34,3122$% 0.21
37,2200€% -0.48
44,4322£% 0.46
3.017,79%-0,07
2.736,14%-0,26
8.885,00%0,24
13 Ağustos 2022 Cumartesi
Kar, kış, kıyamet: Abdülkadir Tamer'den bir öykü
Kaleminin gücüyle ayakta kalan babam: Burhan Arpad
... Ve Zonguldak
Yer altında Romanlar ve Gebenler
"Göğü kucaklayıp getirdim sana, kokla açılırsın"
İçimdeki cinayet (Altıncı Bölüm-FİNAL)
Solak olmak ayrıcalıktır. Aslında nedeni çok basit. Daha az insan sol elini kullanır. Futbolda da büyük yıldızlar genelde solaklarda çıkar.
İşin ilginç yanı bu solak futbolcuların bir kısmı, sağ ellerini kullanırlar yaşamda. Aklıma futbol dışından Rafa Nadal geliyor. İspanyol tenisçi, solak sporcuların en büyüklerinden ama yapay solak. Amcasının ısrarıyla tenisi sol eliyle oynamayı başarıyor.
Solak yıldız denince kimler geliyor akla! Maradona’dan Puskas’a, Messi’den Cruyff’a, Hagi’den Giggs’e kimler kimler. en önemli özellikleri büyük futbol zekaları ve oyun görüşleri diyebiliriz herhalde.
Maradona’nın ne kısa boyu ne de 20’lerinin ortasından itibaren büyüyen göbeği engel olabildi dehasına. Onun sol ayağından çıkan büyülü paslar ve şutlar, sol ayağıyla attığı çalımlar, kader değiştirdi büyük turnuvalarda. Deli dolu, isyankar hali solaklıktan mıydı bilemiyorum ama beyninin sağ lobundan elime giden emirler de oldu. Neyse detaya girip İngilizleri kızdırmayalım.
Puskas ile Maradona arasındaki benzerlikler solaklık ve üstün futbol görüşüyle sınırlı değil, Maşallah Macar futbolcunun göbeği Arjantinli ile yarışır nitelikteydi. Real Madrid’deki başarıları, Macaristan milli takımındaki başarıları ile Puskas belki televizyon döneminin yıldızı olsa bugün daha popüler olurdu.
Johan Cruyff’u belki diğerlerinden ayırabiliriz. Çünkü futbolculuk yeteneklerinin ve başarılarının yanı sıra dünya futboluna bir düşünce adamı olarak kattıkları da inanılmaz. Hatta sol ayağıyla yaptıklarından çok beyninin sağ lobundan gelen fikirlerle ortaya koyduğu futbol modeli ile hatırlanıyor.
Gheorghe Hagi, Galatasaray’a gelmeseydi belki de tüm büyüklüğüne rağmen bu yazıya girmeyecekti. Ama Romanya’nın yetiştirdiği belki de en büyük futbolcu, ülkemizin kazandığı ilk ve tek UEFA Kupası’nın baş mimarlarındandı. Ne var ki o büyülü sol ayağın sahibi sağ elini kullanıyordu. Bu durumda futbolda solak, yaşamda sağlak diyelim kendisine.
Galatasaraylıların Hagi’si varsa Fenerbahçelilerin de Alex’i var. Brezilyalı da Hagi gibi karizması ve sol ayağıyla ligimizin prestijine büyük katkı yaptı. Bu ikilinin hangisinin daha iyi olduğu soruları gereksizce ortalıkta dolaşırken bile birbirlerine saygılarını sundular. İşin ilginç yanı iki futbolcu ligde karşılıklı hiç oynamadılar. Çünkü Hagi, Alex gelmeden 3 yıl önce futbolu bırakmıştı.
Günümüzde Messi var. Messi’nin sağ ayağıyla yaptıklarını da biliyoruz. Ama o sol ayağı var ya sol ayağı! Dripling yaparken, şut çekerken, çalım atarken o sol ayakla baş edebilmek mümkün değil. 33 yaşına gelmesine rağmen hala en büyük silah. Yıldız solakların günümüzdeki bayraktarı Messi.
Buraya saha uzun bir liste koyabiliriz. Sol ayağını kullanarak bizi büyüleyen nice yıldız var. Belki bir kitap bile yazmak mümkün. Ben niye takıldım bu konuya? Ben de solağım ondan.
Efendim Dünya Solaklar Günü kutlu olsun.
Büyük mizah ustası Thomas Müller ne güzel söylemişti, “Ona Lewangolski diyeceksiniz”. Demeyen varsa da artık desin.
Belki aynı dönemde oynadığı Zlatan İbrahimoviç kadar havası ve egosu olmadı ama ondan daha fazla saygı gördü.
İki ayağını, kafasını kullanan, takım oyununa uygun hareket eden, 3 direği gördüğünde aralarından topu hep geçiren bir adam.
Genetik bir acayip. Baba hem judocu hem futbolcu. Anne ve kız kardeş voleybolcu. Sporcu olmayan aileye alınmıyor neredeyse. Robert’in eşi de madalyalı karateci.
Baba Lewandowski akıllı adam. Oğlunun futbolcu olacağını düşünmüş. Polonyalıların zor telaffuz edilen isimlerinden birini değil Robert’ı tercih etmiş.
Robert’ın uluslararası kariyeri Borussia Dortmund formasıyla başladı. Klopp’un takımında leblebi gibi gol atmaya başladı. Onu bir kulüp efsanesi haline getiren maçta Real Madrid filelerine 4 gol bıraktı.
Bayern’e gidişi, Dortmund camiasından homurtular getirse de kariyerinde vites artırdı.
Eksiği ne derseniz milli başarı. Belki o 70’lerin ve 80’lerin Lato, Boniek dönemi olsa madalyalar da gelirdi peşi sıra. Ama tek başına zor iş doğrusu.
Altın Top ödülü Covid 19 kurbanı olurken Lewandowski de büyük şansı kaçırdı. En azından FIFA ödülünü aldı. Hem de Messi ve CR’nin önünde.
Seyrettiğim en iyi santrforlardan birisi. Hele Bayern gibi bir markada değerini buluyor. Reklamı varsın az olsun. Golleri yeter.
Brezilya’ya aşıktı herkes 82’de. Socrates’in zekası, Zico’nun yetenekleri, Eder’in şutları, Falcao’nun enerjisi. Bu aşkı öldüren adamdı Paolo Rossi.
Mahalle arasında beleşçilik kavramı çok değerliydi. Oyuna katılmayan ve gözü, aklı hep topta olan adamdı beleşçi. Rakip kalenin dibinde belirir, golü atmak için dokunurdu sadece topa. Hem kızardı arkadaşları beleşçiye hem de büyük saygı duyarlardı.
Rossi, İtalyan futboluna güneş gibi doğmuştu. Sonrasında bir sürü futbolcuyu yiyen bahis ve şike skandalında ceza aldı.
Enzo Bearzot olmasa Dünya Kupası’na gitmesi hayaldi. Kurt teknik adamın sert, acımasız takımının ileride bir çift kadife ayağa ihtiyacı vardı. Ne var ki Rossi 2 yıl top oynamamıştı. Üstelik İtalyan milli takımı da pek formda değildi.
Rossi’nin hayalet gibi gezindiği 3 maçtan 3 beraberlik çıkarabilmişler, turu zor bela geçmişlerdi. Daha da kötüsü çeyrek final grubunda Maradona takviyeli son şampiyon Arjantin ve Tele Santana’nın hücum makinesi Brezilya vardı.
Arjantin maçı Rossi için farklı geçmedi. Ama Gentile’nin tekmeleri Maradona’yı durdurmuştu. İtalyanlar bir yolunu bulup 2-1 kazandılar.
Brezilya da Arjantin’i yenmişti. Hem de 3-1 kazanıp beraberliği de İtalya maçında yanına almıştı.
O haftalardır duran Rossi işte o gün patladı. İster Brezilya’nın savunma sanatında geri kalması deyin, ister kaleci Valdir Peres’in yeteneksizliği deyin ama o gün Rossi’nin günüydü. Beleşçilerin kralı 3 gol attı. Brezilya iki kez yanıt verebildi. Maç bittiğinde yalnızca Brezilyalılar ağlamıyordu. Dünyanın farklı noktalarında milyonlarca çocuk, genç gözyaşlarına boğulmuştu.
Rossi, yarı finalde Polonya’ya 2, finalde Batı Almanya’ya 1 gol atıp hem gol krallığını hem de kupayı kazandı.
Kariyerinin zirvesiydi bu. Beleşçiliğin mahalle maçlarındaki saygınlığını artırdı Rossi. O gün ona kızanlar şimdi üzülüyor ölümüne.
Sadece işini yapan, bu üne rağmen sessiz sedasız yaşayan bir adamdı Rossi. Hiçbir zaman Pele, Maradona, Messi, Ronaldo seviyesinde takdir görmedi. Ama onun canlanışı olmasaydı Bearzot’un ekibinin işi zor olacaktı. İtalyanlar bunu hep biliyordu zaten.
Milyonların hayallerinin katiliydi Rossi. 64 yaşında öldü. Şimdi o çocuklar onun için ağlıyor.
“Hani rüyalarda olur ya… Bir türlü hızlı koşamazsınız. Bir türlü yetişemezsiniz”. 1986 Dünya Kupası çeyrek finalinde Maradona’nın kendi yarı alanında başladığı driplinge bir türlü yetişemeyen İngiliz Peter Reed’in cümleleri bunlar.
Reid yetişemedi Maradona’ya.
Nice ünlü futbolcu yetişemedi.
Ve hatta yaşam hızına da yetişemediler.
Başkalarının 90 yıla sığdırabildiğini o, 60 yıla sığdırdı.
Tarihte bir futbolcunun büyük bir turnuvada gösterebileceği en büyük performans onundu.
1986 Meksika boyunca ağzımız açık onu izledik.
Elle gol attığında bile hoş görenler vardı.
Gün geldi kokainle dost oldu.
Gün geldi alkole bağlandı.
Aşırı yemek yeme tutkusu vardı.
Futbola tutkusu hepsinden daha fazlaydı ama.
La Bombonera’daki locası bir futbol mabedinin içinde ayrı bir mabetti.
İtalyanların bir kısmının, “Afrika” diyerek aşağıladığı Napoli’yi Avrupa futbol haritasına soktu.
1990 Dünya Kupası yarı finali öncesinde söyledikleri yenilir yutulur cinsten değildi.
“Size Afrikalı diyen İtalyan takımını mı sizi yücelten Diego’yu mu tutacaksınız”.
Bu sözlerin ardından Napoli’de Arjantin kazandı penaltılarla.
İtalya Futbol Federasyonu’nun intikamı acı oldu.
Yıllardır nedense doping kontrollerinde çıkmayan kokain çıkıverdi.
Sonrası o parlak kariyerin karikatürü gibiydi.
Ama o hep Maradona’ydı.
Asiydi.
FIFA umrunda değildi. Belki bu yüzden pek yardım görmedi takım elbiselilerden.
Castro dostuydu.
Chavez dostuydu.
Morales dostuydu.
Che dövmesi ve Küba purosu vazgeçilmezleriydi.
Hiçbir zaman Brezilyalı Socrates gibi aktif politika yapmadı. Hiçbir zaman isyankar gösterilerin içinde değildi.
Ama muhalifti.
En dipten zirveye çıkmıştı çünkü. Bu yolda neleri feda ettiğinin bilincindeydi.
Bu yüzden muhalifti hayata.
Bakmayın İngilizlerin, “Tanrı’nın Eli” muhabbetine.
Ada’da Shilton hariç futbol adamları kötü konuşmadı arkasından.
Sampdoria formasıyla Maradona ile 2 sezon karşılıklı oynayan Souness, “Onunla aynı sahada bulunmak bir şerefti” diyordu mesela.
Gary Lineker, 86’da Maradona’nın İngiltere’ye attığı ikinci gol için, “İlk defa sahada rakibin attığı bir golü alkışlamak istedim” diyordu.
Kısacası Diego Diego’ydu.
Bir hareketine kızarsınız ama ikinci hareketiyle sizi kendisine bağlar yeniden.
O bulaşıcı gülümsemesiyle futbol ailesinin bayıldığı adam olurdu hep.
Maradona artık yok.
Eski görüntüler var sadece.
Bizim için bile, “Maraba Televole” o.
Tekmelere karşı koyan, dirseklere gülümseyen adam o.
1914-Laupheim-Almanya
Edwin için heyecanlı bekleyiş sürüyordu. Ameliyathaneden doktor ve hemşirelerin ne zaman çıkacağıyla ilgileniyordu. Kapılar açıldı. Genç iş adamı, doktorun ve hemşirenin gülen yüzlerini gördü. “Bir kızınız oldu Bay Bergmann” dediler. Edwin güldü. Gretel doğmuştu. Eşinin yanında tebrikleri kabul etti. Sonra akşam arkadaşlarıyla buluşup Gretel için kadeh kaldırdı.
1918 Ericshof-Almanya
Genç adam, kapının arkasından gelen bebek ağlamasıyla yerinden doğruldu. Tamam işte doğmuştu. Peki erkek miydi, kız mıydı? Heinrich için bir oğul çok ama çok önemliydi. Kapının tokmağı kıpırdadı ve ebe dışarı çıktı. “Oğlun oldu” dedi kadın gülümseyerek. Heinrich için bundan güzel haber olamazdı. Tam bütün kasabaya bunu haber vermek için dışarı çıkıyordu ki yeniden ebenin sesi çınladı küçük evin içinde, “Yok yok kızmış”.
1919 Ericshof-Almanya
Doktor, hasta bebeği enine boyuna muayene etti. Karşılaştığı şeyi daha önce görmüştü. Yıllar önce Tıp Fakültesi’nde okurken. Kızlarını ona getirmiş aileye bir baktı. Baba da anne de gözbebeklerinin iyileşmesini istiyordu. İyileşecekti. Korktukları gibi influenza değildi sorun. Birkaç güne kalmaz gülücüklerle büyülerdi ailesini. Ne var ki başka bir sorun vardı. Küçük Dora, çift cinsiyetliydi. Erkeklik organı gelişmemişti. Bu nedenle onu kızları olarak görecekti ailesi. Ama ya sonra? Doktor durumu anlattı ve içinden gelmemesine rağmen, “Fazla takılmayın. Olur böyle şeyler” dedi.
1933 Ulm-Almanya
Gretel Bergmann, gözlerine inanamıyordu. Kulübün kapısına asılan bir kağıt, spor yaşamına nokta koymak zorunda olduğunu söylüyordu. O Şarlo bıyıklı adamın ve partisinin başlarına böyle işler açacağını düşünmemişti bile. Babasının bazı arkadaşları seçim gecesi yıkılmıştı. O ise sadece çalışmalarına odaklanmıştı. Dünyanın en iyi yüksek atlamacısı olmak istiyordu. Ama bu şekilde nasıl olacaktı?
1935 Berlin-Almanya
Gretel, soyunma odasında antrenman sonrasında arkadaşlarıyla şakalaşıyordu. Çok ilginç bir yaşamı vardı doğrusu. 2 yıl önce Naziler, tüm Yahudilerin spor kulüplerinden atılmasına karar vermişti. Babası da onu İngiltere’ye yollamıştı. Orada başarısını sürdürmüştü. Derken bir gün bir haber gelmişti. Almanlar, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin gözünü boyayabilmek ve insan hakları derneklerinin sesini kesebilmek için bir grup Yahudi sporcuyu milli takımlara geri çağırmıştı. 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’na katılmalarına izin verilecekti. Şanslılardan biri de Gretel’di.
Kampta her şey iyi gidiyordu. Katıldığı yarışmalarda dünya rekorunu zorluyordu artık. Kampın dışında ülkede yaşanan korkunç olaylar sanki başka bir gezegendeydi. Takımda rakiplerinden birisi dikkatini fazlasıyla çekmişti. 17 yaşındaki yetenekli Dora Ratjen. Yüksek atlamada Almanlar arasında onu en çok zorlayan isimdi.
Dora’nın erkeksi bir görünümü vardı. Fazla spor yapmanın etkisi diye düşünüyordu Gretel. Çok utangaçtı. Kimseyle gerekmedikçe konuşmuyor, soyunma odasına onu çıplak görmek mümkün olmuyordu. “Daha çok küçük” diyerek geçiştiriyordu Gretel.
1936 Berlin-Almanya
Gretel Bergmann, kapısının önünde bir zarf buldu. Almanya Olimpiyat Komitesi’nden geliyordu. İçinden güldü. Nihayet birkaç hafta içinde başlayacak Olimpiyat için davetiyeyi yollamışlardı. Kapıdan içeri girdi. Kendisine mutfakta bir şeyler yaptı. Zarfın içinde ne olduğunu bildiğini düşünüyordu. Bundan dolayı acele etmedi. Yemeğini yedi. Ardından kendisini koltuğun üzerine bıraktı.
Zarfın içinden çıkan kağıdı okuması 20 saniye hazmetmesi ise yıllar alacaktı. Özetle şöyle deniyordu duyuruda, “Olimpiyat’a katılacak yeterlilikte bulunmadınız”. Birkaç gün önce Almanya rekorunu kıran birine yollanabilecek en son mesaj buydu herhalde.
Birkaç hafta sonra yüksek atlama finalinde Almanya’yı Dora Ratjen temsil ediyordu. Ratjen, Olimpiyat dördüncüsü oluyordu. Madalya kazanamamıştı ama Bergmann’ın yokluğunda önü açıktı.
1937 New York-ABD
Gretel, New York’a geldiğinde üzgündü. Vatanını bir kez daha terk etmişti. Ve artık geri dönüşü olmayacaktı. İlerleyen günlerde tanıştığı genç doktor Bruno Lambert’la evlenecekti. Spora devam edecek, Amerika şampiyonlukları kazanacaktı. Ama yaşı ilerlediği için yeni ülkesi için hiçbir zaman Olimpiyat’a katılamayacaktı.
1938 Magdeburg-Almanya
Viyana-Köln ekspres treni Magdeburg’da durmuştu. Trenin içine üniformalı adamlar girdi. Aceleleri vardı. Trenin yoluna devam etmesi gerekiyordu. İkinci vagonda köşede oturan genç kadının yanına gittiler. Ona baktıklarında kondüktörün hakısz olmadığını fark ettiler. Acayip bir şeyler dönüyordu. Kadın kıyafetlerinin altında bir erkek vardı.
Yolcu, trenden kibarca indirildi. Karakola gidildi. Sorgucu polis, “Adınız?” diye sordu. Yanıt, “Dora Ratjen”di. Saatlerce süren sorguda Dora tüm yaşamını özetledi. Daha yeni Avrupa şampiyonu olduğunu da. Tıbbi açıdan bir ikilemin içinde bulunduğunu belirtti. Doktor kontrolünde bu daha da netleşti. Raporda, “Erkeklik üreme organları var. Ancak bunlar cinsel birleşmeye girebilecek gelişimi sağlayamamış” deniliyordu.
Dora, sporu bırakma sözünü vererek serbest kalabildi. Avrupa şampiyonluğu madalyasını ise geri göndermek zorunda kaldı.
1957 Bremen-Almanya
Garson, müşterinin yanına geldiğinde karşısında bir Amerikalı gazetecinin bulunduğunu bilmiyordu. Gazeteci, garsona özel bir konuda görüşmek istediğini söyledi. İş çıkışı buluştular. Time dergisi muhabiri, “Siz Hermann Ratjen misiniz?” diye sordu. “Evet” yanıtını aldı.
Birkaç dakika sonra her şey açıklığa kavuştu. Hermann aslında Dora’ydı. Artık erkek gibi yaşıyordu. Time muhabirinin iddiası ise asıl bombaydı. Ratjen, ona, “Naziler benim durumumu biliyordu. Gretel başarılı olması diye bana göz yumdular” demişti.
2008-Almanya
Dora Ratjen, yaşamında büyük sırlar bırakarak 90 yaşında dünyaya veda etti. Naziler, ona bilerek mi göz yummuşlardı yoksa her şey bir tesadüf müydü? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
2017 New York-ABD
25 Temmuz günü Gretel Bergmann-Lambert 103 yaşında öldü. Olimpiyat Oyunları içinde hep ukde olarak kaldı. Dora için neler düşündü acaba? Onun yüzünden gidemediğini düşündü mü? Onu affetti mi? Bu soruların yanıtlarını bilme şansımız kalmadı.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.