35,5675$% 0.39
36,6252€% 0.03
43,3518£% -0.16
3.099,67%0,22
2.709,10%-0,23
9.927,55%0,62
17 Nisan 2021 Cumartesi
Kar, kış, kıyamet: Abdülkadir Tamer'den bir öykü
Kaleminin gücüyle ayakta kalan babam: Burhan Arpad
... Ve Zonguldak
Yer altında Romanlar ve Gebenler
"Göğü kucaklayıp getirdim sana, kokla açılırsın"
İçimdeki cinayet (Altıncı Bölüm-FİNAL)
Mutfak fayansının serinliği hoş gelmişti. Zeminde uzunca bir süre hayatları hakkında konuşmuşlardı. Ekrem “Her şey güzel olacak derken gelen yeni felaketler bu dünyada sanki zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak şekilde yorulalım diye yaratılmış sistemin bir oyunu gibi her yeni gün yeni bir sürpriz doğuruyor. Bazen abartıp ikiz, üçüz sürprizlere gebe kalıyor. Hayatımızın böylesine derin felaketlerle süslenmesine sebep olacak bu gebelikler kesin bizim etken veya edilgen olarak bir boklar yememiz sonucunda ortaya çıkıyor.” dedi. Pınar araya girdi: “Etken veya edilgen olmak mı? Masum bir çocuk ne yapmış olabilir de başına kötü bir şey gelmiş olabilir Ekrem?” dedi ve sert bir şekilde ayağa kalktı. Gereksiz ciddiyet ortamı germişti. Balkon camına yansıyan mavi ve kırmızı renkli ışıklar sırayla kendini gösteriyor, sanki yarış yapar gibi aceleyle yanıp sönüyordu. Ortama hâkim olan gereksiz ciddiyet, yerini gerekli bir gerginliğe bırakmıştı. Duymayı umdukları siren sesini duymadılar. Pencereden aşağı baktıklarında apartmanın önüne park edilmiş polis aracının tepesindeki ışıkla göz göze geldiler. Aracın yanında kimse yoktu. Kapı zilinin çalması surun üflenmesine benzer bir korku yarattı. Pınar derin bir nefes aldı, bluzunun alt kenarını elleriyle düzelterek kapıya doğru ilerledi. Ekrem pencereden aşağı baktı. Atlanamayacak kadar yüksekte olduklarını düşündüğü sırada kapının açılma sesi ile bakışlarını koridora yönelterek dinlemeye koyuldu. Kapıda polis memuruyla konuşan Pınar bir süre sonra mutfağa geldi. “Balkondan düşen amcayla ilgili ifademi alacaklarmış. Karakola gitmem gerekiyormuş.” Ekrem dili tutulmuş gibi bakakaldı. Pınar’ın gözlerine bakıyordu ama bu esnada fazla panik yaptığını düşünüyordu. “Ulan nasıl panik yapmayayım, evde adam ölmüş, sevgilim başka bir adamı öldürmüş, evdeki cesedi biri götürmüş, eve polis gelmiş, nasıl panik yapmayım. Ben yapmayayım da kim yapsın.” diye içinden kendi kendine konuşurken Pınar’ın gittiğini fark etmemişti. Psikolojisinin berbat bir halde olduğunun bilincindeydi ama kontrol edecek gücü yoktu. Pınar karakola yalnız başına gitti diye düşündü, ben niye gitmedim ki? Keşke ben de gitseydim. Lan niye evde kaldım ben?
Mutfakta ne yapacağını bilmez bir halde volta atarken tezgâhın üstündeki disketi gördü. Disketin içine henüz bakmadıklarını fark etti. Bunu nasıl unutabilirler? Üzerini değiştirip disket sürücüsü olan bir bilgisayar bulmak için evden çıktı. Yakınlarda bulunan bir tekel bayiine gitti.
– Selamün aleyküm abi.
– Oooo günaydın Ekrem, yerleşebildin mi eve?
– Eh işte abi, ne var ne yok iyisin?
– Aynı be Ekrem’im ne olsun. Bekliyoruz işte.
– Abi ben sana bir şey soracağım. Bende bir disket var, ilkokuldan kalma, hatırası var bunun, bugün boş bulundum aklıma geldi, dedim bir açıp bakayım. Disketi çalıştıracak bilgisayar lazım bana. Var mıdır sende eski makinelerden?
– Yok be abim kaldı mı onlardan. Şu geçen balkondan düşen Ekrem dayı vardı duydun mu, olsa olsa onda olur öyle eski şeyler. Daktiloyla falan mektup yazdığını duymuştum rahmetlinin. Evi de çöplük gibiymiş laf aramızda. Eski püskü işe yaramaz ne varsa doldurmuş.
– Ekrem dayı mı? Adı Ekrem miymiş onun?
– Adaşsınız.
Esnaf gülüyordu, Ekrem kan ağlıyordu. Sevgilisi bir Ekrem öldürmüştü. Bir Ekrem de kendisiydi. Acaba sevgilisi ikinci Ekrem’i de öldürmek ister miydi? Düşünceleri bulanıklaşmaya başlarken teşekkür ederek dükkândan çıktı. Birkaç esnafa daha sordu. Biri hariç hepsinden rahmetli Ekrem dayıda olabileceği cevabını almıştı. Aslında internetten bulabileceğini düşünse de en kısa zamanda disketin içindekileri görme arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Ölen iki kişiyi geri diriltecek bir bilgi olmadığı kesindi. Ekrem eve dönerken uzaktan gelen Pınar’ı gördü. Hızlı adımlarla Pınar’a doğru yürümeye başladı. Pınar Ekrem’e telefondan mesaj gönderdi.
"Gelme, eve geç".
Ekrem mesajı görünce durdu. Eliyle ‘neden’ diye işaret etti uzaktan. Pınar sakinliğini korumaya çabalarken bir yandan da ne olacaksa olsun diyerek olay çıkarmaya çalışan duygularını zapt etmekle meşguldü. Telefonunu cebine koyup yürümeye devam etti. Ekrem’in yanına geldiğinde beraber konuşmadan eve çıktılar.
– Mesaj atıyorum el kol yapıyorsun, eve gitsene, neden geliyorsun bana doğru? Adam öldürmüşüz boka batmışız sokağın ortasında panikleyerek bana doğru geliyorsun. Bir de bağırsaydın keşke oradan, ne yaptın, inandı mı polisler falan deseydin.
– İnandı mı polisler?
– Tövbe ya rabbim sen bana sabır ver. Adam öldürdüm lan ben adam. Senin kadar paniklemiyorum kendine gel artık.
Ekrem adeta “mala bağlamış” tabirinin ete kemiğe bürünmüş halini oynuyordu. Böyle bir deyiş bulunmadan önce Ekrem’in bu halini kim görse “mala bağlamış” derdi. Pınar biraz sakinleşince prosedür gereği alınan basit bir ifade olduğunu, sorun olmadığını anlatarak Ekrem’in içini rahatlatmıştı. Ekrem de disketi Pınar’a hatırlatmıştı. Pınar, o nazik kız disketi görünce “hassiktir” demişti. Ağzına hiç yakışmıyordu ama bu kelimeyi bugün kullanmayacak da ne zaman kullanacaktı. Hayatında bundan daha kötü bir gün yaşayabilir miydi?
Havanın kararmasını bekleyip balkondan düşen adamın evine girip orada disketi çalıştıracak bir bilgisayar bulma fikrini ortaya attı Ekrem. Pınar bu fikre sıcak bakmadı. Ekrem onu ikna etmek için diretmedi. Ne de olsa kendilerini kurtarmak için bir adamı öldürmüş, büyük bir cesaret göstermişti. Ekrem düşündükçe utandı. Bir şeyler yapmak, ona olan borcunu ödemek için tek başına gitmeye karar verdi. Pınar uyuyunca sessizce evden çıkıp karşı apartmana gitti. Hafif bir zorlama ile rahmetli Ekrem dayının kapısını açtı. Cep telefonunun ışığıyla etrafı kontrol etti. Eski monitörler, nokta vuruşlu yazıcılar, daktilolar ve çeşitli eski elektronik parçaların gelişigüzel dağıtıldığını gördü. Çalışabileceğine inandığı temiz görünümlü, disket sürücülü bir bilgisayar buldu. Hiçbir aletin kablosu yoktu. Çekmeceleri, dolapları karıştırarak bilgisayarı çalıştırabilecek kabloları bir araya getirip taktı. Bilgisayarı sonunda açabildi. Heyecandan kalbi küt küt atıyordu. Uzunca bir süre bilgisayarın açılmasını ve kendine gelmesini bekledikten sonra disketi özenle yerleştirdi. Nazikçe disket simgesine çift tıkladı. Bir fotoğraf ve bir metin dosyası olduğunu gördü. Önce fotoğrafa tıkladı. Açılması biraz uzun sürdü. Fotoğraf nihayet açıldı. Ayasofya müzesinin arka fonunu oluşturduğu fotoğrafta ölen ev sahibinin gençliği ile dizinde oturan küçük bir kız çocuğunu gördü. Detay aradı, fark edemediği bir şeyler olduğunu düşündü. Ama sıradan, hatıra için çekilmiş bir fotoğraf gibiydi. Disketin içindeki metin dosyasını da açtı. İçinde sadece bir şiir vardı.
“Nerede hatırlasam seni, içimde bir intihar süsü gerginliği,
Seni bir akşam üstü alıkoysalar, derin kuyulara atılsan,
Faili meçhul bir cinayete kurban gitmesen, beni beklesen,
Bileğindeki o ince damardan aksa kanın, izlesem, izlesem, gülsem,
İntihar süsü vermesem sana, içimde büyüyen, kendime sakladığım.”
Bu şiiri her kim yazdıysa ev sahibini öldüren de odur diye düşündü Ekrem. Ancak fotoğrafa bir anlam veremedi. Evde daha fazla durmak istemedi. Cep telefonuyla disketteki fotoğrafın ve şiirin fotoğraflarını çekti. Bilgisayarı eski haline getirip parmak izlerini acemice sildikten sonra karanlıkta çıkışa doğru ilerledi. Yolunu görmek için tuttuğu ışık duvardaki dev tabloyu aydınlattı. Ekrem donakaldı. Yavaşça tabloya yaklaştı. Işığı tablonun üstünde gezdirerek inceledi. Disketteki fotoğrafın aynısının ölen karşı komşusunun evinin duvarında olmasına bir anlam veremedi.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.