34,3746$% 0.02
36,5387€% -0.03
43,8417£% -0.02
2.879,49%0,26
2.606,23%0,26
9.226,86%-0,54
Şimdilerde rüşvet almıyorlar. Eskiden rüşvet vermeden ya da almadan tek adım atmak mümkün değildi.
Şimdilerde insanların karakteri iyiye doğru değişti.
Hakikaten rüşvet almıyorlar.
Geçen gün istasyondan yük gönderiyorduk.
Teyzemiz gripten ölmüştü, son nefesini verirken çarşaflarıyla ufak tefek ıvır zıvırını karım tarafından hısımlarına göndermemizi vasiyet etmişti.
İstasyonda duruyoruz. Rafael'in son isteğini yerine getireceğiz.
Yük kabul edilen kulübe. Tabii kuyruk var. Metrik sisteme göre kantar. Arkasında kantarcı. Kantarcı gayet asil bir görevli; rakamları hızla okuyor, not ediyor, kantarı ayarlıyor, etiketini yapıştırıyor, açıklıyor.
Sesi de pek sempatik:
"Kırk. Yüz yirmi. Elli. Kaldırın. Alın. Geçin… Hey sen, burada bekleme babalık, şurada dur."
Gayet hoş bir çalışma manzarası, hızlı bir tempo.
Kantarcı hem harika çalışıyor, hem de kitabından zerre şaşmıyor. Yurttaşlarını ve devletin menfaatlerini son derece gözetiyor. Herkesin değil ama iki-üç kişiden birinin yükünü almayı reddediyor. Paketin ambalajı birazcık zayıf çıksın almıyor. Gerçi buna üzüldüğü de belli.
Ambalajı zayıf çıkanlar oflayıp pufluyor tabii.
Kantarcı diyor ki: "Oflayıp puflayacağınıza paketi sağlamlaştırın. Şurada bir yerlerde çivi taşıyan biri olacak. O birkaç çivi çaksın da sağlamlaşsın. Birkaç çivi atın, kantardan geçirirsiniz. Gidin bunu yapın, sonra gelin, tekrar sıraya girmenize gerek yok."
Hakikaten öyle; yük kulübesinin arkasında bir adam var, elinde de çivilerle bir çekiç. Yüzünü ter kaplamış, arzu edenin kolisini çiviliyor.
Kantarcının yüklerini almadığı kim varsa yalvarırcasına ona bakıyor ve yardım istiyorlar, tabii para karşılığında.
Kantar sırası sarışın, gözlüklü birine geliyor. Entelektüel ya da miyop değil, sadece belli ki gözlerinde trahom var. Kötü görünmesin diye gözlük takmış. Belki bir gözlük fabrikasında çalışıyordur da orada bedava gözlük dağıtıyorlardır.
Bu yeni metrik ölçüye göre yapılmış kantarın başında, yanında altı kasa.
Kantarcı kasalara bakıp diyor ki:
"Ambalaj zayıf. Olmaz. Geri kaldır."
Bu sözleri duyan gözlüklünün canı acayip sıkılıyor. Canı sıkılmadan ve kantarın başına gelmeden evvel kendinden gayet emin görünüyordu. Gözlüklü bağırıyor:
"Benimle dalga mı geçiyorsun, köpek seni! Ben," diyor, "Kendi kasalarımı göndermiyorum buradan. Ben," diyor, "Optik malzemeyle dolu devletin kasalarını gönderiyorum. Şimdi bu kasalarla ne yapacağım? Nereden bulayım at arabası da göndereyim? Onu bırak, geri götürmek için yüz rubleyi nereden alayım? Cevap ver, köpek, yoksa dilim dilim edeceğim seni."
Kantarcı diyor ki:
"Bana ne bundan?" Böyle deyip eliyle öte tarafı gösteriyor.
Berikiyse miyopluktan ya da gözlüklerinin camı buğulandığından bu hareketi başka türlü anlıyor. Öfkeleniyor, çoktandır unutulmuş bir şey hatırlıyor, ceplerini yokluyor, sekiz ruble çıkarıyor, hepsi de birlik.
Bunu kantarcıya vermeye davranıyor.
Kantarcı parayı görür görmez kıpkırmızı kesiliyor.
Bağırıyor:
"Bu da ne demek? Seni gözlüklü pislik, bana rüşvet mi vermeye kalkıyorsun?"
Tabii gözlüklü, düştüğü kepazeliği hemen anlıyor.
"Yok, " diyor, "öylesine çıkardım parayı. Ben kasaları kantardan kaldırırken siz de tutuverin istedim."
Acayip şaşırmış saçmalıyor, özür dileyecek de, suratının ortasına bir yumruk yemeye bile razı.
Kantarcı diyor ki:
"Utan, utan. Rüşvet işlemez burada. Kaldır şu kasalarını kantardan, ruhumu karartıyor. Gerçi bunlar devlete ait; şuradaki işçiye git, zayıf ambalajları güçlendirsin. Paraya gelince, dua et ki sizinle kavga etmeye zamanım yok."
Sonra da çalışanlardan birini çağırıyor, aşağılanmış birinin efkarıyla anlatıyor:
"Biliyor musunuz, demin bana rüşvet vermek istediler. Ne saçmalık, anlıyor musunuz! Parayı alırmış gibi yapmayıp da acele ettiğime öyle pişmanım ki! Ama şimdi olan biteni ispat etmek zor tabii."
Diğer görevli cevap veriyor:
"Evet, yazık olmuş. Olayı açığa çıkarmak lazımdı. Bizde eskisi gibi ahlaksızlıklar olmadığını anlayamıyorlar. "
Rezil olan gözlüklü kasalarını götürüyor, kuvvetlendiriyorlar, din kardeşliğine sığınıp geri taşıyor ve kantara koyuyorlar.
Galiba benim paket de zayıf çıkacak.
Sıra bana gelmeden işçiye gidiyorum ve ne olur ne olmaz diye benim şüpheli ambalajı kuvvetlendirmesini istiyorum.
Adam benden sekiz ruble istiyor.
Diyorum ki:
"Delirdiniz mi siz," diyorum, "üç çiviye sekiz ruble!
"Sesini kısıp diyor ki:
"Doğrusu sizin için üç tekliğe yapardım da," diyor, "Kendinizi benim yerime koyun; aldığımı şu timsahla paylaşmam gerekiyor."
Böylece bütün mekanizmayı anlamaya başlıyorum.
"Yani," diyorum, "Kantarcıyla paylaşıyorsunuz?"
Konuştuğuna birazcık pişman oluyor, saçma sapan anlatmaya koyuluyor, maaşının azlığından, pahalılıktan yakınıyor, bana okkalı bir indirim yapıp işe girişiyor.
Sıram geliyor.
Kasamı kantara koyuyorum ve hayranlıkla ne kadar sağlam olduğuna bakıyorum.
Kantarcı diyor ki:
"Ambalajı kötü. Gitmez."
Diyorum ki: "Gerçekten mi? Daha şimdi çivilediler. İşte, baksanıza."
Kantarcı cevap veriyor: "Ah, pardon, pardon. Özür dilerim. Ambalaj şimdi sağlam, ama demin zayıftı. Hep gözden kaçırıyorum. Çok pardon."
Benim kasayı alıyor, irsaliyeyi yazıyor.
İrsaliyeyi okuyorum: "ambalajı zayıf" yazılı.
"Ne yapıyorsunuz siz?" diyorum, "Böyle bir irsaliyeye bakıp paketi yolda paramparça ederler. Üstelik ziyanımı da karşılamazlar. Şimdi," diyorum, "Bütün düzeninizi görüyorum."
Kantarcı diyor ki:
"Ah pardon, çok pardon, özür dilerim."
İrsaliyedeki yazıyı karalıyor. Eve giderken, yolda, yurttaşlarımızın karmaşık ve içten örgütçülüğünü, eski karakterlerin yeniden ortaya çıkmasını, kurnazlığı ve saygıdeğer yurttaşlarımızın bulundukları mevkiden duydukları hoşnutsuzluğu düşünüp duruyorum.
Ah, pardon, çok pardon.
(1930)
Denizciler isyanda: Bıktık Endonezya, Filipinler dolaşmaktan!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.