34,2792$% 0.1
37,7051€% 0.26
44,8917£% 0.12
2.902,65%-0,23
2.629,93%-0,47
9.031,95%0,00
Her lafa “bizim memlekette” diye başlamaktan hiç hoşlanmıyorum ama hayat bize maalesef bunu öğretti. Uluslararası antrenör yetiştirme kurslarının kitaplarında “gençlik geliştirme”, “yetenek geliştirme” gibi kavramların altı doldurulmaya çalışılır belki ama bizim memlekette topçu yetiştirmek için bu gibi kavramlar çok sonra gelir. Bizde bir futbolcunun üst seviyeye çıkması için tesadüfler, sistemli oyuncu yetiştirmekten çok daha önemlidir. O nedenle, için için hep bilimsel yöntemlere inansam ve uygulamaya çalışsam da futbol tesadüfleri sever.
Antrenörlük hayatımın ilk yıllarında amatör takımlar çalıştırırken anladım ki; bu işe buradan başlamaktansa, burada kazandığım deneyimleri büyük kulüplerde kullanmak çok daha önemli. O nedenle bir muhabir vasıtasıyla Boğazbahçe’nin scouting ekibine kapağı attım. Üç dört sene kadar gerek tercüman gerek teknik adam olarak görev aldığım liglerde onlarca yetenekli oyuncunun olduğunun şahidiyim. Ama bu yetenekler nedense hep karşı takımlarda oldular. Hep şunu düşündüm; acaba neden büyük takımlar buraları iyice izleyip de ucuza iyi futbolcuları bulmazlar?
Kolları sıvadım. Uzunca bir süre Periköyspor’un maçlarına gittim. Sırada Yedikule 1919 vardı. İlk defa sur dibindeki statta oyuncu izlemeye gidecektim. Periköyspor tribünlerinde o kadar çok zaman geçirmiştim ki; çocuklar beni tanıyordu artık. Boğazlist’ten tanıştığımız sonra iyi dost olduğum Ozan diye reklamcı bir kardeşim vardı. “Hadi gel, Periköy-Yedikule maçına birlikte gidelim, oradan da bi meyhaneye falan zıplarız” dedim. Ozan kabul etti.
Periköy kadrosunu ezberlemiştim zaten. Çok heyecanlı maçlar çıkaran, deli gibi koşan ve 15. dakikada yorulan, yaş ortalaması 38 olan bir takımdı. Oradan bize ekmek çıkmayacağını biliyordum. Neden o kadar maçı izledin diye soracak olursanız mahalledeki Ermeni meyhaneleri, caaanım caaanım fırınlar, tatlıcılar, tavuk pilavcılar derken semtten çıkmak kısmet olmadı.
Stadın bir tarafı tribün bir tarafı tel örgüsü, tel örgülerin ardında tek şerit park yeri ve bir araba geçecek kadar yol bulunuyordu. Arkası bildiğiniz surlar. Ortam şekil yani. Surların üzeri adeta açık tribün gibi. Siyah poşete birayı saran oradan maçı izliyor. Maç sıkarsa oraya geçeriz diye de konuştuk. O sırada telefonum çaldı. Baktım Periköy tribününden Münferit kardeşim arıyor.
– Abi birazdan sizin olduğunuz tarafı taşlıycaz da bi müsaade…
– Tabii Münferit kardeşim, biz de zaten maçtan sıkıldık. Karşıya geçiyoruz, bi 5 dakika sonra taşlarsınız…
Ozan’la önce bi surların üstüne çıktık ama orası pek sarmadı. Aşağı indik tekrar. Gençliğini önce bu sahada, sonra da bu tel örgülerin dışında katletmiş iki dayı, plastik çay bardaklarına rakılarını koymuş, Kartal’ın bagajından çıkardıkları plastik taburelerden masa yapmış, rakı içip maç izliyorlardı. E insanın gözü takılıyor tabii. O tarafa doğru dikkatli dikkatli bakınca minnoş çilingire davet edildik. Bugün az kişilermiş, normalde 10-15 kişi olurlarmış. Bizim gelmemiz hoşlarına gitti. Maksat muhabbet.
Bu esnada tribünde karşılıklı taş yağmuru başladı. Bu kadar taşın beton stattan çıkması mümkün değil. Belli ki iki tribün maçtan önce sözleşmiş. Bir de geleni geri gönderiyorlar. Taşlama olayı loop ediyor. Taşların bir kısmı da sahaya iniyor. Hakem önce maçı durdurdu. Statta sadece bir tane ekip arabası olduğu için polis de müdahale edemiyor. Burası Amatör Lig kardeş. Genç ve idealist hakem maçı bitirmemek için her şeyi yapıyor. Kaptanlar tribünlere gidip seyirciyi yatıştırmaya tırsıyor. Hakem de ne yaptı? Taşın geldiği en uzak noktadan koli bandıyla sahayı bölüp, maçın taş gelmeyen yerde oynanmasına karar verdi. Top durmadan taca çıkıyor. Kaçan top geri gelmiyor. Bir sürü de uzatma dakikası ekleniyor. Biz de rakı muhabbetine döndük.
Eşref Abi, Alamancı bir ailenin çocuğu. Kreuzberg hayatı onu sarmayınca Samatya’daki dedesinin evine gelmiş. Dedesi mahallenin ilk beyaz eşyacısı. Onun yanında esnaflık öğrenicem falan dese de topun peşine düşmüş. Nasıl olsa mal mülk var diye mahalleden bir kızla evlendirmişler. Ama aklı topta onun. Önce Yedikule’de oynamaya başlamış. Sonra sakatlanmış. Sahadaki maçlara bahis açmaya başlamış. İllegal bahsin sonu kavgayla dövüşle biter ister istemez. Çok sopa yemiş, çok sopa atmış. Dalgalanmış durulmuş. Babadan dededen kalan miraslarla bu yaşa gelmiş. Bir de evlat büyütmüş. Onu zorla topçu yapmaya çalışırken çocuk üniversite kazanıp Amerika’ya gitmiş. O da senelerini stat kenarında rakı sofrası kurarak geçirmiş. Biz bunları dinlerken “ekmek alıcam”, “yara bandı kalmamış”, “elektrik süpürgesi bozulmuş” diye bahane uyduran ya da hiç bahane uydurmadan karısının dırdırından kurtulmak için camdan atlayıp gelen masaya katıldı.
Topçu bulamadık ama bir sürü mahalle dayısı bulduk. Taşlar falan da bitti. Tribünler duruldu.
Dayılarla bir hatıra fotoğrafı çektirdik. Tam arkamızda “Gençliğimin Katilisin” yazan bir pankart vardı.
Kapitalizim ve inanç dunyasi
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.