34,7570$% 0.05
36,4730€% -0.21
44,0956£% 0.14
2.959,93%0,32
2.647,87%0,23
9.919,33%0,94
Cümleten selamlar yine. Bu defa Kemal Aratan ile ilgili anılarımı yazıyorum, buyrun…
Zaten geçen hafta onunla ilgili bir iki anımı yazmıştım. Kemal’i ilk akademinin kantininde görmüştüm. O aralar Mudanya’dan günübirlik gelip gidiyordum. Akademide öğrenci değildim, öğle yemeğini ucuza getirmek için okula geliyordum. Kemal’i ilk orada gördüm dedim ya, kimse tarafından tanıştırılmamıştık. Karikatürlerinde kendini çizdiği portrelerinden tanımıştım onu. Gırgır’da birdenbire çizmeye başlamıştı. Hiç amatörlük yaşamamıştı… Aynı karikatürlerinde çizdiği gibi uzun boylu, çengel burunlu, sarı saçları uykudan yeni kalkmış gibi dağınıktı. Normalde böyle tiplere zibidinin teki der geçerdim ama Kemal’in öyle nefis çizgisi vardı ki kendine ne şekil verse hakkıydı. O derece…
İşte tanıdım dedim ya, ama acayip bir komplekse de kapıldım. Çünkü o müthiş güzel çizgilerin sahibi belli ki benden bir iki yaş küçüktü… Çok sonra bu ruh halimi kendisine söylemiştim. Cihangir’deki evinde bana Çin çorbası yapmıştı. O çorbayı içerken bir taraftan çorbanın özelliğinden bahsetmiş, bir taraftan da bana yaşın bir önemi olmadığını, mühim olanın işe yoğunlaşmak olduğunu anlatmıştı.
Bir gün okul kantininde Çağçağ ile otururlarken tanıştık. Bu kantin oturuşmalarından birinde bana yeni çizeceği tipin özelliklerinden bahsetmişti. Türk filmlerine dayanan bir karakter olacakmış. Dövüşlü Türk filmi repliklerinden örneklerle anlatıyordu; “Adamın biri feci dayak yemiş olarak patronun odasına gelir. Adam böyle ağzı yüzü dağılmış patronun odasındadır, patronun sırtı dönük ama… Dayak yemiş olan adam diyor ki, ‘Patron, hepimizi dövdü şimdi de buraya geliyor.’ Patron birden yüzünü dönüyor, onun Turgut Özatay olduğunu görüyoruz, (elmacık kemiklerini tutarak) buraları hep kıpkırmızı ve bağırmaya başlıyor, “aptallaaar, beceriksizleer, bir adamın hakkından gelemediniz. Size boşuna mı para veriyorum!” O sakin sakin anlatırken ben kantini çınlatan kahkahalar atmıştım. Bir süre sonra bu yeni çizgi kahraman tipinin adını öğrenecektim; İhtiyatsız Adam…
İstanbul’a geldiğimde henüz kalacak evim yokken, Galata Kulesi’nin oralarda bir arkadaşın atölyesinde kalıyordum. Tesadüf bu ya, orada kalırken bir yerlerden Kemal’in orijinal bir çizgi öyküsü çıktı. Sanki doğrudan mürekkeple çizilmişti. Öykünün adı da “Doğan’ın Donu”. Meğer bu atölyede Limon dergisi çıkmadan önce toplandıkları olurmuş. Bu çizgiler o zamandan kalmaymış. Zaten Alp Tamer Ulukılıç’ın epey bir yağlı boya resmi de oradaydı.
Kemal müzikle doğrudan ilgiliydi. Bir defasında bana yazdığı şarkı sözlerini kağıttan okumuştu. O sözleri tam hatırlamıyorum ama süt içmekten falan bahsettiğini hatırlıyorum. Sonra bir gün Sıraselviler’deki Kemancı Bar’da karşılaştık. Türkçe’ye çevrilmiş yabancı şarkıların orjinallerini bulmuş, kasete kaydetmiş, “Bunları dj’ye çaldırayım da, kimlerin hırsızlık yaptığını millet görsün.” demişti. Sanırım yine o gece Bülent Kayabaş da Kemancı’ya gelmiş, Kemal ile önceden tanıştıkları belli, sarılıp birbirlerine hal hatır sormuşlardı. Bülent Kayabaş yanımızdan ayrıldıktan sonra, “Öyle yeteneklidir ki, Amerika’da olsa Robert De Niro gibi dünya çapında olurdu.” diye övgüyle bahsetmişti ondan. Yine bir defa Kemancı’da karşılaştığımızda yanında Engin Ergönültaş da vardı. Kafayı bulmuş, uzun melon şapkalı bir genç dans ediyor, Kemal onun desenlerini hızlıca çiziyordu. Engin abi de çizimler etraftan görülüp millet başlarına üşüşmesin diye çaktırmadan Kemal’e siper oluyordu. Şimdi düşününce Leutrec gibi desenler çizdiği aklıma geliyor.
Limon’da Manara’nın Çıt adlı çizgi romanının Türk usulünü çizdiği zamanlarda yanına uğramıştım. Bilen bilir, Manara’nın kadınları çok seksidir. “Çizerken tahrik olduğun oluyor mu?” diye sormuştum (Tabi buradaki gibi kibar ifadeyle değil). “Bazen oluyorum.” diye cevap vermişti. Normalde böyle zevzekçe bir soruyu başkası sorsa terslerdi ama sağolsun bana öyle davranmamıştı.
Bir gün Mudanya’da evde otururken telefon çaldı. Kemal’in Pişmiş Kelle’de çalıştığı zamanlar. Telefonda bana bir kaç haftalığına Fransa’ya gideceğini, Mişa’nın bu süre içinde bende kalıp kalamayacağını sordu. Mişa, Kemal’in danua cinsi bir köpeğiydi. Kemal onu gezdirirken İstiklal Caddesinde görmüştüm. Yanında Metin Kaçan da vardı. Metin Kaçan’ın yazdığı “İstedikleri Yere Gidenler” adlı çizgi romanın yayınlandığı zamanlardı sanırım. Yani Kemal’in Kelle’de henüz çalışmadığı zamanlar… Mişa’nın boyuna şaşkınlıkla bakakalmıştım, dev gibi köpek… Neyse Mişa’yı alıp Mudanya’ya döndüm ve ölene kadar bende kaldı. Oğlum henüz bir yaşını doldurmamışken ona yiyecek ikram etmek için emziğini uzatır, o da sanki gülümseyerek (Bana gülümsüyormuş gibi geldiğinden değil, gerçekten gülümseyerek) oğluma bakardı.
Kemal’i en son iki yıl kadar önce, bana “Bir Gece Daha” hikayelerinden oluşan albümünü imzalayıp verdiğinde görmüştüm. Gayet sakin ve bilge biri olmuş. Belki hep öyleydi de biz onu hırçın, tepkili biriymiş gibi tanıdık. Müthiş çizgilerini, nefis gözlem gücünü hep görmek dileğiyle.
Yakup Karahan gündemlerin içinden çiziyor
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.