34,3054$% 0.31
37,5445€% -0.07
44,9573£% 0.06
2.925,56%1,27
2.657,00%1,05
8.876,22%-0,98
Behzat Taş: Alooo, Saidooo ne var, ne yok? İyice boşladın Ters Dergi'yi.
Ben: Eyvah yakalandık yine. Ya ne bileyim ya, olmuyor işte.
Behzat: Faruk Bayraktar ile anıların yok mu, onunla ilgili yazsana.
Ben: Olmaz mı, sürüyle var… Ama en güzellerinin hepsini Kemal Aratan, “Bir Gece Daha” hikayelerinde anlattı. O sabahlama hikayelerinde eni konu çizgi roman tipi gibi olmuştu.
Behzat: Vardır, vardır sende yine bir şeyler.
Ben: İlk olarak Gırgır’ın arka sayfasından onun ismini ve çizgilerini biliyordum. Sonra bir gün MSÜ’nün kütüphanesinin duvarında çizgisine rastladım. Elindeki odunu arkasına saklamış bir adam, susun işareti yapıyordu. Kütüphane ya orası, sessizlik istiyordu haliyle. Sonra Pasin-Benice çizgi film stüdyosunda karşılaştık. Çok sonra öğrenmiştim, TRT’de seksenlerde yayınlanan Uykudan Önce programının jeneriğini o yapmış. Belki hatırlarsın, hani o çocuklara uyumadan önce masal anlatılan program… Jenerikte bir çocuk uçan halı üzerinde gidiyordu, onu Faruk yapmış, en fazla 18-19 yaşlarındayken…
Behzat: Ne acayip adam ya.
Ben: Öğrenciyken Yılmaz Aslantürk gibi o da pandomim ile ilgileniyormuş. Benim Gırgır’da çalıştığım sıralarda Faruklar, Gırgır’ın bir üst katında Gölge Adam gazetesinin eki olarak Horoz diye dergi hazırlıyorlardı. Arada sırada aşağı iner, pandomim yaparak bizi güldürürdü. Aaa bak, o günlerden kalma Behiç Pekli, Faruklu bir anı aklıma geldi… Behiç Pek meşhur kılık değiştirmelerini yapmış, üst kata onlara bulaşmaya çıkmıştı. Üst kata çıkarken merdiven kenarında plastikten bir palmiye ağacı dururdu. Behiç Pek değiştirdiği kılık gereği taklit yaptığı kişi olarak konuşuyor:
“Bu ağaç ne burda? Kesecem bu ağacı…”
“Aman abi o Ertuğrul Akbay’ın ağacı, kesersen kızar.”
“Haaa o ağacın gölgesi mi bu şimdi?”
Gölge Adam Ertuğrul Akbay, Gırgır’ı hesapta satın almış gibi olunca, Faruk da onun kadrosunda kalmıştı. O zamanlar kendisine düşman gibi nefretle baktığımı hatırlıyorum. Çok sonradan, o zamanlar kendisine öyle baktığımı söylemiş, durumun tuhaflığına gülmüştük.
Behzat: Ee başka?
Ben: Başkası… Beraber çizgi film işinde çalıştığımız zamanlar var. Elindeki çizgi film planlarını yaparken masa altına bir ocak koyup, kendi kendine cezvede bir şeyler kaynattığını hatırlıyorum. Kimseye de bir şey demeden masa altına eğilip kalkıp bir şeyler yapıyor, sonra "cosss" diye bir ses geliyor, Faruk kendi kendine kıs kıs gülüyordu. Ne yapıyor diye baktım ki, meğer cezvede kurşun eritip, erittiği kurşunu başka kaptaki soğuk suya döküp soyut heykelcikler oluşturuyormuş. Gülmesi de o heykelcikleri insan, hayvan figürlerine benzetmesindenmiş.
Behzat: Aaa, ona benzer bir şeyi dergide Behiç Pek de yapıyordu. Yalnız o kurşun eritmiyordu da, kurşun yerine sürpriz yumurtalardan çıkan sarı muhafaza kutucuğunu kullanıyordu. Elektrikli ocak üzerinde metal kaşık içine koyduğu sarı plastiği eritir, ekseriyetle çıkan dede görüntülerine gülerdi.
Ben: Aynı kafadalar işte… Bilirsin belki, Faruk’un bir marifeti de istediği sayıda yellenebilmesiydi. Hatta çalıştığımız odadaki arkadaşlara sorar, kaç tane olsun diye, söylenen rakam kadar gaz çıkartabilirdi. Sekiz mi dedi karşıdaki arkadaş, sekiz kere "traaaz traaz" diye o sesi duyardık. Çalıştığımız çizgi film şirketi Şişli civarındaydı, öğle paydoslarında Şişli-Osmanbey arasında turlardık. Bu turlamalardan birinde o zamanlar çok ünlü olan bir manken kıza denk gelmiştik. Yolda yürüyen erkekler manken kızı canlı gördükleri için gözlerini ondan alamıyor, çoğu laf atıyordu. Faruk, “Bakın naapıcam şimdi.” deyip manken kıza yakın yürümeye başladı, sonra laf atan herifin birinin yanına yaklaşıp, herkesin duyacağı şekilde “traaz traaz” diye o sesi çıkardı. Adam allak bullak olmuş, manken kız, civardakiler ve biz gülmeye başlamıştık.
Behzat: Hahaha! Evet yapardı öyle şeyler.
Ben: 1994 yılında bir ara Faruk’la Oky Kemancı Bar’da DJ’lik yapıyordu. Oradaki işleri sabaha karşı bitiyordu. Benim o zamanlar kaldığım ev İstiklal Caddesi civarında olduğu için bir gece sabaha karşı bende kalmak istediler. İkisini alıp, eve gidiş kestirme olsun diye karanlık pasajlardan, bodrum katlarından falan geçirip eve getirdim. Zifiri karanlık onları epey ürkütmüştü. Başka bir sabaha karşı yine bana gelmek istemişler, ama benim geçtiğim yerlerden geçmeye korktukları için yolu şaşırmışlar, sonra bir otele gidip orada kalmışlar. Bunlar oteldeki aynalardan da işkillenmişler. Aynanın arkasında kamera olduğunu düşünen Faruk, aynaya karşı en olmadık hareketleri yapmış.
Behzat: Hahaha, valla yaptığı hareketleri tahmin ediyorum.
Ben: Bi de şey var, Faruk ve şimdi radyo sunuculuğu yapan bir arkadaşı Mudanya’ya bana gelmişti. Bizim eski evde babamın kuzine sobada pişirdiği tepsi kebabından yemiştik. Faruk o eski evi de, kebabı da çok sevmişti. Kebabın ismini de aramızda bekar uydurması diye değiştirmiştik.
Behzat: Tamam işte, yaz bunları.
Ben: Peki yazarım, ne kadar süre var?
Artık emin(d)im
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.