön oluşturmuş oluyoruz bile… Üstelik küçülen mıknatıslar ve azalan çekim alanı ile de daha az alana nüfuz edebilir hale geliyoruz. Etnik, cinsiyet, din, siyaset gibi temel alanlarda bölünüp küçülürken, birbirimizi görebilme potansiyelimizin de azalması, biraz da mıknatısın temel ilkelerinin hayatımızda da geçerli olduğunu göstermiyor mu?
Eğer kendimize dair bir soruyu cevaplamaksa amacımız, şunu unutmayalım ki biz de bir bütün olarak, bütünün parçası olarak artı ve eksi yükleri taşıyoruz ve bunların hepsinin ortak paydada olması ile dengeli bir çekim alanı oluşturuyoruz. Eğer bir konunun, olayın, kişinin, kendimizin tek bir artı veya eksi yönüne odaklanırsak bu bizim düşüncelerimizde tutarsız bir sonuç ve çıkarım doğuracaktır. Çoğu zaman kendi düşüncemizi ikiye ayırıp “iyi” ve “kötü” olarak konuşlandırarak (üstelik neyin iyi neyin kötü olduğunun farkına tam varamazken), bir düşünce kalıbını yüceltip ona göre kendi düşünsel ve eylemsel alanımızı şekillendiriyoruz.
Diğer yandan mıknatısların çekim alanına giren şeylerin de bir çekim alanı yaratabilen nesneler olduğu unutulmamalıdır. Örneğin bir talaş mıknatısta herhangi bir alan yaratmazken element grubunda yer alan metaller bir çekim alanı oluşturacaktır. Dolayısıyla doğada, doğal olarak gelen ve çekim alanına tabi olan element grupları vardır, bir de doğal veya yapay sadece evrende olup bizim varlık alanımızda olmayan nesneler söz konusudur. Bize hizmet etmeyen, insanların yarattığı çok da sağlıklı olmayan yapay düşünce kalıpları; bize teknik veya işlevsel bir bilgi sunmayacak, nesnelere karşı duyarsız kalmamızın bir işareti olacak şeylerdir.
Zıt yönlerin çekip, aynı yönlerin itmesi de bize belki, zıtlıklardan beslenebileceğimizi ve fazla yakın olduğunda aynı kutup diyebileceğimiz yönlerin dahi farklı olduğunu gösteren bir örnektir. Zıt dediğimiz yönlerin bir araya gelmesi ile oluşan bir alan vardır ki o belki de en önemli olanıdır: Yeterince yakınlaşırsak hiçbir farkın kalmayacağı…
Mıknatıs gibi işlev sağlayan benliğimiz ve bedenimiz, mıknatıs ile dahi bu kadar benzerlik gösterirken nasıl olur da iki grup insan arasında bu kadar az benzerlik olabilir? Doğru mesafede mi duramıyoruz? Yeterince güçlü çekim yaratacak bütünlüğü mü sağlayamıyoruz? Yoksa biz, insan olan bizi anlamaktan bu kadar mı uzağız? Kendimizle aramıza uçurum mu açmışız; öyleyse fikirlerine önem verdiğim bir insanın sorduğu soruyu ben de tekrar sormak istiyorum:
“Kalmamış olan farkın içinde ne ararsın ki?”
“Beni hatırladın mı?”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.